Emine Hanım su diyor, iklim diyor ama…

Emine Erdoğan bile Twitter hesabından son üç ayın yağış miktarlarını paylaştı: Ölçülen uzun yıl verilerine göre yüzde 40,6 ve geçen yıla oranla yağış, yüzde 31 azaldı. Gelecek 100 yıl içinde Türkiye'nin su kaynaklarında yüzde 25 seviyesinde düşüş beklendiğini de yazmış- iyimser bir tahmin.

Her senenin klasiği, bir önceki seneyi aratır şekilde tekrarlanıyor: Kuraklık alarmı! Barajlar boşaldı!

Fakat bu yıl durum o kadar kritik ki Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan bile Twitter hesabından son üç ayın yağış miktarlarını paylaştı:

Ölçülen uzun yıl verilerine göre yüzde 40,6 ve geçen yıla oranla yağış, yüzde 31 azaldı.

Gelecek 100 yıl içinde Türkiye'nin su kaynaklarında yüzde 25 seviyesinde düşüş beklendiğini de yazmış- iyimser bir tahmin.

Evet yağışlar hem mevsimsiz, hem az.

Geldi mi öyle bir şiddetle yağıyor ki hayat felç olabiliyor. (Bu hafta Meteoroloji bazı şehirler için şiddetli yağış uyarısı yaptı.)

Çoktan kar yağması gereken yerlerde, mesela Uludağ’da hala tık yok. Tatil planları yapanların tadı kaçık:

Nerede bu kar? Ağız tadıyla kar tatili yapamayacak mıyız?

Ah canım kardeşim, keşke sorun senin “kar qeyfi”nden İnstagrama atacağın kare arayışından ibaret olsa!

Avusturya, İsviçre gibi kar turizminin merkezleri bile inim inim inliyor. Hava o kadar ılıman ki suni kar yağışı dahi yaptırılamıyor.

Avrupa’da Ocak ayında yeni kuraklık rekoru beklenirken Türkiye de muaf değil.

Ne krizi? İklim. Ha, yine mi o konu?!

Doğrusu, insan marifetiyle değiştirilen iklim.

İnşaat, turizm, maden, ulaşım, cukka, hoppa derken bir felakete doğru dört nala gidiyoruz.

Bunu bilim insanları, saygın kurumlar, hatta bazı siyasetçiler ve iş insanları bile söylüyor.

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın başlattığı, Emine Erdoğan’ın duyurduğu “su verimliliği seferberliği”ne gelelim…

Kendisi doğa ve ekoloji konusunda çok duyarlı olduğunu her fırsatta beyan ediyor, fiilen “çevre işlerinden sorumlu gölge bakan” olduğunu iddia edenler var.

Doğru adımlara, kampanyalara öncülük edilsin, kim yaparsa yapsın.

Su için ulusal kampanyaya, suya sahip çıkmaya, tasarruflu kullanmaya kesinlikle evet de nasıl?

Öncelik ne olmalı?

Koruyacağımıza korunan alana dalıyoruz

Emine Hanım’a danışmanları anlatıyordur: İklim meselesi, göklerden gelen bir afet değil.

En büyük sorumluluğu gelişmiş ülkelere düşüyor ancak hiçbir ülke ya da yönetim, bu sorundan muaf değil.

Üstelik bugün attığımız her adım, aldığımız her karar bizi ya felakete yaklaştırıyor, ya da daha dayanıklı kılıyor.

İklim, sadece fosil yakıt kullanımı nedeniyle bu noktaya gelmedi: İnşaat faaliyetleri, küresel sıcaklıkların yüzde 50’sinden sorumlu!

Gerisi madencilik, enerji, endüstriyel tarım ve hayvancılık, turizm gibi insan faaliyetlerinden kaynaklanıyor.

İklim afetlerine karşı dayanıklı olabilmek için Dünya, 2030’a kadar karada ve denizde korunan alanları yüzde 30’a çıkarma kararı aldı. Şimdilik bu oran karada yüzde 13.2, denizlerde yüzde 7.44!

Türkiye de denizlerinin yalnızca yüzde 4’ü, karasının yüzde 8.7’si “korunan alan” statüsünde.

Ne var ki Emine Hanım’ın da gayet iyi bileceği gibi, ülkemizde değil korunan alanların çoğalması, birer birer kaldırılıyor, bozuluyor, Anayasa çiğneniyor.

Misal?

Marmaris Sinpaş’ın Kızılbük ormanında inşaat yapması.

Misal?

Kaz Dağları’ndan Munzur’a, Artvin’den İğneada’ya, Şırnak’tan Muğla’ya uzanan en kıymetli ekosistemlerin türlü “faaliyete” açılmak istenmesi…

Misal?

Yanlış tarım politikalarıyla yeraltı sularının bitmesi, Tuz Gölü’nden Marmara Gölü’ne, herşeyin kuruyup gitmesi…

Misal?

Denizlere, kıyılara “taşımacılık, tatilcilik ve balık stoku” gözüyle bakıp son balığı tüketene, son sahili pisliğe boğana kadar devam eden politikalar…

Bursa’nın kalan son yeşilini feda edecek misiniz?

Emine Hanım, ekosistemlerin bir bütün olduğunu ve parçalara ayırmanın her şeyi mahvedeceğini mutlaka biliyordur.

Ama oluyor, yapılıyor, memleketin her santimetrekaresi ya “ihaleye” çıkarılıyor ya “koruma” bahanesiyle iğdiş ediliyor.

Peki susuzluk sorunu için “sessiz felaket” diyen Emine Hanım, acaba Uludağ hakkında ne düşünüyor?

Malum, AKP Bursa milletvekilleri Bursa’yı tamamen gözden çıkarmış gibi.

Uludağ’ın “Milli Park” statüsünün kaldırılıp “Alan Başkanlığı” sistemine geçmesine dair yasa teklifi hazırlandı, Meclis gündemine taşınacak.

Amaç, “yetki karmaşasını önlemek” diyorlar.

Sorun gerçek, ama çözüm Uludağ’ı Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlamak değil.

Bursa ovasında tarım yapılan alanlar, Uludağ’ın su sistemine bağlı.

Uludağ olmasa “yeşil Bursa”dan bahsedemezsiniz.

Maalesef yoğun yapılaşma, sanayileşmeyle zaten Bursa’da yeşil kalmadı.

Ağacı yok edersen, su sistemini bozarsan kar da yağmaz. Ayrıca hava kirliliğiyle baş edemezsiniz. Korunan alanlar sayesinde hava temizlenir, Uludağ da bunun örneği” diyor program ortağım, sürdürülebilirlik uzmanı Ferdi Akarsu. (Yeşil Dalga’nın bu haftaki konusu tam da bu, ilgilenenler dinleyebilir.)

Peki Türkiye’de korunan alanları en az dört katına çıkarmak gerekirken Uludağ’ı Milli Park statüsünden çıkarmak nasıl bir akıl?

Yazıya yağış ve su kıtlığıyla başladık, bakın nereye bağlandı!

Evet KALAN SON ormanları, ekosistemi DE yok ederseniz HİÇ kar görmeyeceğiz, NEFES alamayacağız.

Vatandaşa “suyu tasarruflu kullanın” demeden ÖNCE yöneticilerin bu talana dur demesi gerekiyor.

Aksi takdirde herkesin daha yoksul, daha kırılgan, daha sağlıksız olacağını anlamak bu kadar mı zor?

Kadınların zaferi: demek ki olabiliyormuş!

Sandık gündemi her şeyden baskın. Aday ve oy hesapları, Anayasaya, hukuka aykırı yasa teklifleri, davalar ve cezalar, havuç niyetine maaş zamları, bol dedikodu, ne ararsanız var…

Tüm bunlar, hayatî meselelerin gözardı edilmesini gerektirmiyor tabii. Fakat sığ siyasetin sert dalgaları arasında ses duyurabilmek, hukuken doğru olanı savunmak başlı başına bir mesele.

Neyse ki bıkmadan usanmadan, kamuoyunu ve siyasetçileri bilgilendiren, uyaran, direnenler var!

En güzel örneği, yine kadınlardan geldi. Başörtüsü ve aileyle ilgili “Anayasa tuzağı”nın ne olduğunu en başından anlatan Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) muhalefete “Müzakere dahi etmeyin!” çağrısı yaptı. Önce HDP, ardından CHP ve İyi Parti, iktidarın randevu taleplerini reddetti.

Demek ki olabiliyormuş! Demek ki AKMHP iktidarının kuyruğunda gezinmeden ve olmayan “hassasiyetleri” bahane etmeden siyaset yapılabiliyormuş!

Köşe Yazıları Haberleri