Erdoğan’a 2 yıl lazım

Erdoğan’a kazasız belasız hiçbir güç zafiyeti yaratmadan geçireceği 2 yıl lazım. Yakın çevresine kadar uzansa da ortaya çıkan hiçbir kirli meseleye hem bulaşmayacak hem de sahip çıkmayacaktır.

Sedat BOZKURT

Demokratik hukuk devletlerinin en temel özelliği denetlenebilir olmalarıdır. Burada, demokrasinin güçler ayrılığına dayanması da bir başka koşuldur. Hukuk devleti, yazılı metinler üzerinden ve adında da bulunan hukuka uygun olarak işler. Devlet, devasa kurulu bir sistemdir. Aslında mekanik bir yapıdır. Bıraksanız kendi kendine de işler. Hastanelerde ameliyatlar yapılır, yangınlar söndürülür, asayiş sağlanır, sınırlar korunur. Devlet dediğiniz şey de zaten, bir toprak parçası üzerinde, insanların örgütlü ve organize olma hali çok özetle.

Devlet hem işleyiş hem de tanım itibariyle demokrasi anlayışı değiştikçe farklılık da göstermiştir. Eflatun’un devleti ile Thomas Hobbes’in modern devleti arasında hayli fark vardır. Weber’in “devleti şiddet kullanma tekeline sahip olan insan grubu” olarak tanımlaması, insan ihtiyaçlarını gidermek için “örgütlenme” halinden devleti çıkararak büyük bir iktidar alanı, güç odağı halinde tanımlamıştır.

Standart sağ siyasetin yüklediği anlamla devletin “bazen rutin dışına” çıkabileceğini söylemiş olmasına karşın Süleyman Demirel bir sohbetimizde bunun “çok istisnai ve güvenlik” konularıyla sınırlı olması gerektiğini belirtmişti. (Bu devletin güvenliği meselesi de çok tartışmalıdır.) Demirel’e göre devlet, insanlığın en önemli icatlarından birisiydi. Tükettiği ömründe karşısına çıkan hatta zaman zaman yönettiği “devlet” nedeniyle Demirel’in kafasındaki “devleti” de anlamamız pek mümkün değil. Onun da çok anladığını sanmıyorum. Bir gün seçimle yönetmek için geldiğiniz devlet, ertesi gün sizi kelepçeleyip hapse atıyor.

Devletin en çok konuşulan türü “derin” olanıdır. Tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de çok konuşulurdu. En çok konuşulduğu dönem Susurluk kazası sonrasında istihbarat örgütlerinin yaşadığı iç mücadele nedeniyle ortaya çıkan bilgilerin ve itirafların olduğu dönemdir. Burada devlet, iktidarı, yargısı ve parlamentosuyla bu derin yapının üstüne gitmiştir. Ama sonuçlandırmamıştır. Devlet, kabahatlerinin üstünü örtmekte çok yeteneklidir, açık vermez.

Çok önce bir röportajında Yavuz Donat “Derin devlet var mıdır?” sorusunu Demirel’e sormuş ve “Beni iktidardan indiren derin devlettir” yanıtını vermiş. Bu yanıtı 12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren’e aktarmış ve ondan da “Evet onu indiren de 12 Eylül’ü yapan da derin devlettir” açıklamasını almış. Derin devlet meselesi bu kadar açık yani.

Devletin demokratik ve hukuk niteliğini kazanması denetlenebilir olması ile mümkündür. Yoksa her devlet bir anda “derin devlet” halini alır. Demokratik olma hali, adil bir seçim sonrası belli bir süreliğine, belli politik hedeflere ulaşmak için, anayasal sınırlar içinde kalmak koşulu ile bir siyasi yapının devleti yönetmesidir. Seçim kazanan parti ya da partiler devletin sahibi olmazlar, hukuk kuralları içinde belli bir süre o devleti yönetirler. Kurallara uygun olarak yönetip yönetmediği de sürekli, demokrasinin kendisini korumak için oluşturduğu aygıtlarla denetlenir. Devletin kendi iç denetim mekanizmalarının yanı sıra seçilmiş parlamentolar, bağımsız yargı ve medya ile sivil toplum kuruluşları bu denetimin asli unsurlarıdır.

TBMM denetimi

Dünyanın en güçlü siyasetçisi ABD Başkanı, parlamentodan onay almadan büyükelçi bile atayamaz. Yasal olarak onaylanmayan bütçeyi hiçbir devlet organı kullanamaz. Bütçesi onaylanmadığı için ABD’de, devlet kurumlarının zorunlu tatil yaptıklarını haberlerde okuruz. Yargı, ABD Başkanı’nı bile “yalan söylediği” gerekçesiyle hâkim karşısına çıkaracak kadar güçlü ve bağımsızdır. (Bill Clinton, Monica Lewinsky konusunda)

Cumhurbaşkanlığı sistemi sonrasında Türkiye’de güçler ayrılığı net bir biçimde sona ermiştir. İdareyi denetleme yeteneğini kaybeden yargı aynı zamanda kendi iç denetimini de yapamaz hale gelmiştir. Uygulanmayan Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları bunun somut örnekleridir. Yargının, yürütmenin tam kontrolüne girmesi de başka bir sıkıntıya işaret eder.

TBMM’nin denetim özelliği tamamen ortadan kalkmıştır. İktidarın ihtiyaç duyduğu yasaları çıkartan bir “ofis” haline gelmiştir. TBMM’de, 28’inci döneminin 3 yasama yılında 34 bin 830 soru önergesi verildi bakanların yanıtlaması için. Bunlardan sadece 4 bin 834’üne yanıt verildi. Verilen yanıtların içeriğine de hiç girmemek lazım.

TBMM’de bugüne kadar muhalefetin hiçbir teklifinin ya da önerisinin kabul edilmesini bırakın, görüşülmesi bile kabul edilmemiştir. Ara sıra gündemsizlikten çalışmalarına ara verilen TBMM, 10/15 yıl önce “yasa yapma fabrikası” gibi çalışırdı. Bugün “ofis” dememin nedeni de bu.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin 2026 bütçe görüşmeleri yapıldı bitti. Bütçe dediğiniz şey iki kalemden oluşuyor: Gelir ve gider. Mesele basittir yani. Burada gelirleri belirlersiniz, bu gelirleri devletin nerelere harcayacağını da bütçe ile yasal hale getirirsiniz. Bütçede harcanacak kalemler, yasal olmasının yanı sıra politik bir sorumluluk da içerir. Bu harcama tercihleri vaat ya da uygulama olarak seçmenin önüne konulacak kalemlerdir. Yani bu bütçenin tamamını politik olarak üstlenecek, seçmene karşı da sorumluluğu olan bir politik kimliğinin olması gerekir. Bu, bütçeyi tek başına harcama yetkisi olan cumhurbaşkanıdır.

Ama öyle olmuyor. Bütçeyi TBMM’ye ve seçmene karşı hiçbir sorumluluğu olmayan, cumhurbaşkanının atadığı bürokrat niteliğindeki bakanlar sundu ve savundular. Plan Bütçe Komisyonu’ndaki “ortaokul müsameresi” gibi görüntüler sizi yanıltmasın. Bunların sonuca bir etkisi yok. Ana muhalefet aktörleri bu görüşmeler sırasında “yasak” savarak seçmenlerine ellerine aldıkları dövizler ve giydikleri komik şapkalarla “muhalefet yapan” görüntü vermişlerdir. Mesele bu kadardır. Genel Kurul'daki tablo da aynıdır. Bu tablo cumhurbaşkanlığının, bu anlamsız bütçe görüşmelerini de meşrulaştırmıştır sadece. Burada itiraz için daha etkin bir yol izlenebilirdi.

Bütçe görüşmeleri bir prosedürdür aslında. Kabul edilmemesi eskiden “güvensizlik” kararıydı ve hükümetler düşerdi. Şimdi kabul edilmemesi halinde Cumhurbaşkanı, kendisinin belirlediği “yeniden değerlendirme oranında” artışla yoluna devam ediyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın denetleme meselesinden hiç hoşlanmadığını biliyoruz. Tek denetim mekanizmasının kendisi olmasını istiyordu ve sistemini de böyle kurmak istedi. Ama denetlenecek alan genişledikçe bütün işler kontrolden çıktı.

Denetlenme olmayınca bir biçimde iktidara yaslananların önü her anlamda açıldı. Bu bir süre sonra “dokunulamazlar” sınıfı haline de gelen yapı ve kişiler oluşmaya başladı. Bunların tekil örneklerini de çok fazla gördük. Buradaki mesele trafik kontrolünde bile ortaya çıkan “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” noktasıdır.

17/25 Aralık döneminde de denetlemenin önü açılmadı. Bugünlere oradan geldik. Erdoğan o dönem Ahmet Davutoğlu dahil, görüştüğü hiç kimseye ortada suç olmadığını söylemedi, partisinin hedef alındığını ve bunu kendi aralarında çözeceğini söyledi. Son İBB davalarında da iktidar içinde en çok sorulan soru, “Neden bugüne kadar beklendiği” sorusudur. İlginç bir biçimde yaşananlardan ve yaşanacaklardan herkesin haberi varmış yani.

Devletin kurumlarında da çok ciddi ve artık “yönetilemez” hale gelen çekişmeler mevcut. Halen neden son operasyonların kentin göbeğinde olmasına karşın jandarmaya yaptırıldığının bir açıklaması yok.

Erdoğan’a kazasız belasız hiçbir güç zaafiyeti yaratmadan geçireceği iki yıl lazım. Yakın çevresine kadar uzansa da ortaya çıkan hiçbir kirli meseleye hem bulaşmayacak hem de sahip çıkmayacaktır. Her zamanki gibi “yokmuş gibi” davranacaktır. Ülke 2 yıl daha bu gündemle ve bu sistemle yönetilecektir. Bunu görmek lazım. Buna “terörsüz Türkiye süreci” de dahildir. Kimse “yumuşama, gerilimi azaltma” beklemesin. Kimse ülkenin asıl meselelerinin konuşulacağı bir ortam da beklemesin.

Ortada muhtelif sıkıntılar var ama bunu “ciddi bir AKP içi mücadele” olarak da kimse görmesin…

Köşe Yazıları Haberleri