Eşsiz jeopolitik konum

.

Avrupa'nın bir şehrinde, bambaşka konuda bir toplantıdayım. Konu geliyor dolaşıyor, Avrupa Parlamentosu seçimlerine dayanıyor. Konuşmacı, "Son gelişmeleri takip ediyor musunuz?" diye soruyor. Hepimiz takip ediyoruz. Özellikle Avrupa Parlamentosu seçimleri ile onu takip eden Fransa'nın yerel seçimleri ana gündem maddesi. "Aşırı sağ" yükseliyor, diyor. Bunun korkutucu bir gelişme olduğunun altını çiziyor. Bunların üzerine AP seçimleriyle, savaşlar, savaşlarla sağın yükselişi ve ülkemizin konumu aklımda mekik dokuyor. Bu yazıda sizleri bir zihin turuna çıkaracağım.

Ankara'ya döndüğümde "Üçüncü Dünya Savaşı" sözünü haberlerde okuyorum. Önce 18 Mart'ta Rus Lider Putin, beşinci defa seçilmesinin ardından Batı dünyasını uyarıyor: Rusya ile ABD liderliğindeki NATO askeri ittifakı arasında doğrudan bir çatışmanın 'Üçüncü Dünya Savaşı'na bir adım kalması anlamına geleceği'ni ifade ediyor. Daha yakın zamanda, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından en büyük jeopolitik kriz döneminin yaşandığını ifade eden Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic şu cümleleri kuruyor: "Önümüzdeki aylarda Avrupa ve dünyada (mevcut) durumun kızışmasını ve çok ciddi sonuçlarla karşılaşmasını bekliyorum" dedi. Tarih 24 Haziran. Bu konu gündemdeyken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan "3. Dünya Savaşı konusunu ciddiye alıyoruz, böyle bir risk var" dedi. Ardından Milli Savunma Bakanlığı'ndan (MSB) Fidan'ın uyarısıyla ilgili soruları yanıtladı. MSB yetkilileri, "Üçüncü dünya savaşı gibi karanlık bir tabloyu başta ülkemiz olmak üzere kimse istemez, ama ordumuzun da her türlü senaryoya hazır olduğunu belirtmek gerekir" açıklaması yaptı.

Bir başka 3. Dünya Savaş polemiği ABD'den geldi. ABD'de başkanlık seçimleri öncesinde Trump, Biden'ı yeni bir dünya savaşının eşiğine getirmekle suçladı. Biden ise Trump'ın kazanmasının savaşa yol açacağını savundu.

Malumunuz, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Komisyonu seçimleri, Avrupa Birliği'nin demokratik işleyişinde önemli bir rol oynar ve kıtanın siyasi yönelimlerini yansıtan bir ayna niteliğindedir. Özellikle sağ popülizmin yükselişi, bu değişikliklerin merkezinde yer almaktadır.

Sağ popülizmin Avrupa genelinde yükselmesinin birçok nedeni bulunuyor. İlkine, ekonomik sıkıntılar ve gelir eşitsizliğinin artması diyebiliriz. Bu durumun toplumun, geleneksel siyasi partilere olan güvenini sarstığını söylemek mümkün. 2008 finansal krizi ve ardından gelen ekonomik durgunluk, özellikle işçi sınıfı ve orta sınıfı derinden etkilemiş, bu da popülist partilere olan ilgiyi artırmıştır. Bu partiler, mevcut düzeni eleştirerek ve toplumun geniş kesimlerinin hoşnutsuzluklarını dile getirerek destek toplarlar. Ama sosyal politika önerileri var mıdır? Yoksulluğu kaldırmak için yeni istihdam politikaları geliştirebilirler mi? Ah bu siyasi söylem, dünyayı yerinden oynatırsın da, yerine ne koyarsın?

İkinci olarak, göç ve entegrasyon konuları, sağ popülist partilerin başlıca söylemlerinden biri niteliğinde. Kırılgan coğrafyalardan, özellikle, Suriye, Afganistan ve Afrika'dan gelen göçmen akını, Avrupa toplumlarında kültürel ve sosyal kaygıları artırıyor. Haliyle göçmen karşıtı ve milliyetçi söylemler besleniyor. Sağ popülist partiler, toplumun kaygılarını yine "güven" söylemiyle manipüle ederek ve göçmen karşıtı politikalar önererek geniş bir seçmen kitlesine ulaşıyor.

Avrupa Parlamentosu'nda sağ popülist partilerin artan varlığı, Avrupa'nın siyasi dengesini değiştiriyor. Fransa'da Marine Le Pen'in liderliğindeki Ulusal Cephe (şimdi Rassemblement National), İtalya'da Matteo Salvini'nin başkanlığındaki Lega ve Almanya'da Almanya için Alternatif (AfD) gibi partiler, seçimlerde önemli başarılar elde etmişlerdir. Geçmiş dönemda siyasi spekturumda "uç" ta yer alan bu partiler merkez siyasetin aktörleri haline dönüşüyor. Bu da Avrupa Birliği'nin kendi içindeki mekanizmaları da dönüştürebilecek bir niteliğe bürünüyor. AB'nin daha fazla entegrasyon ve ortak politika geliştirme çabalarına karşı, sağ popülistlerin göç ve iklim değişikliği konusundaki katı tutumları, yeni politik anahatların belirlenmesinin de önüne geçme potansiyeline sahip. Bu partilerin söylemlerinin, toplumsal kutuplaşmayı artırarak, Avrupa toplumlarında hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığın artmasına yol açabilir.

Eşsiz Jeopolitik Konum

Türkiye'den komşu ülkeler doğru baktığımızda, neredeyse tüm çevremiz "savaş" ile çevrili. Haritaya baktığım zaman aklıma karikatürist – yazar Behiç Ak'ın bir karikatürü gelir. Baba çocuğuna hangi ülkelerin ne geliştirdiğini anlatır. Çocuk babasına sorar, "Peki, biz neyi geliştirdik?" Babası yanıtlar: "Hiçbir şey. Çünkü biz jeopolitik açıdan çok önemli bir ülkeyiz." Türkiye'nin eşsiz jeopolitik konumu her an her türlü senaryoya hazırlıklı olmamızın, diken üstünde durmamızın da en temel nedenlerinden biri aslında. Zira, 18 Mart Mutabakatı da "jeopolitik üs" olmamızın önünü de açtı. Bu da ayrı bir yazı konusu. Kayseri'den başlayan Afrin'e sıçrayan protesto gösterileri Türkiye için bir başka döneme mi işaret ediyor yoksa saman alevi gibi sönecek mi, gözlemlemeye devam ediyor.

Bu "eşsiz" jeopolitik konum neydi? Çevremiz ateş çemberiyle sarılı. İsrail – Hamas Savaşı devam ediyor. 40 bine yakın çoğu kadın ve çocuk kayıplar var. İsrail – Hizbullah savaşı devam ediyor. İran ve İsrail arasındaki gerginlik devam ediyor. Arada Husiler, Suudiler ile kavgalarının ortasında özellikle gemi ticaretini hedefleyen bombalama stratejisi izliyor. Dünyanın büyük endişeyle izlemeye başladığı ancak haber gündeminden düşen Ukrayna – Rusya Savaşı da devam ediyor. Karadeniz Havzası etkilenmeye devam ediyor.

Suriye iç savaşı devam ediyor. Erdoğan ile Putin görüşmesinde Suriye gündeme geldi elbette. Erdoğan "İsrail'in Filistin topraklarındaki saldırıları ve Lübnan'a yönelik tehditlerinin, bölgesel ve küresel barışı ve huzuru hedef aldığını, Türkiye'nin sınırlarının hemen ötesinde bir teröristan kurdurmamakta kararlı olduğunu, başta Suriye iç savaşı olmak üzere istikrarsızlıkların sonlandırılmasının önemini ifade etti ve Türkiye'nin çözüm için işbirliğine hazır olduğunu iletti. Sizce Esat ile kolayca normalleşebilir miyiz? Adana Mutabakat ruhu dönemine dönülecek mi acaba? Dönülecekse de, nasıl?

Bunlar olurken, nükleer silah harcamaları 2023'te yüzde 13,4 arttı. Rusya Devlet Başkanı Putin, nükleer cephaneliği geliştireceklerini açıkladı. Rusya'nın nükleer doktrinini gözden geçirdiği ve Batı'yı "ateşle oynadığı" uyarısında bulundu. Aynı zamanda, Rusya ve Kuzey Kore arasında stratejik ortaklık anlaşması imzalandı. En büyük artış yüzde 18 ile ABD'de gerçekleşti. ABD, 51.5 milyar dolarla nükleer silahlanmaya en çok bütçe ayıran ülke oldu. Çin ve Rusya da yüksek harcamalar yaptı.

Eşsiz jeopolitik konumumuzda, artık sahne önüne taşınan "Üçüncü Dünya Savaşı" söylemiyle karşı karşıyayız. Pek umutlu bir durum karşısında değiliz.

Ama sizi teselli edecek bir haberim var, sadece Türkiye değil dünyanın her ülkesi, demokrasiye ve sosyal demokrasiye inanlar için ağır bir değişim ve dönüşüm dönemi geçiyor. 2024 yılını, bir sonraki yıllara bakınca çok iyi hatırlamayacak olabiliriz.

Köşe Yazıları Haberleri