Seçimler yaklaştıkça dış politika giderek tuhaf bir hal almaya başladı. Pek görülmemiş bir şekilde, daha 20 gün önce Tahran’da bir araya gelmiş olan Erdoğan ve Putin bir kez daha Soçi’de görüştüler.
Bu arada bir yandan Akkuyu Nükleer Santralinden tek Türk yüklenici olan İÇTAŞ’ın çıkarılması, öte yandan Erdoğan’ın ruble ile ticaret yapılacağını açıklaması, Suriye’ye askeri operasyon konusunun gündeme gelmesi, Erdoğan Eylül ayında Özbekistan’da yapılacak olan Şangay İşbirliği Örgütü toplantısına katılacağını duyurması son dönem dış politikasının ağırlıklı olarak Rusya ekseni etrafında döndüğünü gösteren gelişmeler. Ardından, bir süredir Suriye’ye yeni bir operasyon sinyali veren Erdoğan’ın, bu kez Esad ile görüşme ihtimalinden söz etmeye başlaması gibi tersinden bir gelişme de yaşandı. Çok kısa bir zaman dilimi içinde görülen bu diplomatik hareket, arayış dikkat çekici. Erdoğan büyük bir olasılıklı seçime giden süreçte kendisini kurtaracak bir dış politika hamlesi peşinde.
Elindeki bütün araç ve imkanları deniyor, bir çıkış bulmaya çalışıyor. Bu yazıda Erdoğan’ı Rusya eksenini zorlamaya iten dinamikleri tartışıp, Erdoğan’ın Rusya derken aslında mesajının Batı’ya yönelik olduğunu savunacağım. Bu süreci son dönem Türkiye Rusya ilişkileri ve Biden yönetiminin yaklaşımı etrafında ele alacağım.
SURİYE’NİN MALİYETİ
Suriye konusu Türkiye’nin dış politika tarihinde görülmemiş bir maliyet yarattı. hiçbir dış politika eylemi bu ölçüde sorun yaratmamış, bu kadar karmaşık bir hal almamıştır. Bu başta insani, ekonomik, askeri, stratejik bir maliyet. Öyle ki, bir yandan dört milyona yakın Suriyeli Türkiye’ye girerken ve burada yaşarken, öte yandan Türkiye askeri olarak Suriye’ye girdi ve orada hem ülkenin kuzeyinde belli alanları yönetiyor hem de İdlib civarında radikal İslamcıları Suriye ordusundan koruyor. Türkiye toplamda içeride sığınmacılar ve Suriye’de ise kontrol ettiği bölgelerde yaklaşık dokuz milyon Suriyeliyi yönetiyor, bazılarına yardım, destek sağlıyor, bazılarına da maaş veriyor. Suriye konusu Türkiye’yi giderek Ortadoğu bölgesine, buradaki çekişmelere doğru çekiyor. Suriye’ye dair her bir gelişme bu ülkeden çıkmanın girmekten daha zor olduğunu gösteriyor. Bir komşudaki rejimi devirmek için girilen, bu uğurda en radikal İslamcı unsurlarla dünyanın gözü önünde işbirliği yapmaktan çekinmeyen, hiçbir utanma duymadan ABD’yi komşu bir ülkeyi vurmaya çağıran, o olmayınca kendi başına aynı acımasız oyuna devam eden, o da olmayınca bu kez namlunun ucunu PYD’ye çeviren, hem Suriyelilere hem de kendi ülkesine zarar veren bir politika bu. Geldiği noktada Esad ile telefon ihtimali ve muhalif gruplarla Esad’ı uzlaştırması talebi bile bu radikal grupların tepkisini çekebiliyor. Türkiye’nin mobilize ettiği, eğitip donattığı, maaşa bağladığı bu cihatçılar ideolojik olarak Esad’ı devirmek, ekonomik olarak da savaş koşullarında hayatta kalmak için Türkiye’nin kurduğu Suriye Milli Ordusuna girdiler. Türkiye Esad rejimiyle normalleştiğinde ilk darbeyi bu gruplar yiyecek. Esad’ı devirme projesi başarılı olsa Esad’ı ve ailesini ellerine geçirdiklerinde, Kaddafi’den beter edecek bu insanlar kolayca gözden çıkarılacaklarını fark ettiler. AKP iktidarının bu ihtimallerden hiçbiri üzerine bir planının olmadığı bu son gelişmeyle ortaya çıktı.
ERDOĞAN’IN PUTİN SEVDASI
Erdoğan ve Putin siyasal ideoloji açısından benzer çizgideki lider tipolojisine giriyorlar. Her zaman ve her konuda aynı görüşte olmasalar da, ikisinin de birbirine çok ihtiyacı var. Erdoğan büyük bir olasılıkla ben gidersem benim gibi işbirilği yapan bir lider bulamazsın diyerek, Putin’i bazı şeylere ikna edebiliyor. Türkiye siyasetinin şu anki kompozisyonunda, Perinçek dışında örneğin Rusya’dan S-400 alacak bir lider yok. Bunu bir tek Erdoğan yapabilirdi. Ya da Akkuyu gibi teknoloji transferi yapılmayan, anahtar teslim ve piyasa fiyatının çok üstünde alım garantili nükleer santral ihalisini bir tek Erdoğan Rusya’ya verebilirdi. Başka bir parti ve lider en azından yoğun bir eleştiri altında kalır, bu ihaleyi anlatmakta zorlanabilirdi. Ayrıca Erdoğan uçak düşürme kararını üstlenip özür dileyebilen, gerektiğinde rahat pazarlık yapılan bir lider. Erdoğan’ın sağladığı bu avantajlar, onu Putin’in gözünde epey değerli bir lider haline getiriyor olmalı. Örneğin, savaş sonrası Putin ile görüşen tek NATO üyesi devlet başkanı olması bile Putin için önemli olmalı. Yine Erdoğan açısından bakıldığında, Biden’in aksine istediği zaman istediği uzunlukta görüştüğü büyük bir ülke lideriyle yakın olmanın sağladığı bir rahatlık olmalı.
ERDOĞAN BIDEN’I İKNA EDEMEDİ
Erdoğan aynı anda hem askeri (S-400), hem ekonomik (ruble, Akkuyu) hem de diplomatik (Tahran ve Soçi görüşmeleri, Şangay İşbirliği Örgütü toplantısı) araçları kullanmaya çalışıyor. Asıl hedefi aslında Batı, özellikle Biden yönetimi. Erdoğan için şöyle bir sorun var. İşbaşına geldiğinden itibaren bir türlü Biden yönetimiyle istediği türde bir ilişki kuramadı. Oysa, genelde bir başkan seçilmeden önce kampanya söylemini bir kenara bırakır, siyasetin katı gerçekliğine dönerdi. Hatta, böyle bir durum Biden yönetiminin Suudi Prens Muhammed bin Selman ile ilişkisinde yaşandı ve Ukrayna savaşının yarattığı enerji maliyetleri, bunun Amerikan tüketicisine kısmen enflasyon ve yakıt fiyatlarındaki artış olarak yansıması Biden’i Selman ile görüşmeye zorladı. Biden söylediğini yutmak zorunda kaldı. Ama Erdoğan’a yaklaşımı değişmedi. Bir Beyaz Saray daveti olmadığı gibi, uluslararası toplantıların kıyısında ve kısa süreli görüşmelerle yetindi Biden yönetimi. Bu görüşmelerde Erdoğan Biden’i, Trump gibi ikna edemedi, daha önceden tanıdığı, evine kadar ziyarete gelmiş ABD başkanıyla bir türlü istediği yakınlığı kuramadı. Başkanın kendisini daha önceden tanıyor olması Erdoğan için bir dezavantaja dönüşmüşe benziyor.
Erdoğan Biden yönetimine yakınlaşabilmek için aslında her yolu denedi. Doğrudan görüşme için çok çaba harcadı, Ermeni soykırımı açıklamasına tepki vermedi, NATO zirvesinde sabah gelen telefona İsveç ve Finlandiya vetosunu kaldırdı, ABD’nin bölgedeki müttefikleriyle ilişkileri toparlamaya çalıştı, İsrail, BAE ve Suudilerle yeni sayfalar açtı, hatta Doğu Akdeniz’de statükoyu korudu. Bütün bu çabaların karşılığını alamadı. Bir F-16 alabilmek için bile çok fazla dil dökmesi, uzun süren pazarlıklar gerekti. Biden yönetimine ulaşma çabasının etkili olmadığı görüldü. Bu durum zamanlama olarak tam da seçimlere giderken Erdoğan için acı veriyor olmalı.
PUTİN KARTI ETKİLİ OLACAK MI
Erdoğan eski ve bayatlamış bir kartı dönüp dolaşıp kullanıyor. Her seferinde yanına bir şeyler ekliyor, el yükseltmeye çalışıyor. Örneğin, bunlardan biri de Rusya ile ticarette ruble kullanma isteği ki bu da yeni değil. En son Ekim 2019’da o zaman Maliye Bakanı olan Berat Albayrak tarafından Rusya ile ruble kullanılması, MIR kartının Türkiye’de geçerli olması konusunda bir anlaşma imzalanmıştı. Son açıklamalara göre doğal gazın yüzde 15 kadarını ruble ile ödemeye yönelik bir çalışma yapılacak. 27 milyar dolar ithalat ve 5 milyar dolar ihracat yapılan bir ülkeyle dış ticarette ruble kullanacağının açıklanması ABD’yi pek endişelendirmiş gibi görünmüyor. Bu ticaret dengesizliği içinde dış ticaretin rubleye dönmesi ihtimali yok. Bunun bir kısmının ruble olmasının ise dünyadaki uluslararası ticaretin yüzde 60’ının ABD doları cinsinden yapıldığı gözönüne alınırsa, pek de korkutucu olmadığı, hatta yapılabilir de olmadığı anlaşılır.
Tahran zirvesi, ardından Soçi’de tekrar Putin ile görüşme, ABD’nin dikkatini çekmeye yönelik diğer diplomatik hamleler. Erdoğan, ABD’ye çaresizce hala alternatifinin olduğunu göstermeye çalışıyor.
ESAD’LA NORMALLEŞME OLUR MU?
Bazı açılardan Esad ile normalleşme ABD açısından daha ciddi bir hamle olur. Erdoğan yönetimini ABD gözünde değerli kılan hususlardan biri Suriye politikası. ABD Esad’ı devirmekten vazgeçtiği ya da deviremeyeceğini anladığı için, onu zayıflatma politikasına yöneldi. Bunun araçları önce CIA eliyle ama sonrasında Türkiye aracılığıyla kontrol ettiği radikal İslamcılar, Türkiye’nin belli bölgeleri kontrol etmesi, PYD ile Fırat’ın doğusuna hakim olması, İsrail’in askeri operasyonları, kendi sınırlı askeri varlığı ve Cezar yasası ile uyguladığı ağır ekonomik yaptırımlar. Suriye bu haliyle normal bir ülke olmaktan çıktı. İyice zayıfladı ve Ortadoğu denkleminden düştü. Türkiye’nin rolü bu noktada önemli.
Esad ile normalleşme ABD açısından, askeri operasyon düzenlemekten daha rahatsız edici olur. Birincisi, böyle bir gelişme Erdoğan için Esad yönetimiyle PYD’ye karşı ortak hareket etmenin yolunu açar. İkincisi, normalleşme ve yapılacak işbirliği Rusya, İran, Suriye eksenine Türkiye’yi daha çok çeker. Bu Rusya’nın, İran ve Esad’ın hanesine yazılacak bir kazanç olur. Şu anki statükodan en çok memnun olan iki ülke ABD ve İsrail. Bu dengenin bozulmasını, kendileri dışında sahada yeni bir gerçeklik yaratılmasını Washington’un kabul etmesi çok zor. Buna bir şekilde tepki verir. Bu aşamada Esad ile normalleşmenin önündeki en büyük engel Erdoğan’ın kendi seçmeni değil ABD.
Erdoğan bilindik bir yolu deniyor. Bir ay içinde Putin ile iki kez görüşüp, Biden’a gel beni onun yanından al demeye çalışıyor. Seçime giden süreçte sen bana destek olmazsan, ben bu seçimi gerekirse Putin’in desteğiyle kazanırım, Esad ile anlaşır, bölge jeopolitiğindeki en tehlikeli üçlü masaya dördüncü yazılırım diyor. Türkiye şu anda Batı’nın en sert yaptırım uyguladığı iki ülke olan Rusya ve İran ile yakın görünmeye çalışıyor. Buna üçüncü en sert yaptırım uyguladığı Esad Suriyesini de eklerse, bir tür Batı’dan dışlananlar klubünün üyesi olmayı, eğer bu seçenek seçimleri kazanmasına hizmet ederse razı olacak gibi duruyor. Yoksa, Erdoğan’ın yolu aslında hep Batı’dan geçti.