FARC’tan ELN’ye Kolombiya barış süreçleri üzerine

Ağustos ayında göreve başlayan Gustavo Petro hükümetiyle ELN arasında resmi bir barış sürecinin başlatılmasına artık kesin gözüyle bakılıyor.

2016 yılında, dönemin dünyadaki en eski faal gerilla örgütü olan FARC-EP (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri – Halk Ordusu) ile Kolombiya Devleti arasında imzalanan barış anlaşmasının ardından dünyanın en eski gerilla örgütü unvanı bir başka Kolombiyalı örgüt olan ELN’ye (Ulusal Kurtuluş Ordusu) geçmişti.

Ağustos ayında göreve başlayan Gustavo Petro hükümetiyle ELN arasında resmi bir barış sürecinin başlatılmasına artık kesin gözüyle bakılıyor. 60’ların ilk yarısında kurulan bu örgütlerin kuruluş dönemlerine Mavi Defter’de yazdığım ve henüz tamamlayamadığım “Kolombiya’da Şiddetin Geçmişi” yazı dizisinde değinmiştim. Bu yazıda FARC ile yürütülen barış sürecindeki bazı hataların altını çizerek, ELN ile yürütülmesi planlanan barış süreci için bazı dersler çıkarmaya çalışacağım.

Barış sürecine dair yapacağım eleştirilerde aşırı sağcı Iván Duque hükümetine (2018-2022) odaklanmayacağım. Bu hükümet zaten FARC ile imzalanan barış anlaşmasına karşıydı ve savaş politikalarının devamını tercih ediyordu. Haliyle, bu dönemde barış sürecinde yaşanan aksaklıklar hatalardan kaynaklanmaktan ziyade bilinçli olarak izlenen siyasetin sonuçlarıydı. Barış sürecini yıpratmayı ve itibarsızlaştırmayı hedefleyen Duque hükümetinin siyasal hamlelerini barış sürecine zarar vermekle eleştirmek pek mantıklı olmaz. Onun yerine barış anlaşmasını imzalayan ve samimi olarak barış sürecini destekleyen Juan Manuel Santos’un başkanlığı (2010-2018) dönemindeki politikaları eleştirmek yeni barış sürecine yönelik dersler çıkarmak için daha uygun olacaktır.

SANTOS’UN BAŞKANLIĞI

2002 yılında başkanlık seçimini ilk turda yüzde 53 oranında oyla kazanan aşırı sağcı Álvaro Uribe döneminde benimsenen güvenlikçi politikalar çok sayıda insan hakları ihlalini beraberinde getirmişti. Eski Antioquia valisi olan (vali olarak adlandırdığım bölge yöneticilerinin – gobernador – seçimle göreve geldiklerini not edeyim) Uribe dönemi paramiliter grupların ve uyuşturucu kartellerinin faaliyetlerinin yoğunlaştığı, ordunun çok sayıda sivili öldürdüğü bir dönemdi. 2006 yılındaki seçimi de ilk turda (yüzde 62,35 oranında oyla) kazanan Uribe, Kolombiya’daki iki dönem kuralını değiştirip başkanlığa devam etmek istese de bunda başarılı olamadı. Bunun üzerine, başkan adayı olarak kendi döneminde savunma bakanlığı yapan Juan Manuel Santos’u destekledi.

Uribe’nin desteklediği Santos başkanlık seçimini ikinci turda, solun adayı Antanas Mockus karşısında yüzde 69,13 oranında oy alarak kazandı. Başkan seçildikten sonra kendisini başkan seçtiren Uribe’yi karşısına alarak FARC ile barış görüşmelerine başladı. Bunun üzerine Uribe, 2013’te Centro Democrático (Demokratik Merkez) isimli siyasi partiyi kurdu. Parti, 2014 başkanlık seçiminde Santos’un karşısına düşük profilli bir aday olan Óscar Iván Zuluaga’yı çıkardı. İkinci turda yüzde 51 oranında oy alan Santos, başkanlığa 2018 yılına dek devam etti. 2018’deyse Centro Democrático’nun bir başka düşük profilli adayı olan Duque, mevcut başkan Gustavo Petro karşısında seçimi kazanarak başkanlığa geldi.

2016 yılında yapılan düşük katılımlı Kolombiya barış anlaşması referandumundan “hayır” oyu çıkması, “hayır” kampanyasının adayı Duque’nin 2018’de başkan seçilmesi, aynı yıl yapılan yasama organı seçiminde barış karşıtı Centro Democrático’nun birinci parti olması, Santos’un partisi olan Partido de la U’nun (Halk İçin Birlik Partisi) 2018’de beşinci parti olması ve ilk dört sıradaki diğer partilerin de sağ partiler olması gibi olgular vatandaşların önemli bir kısmının barış sürecine şüpheyle yaklaştığını gösteriyor. Barış sürecini destekleyen siyasetçilerin başında gelen eski gerilla Petro’nun 2022 başkanlık seçimini kazanması, partisinin de 2022 yasama organı seçimlerinden birinci parti olarak çıkması bu durumun değiştiğini gösteriyor. Santos döneminde daha farklı stratejiler izlenseydi belki de barış sürecinin vatandaşların büyük çoğunluğunun desteğini alması için bunca sene beklemek gerekmeyecek, bu dönemde gerçekleşen cinayetlerin, katliamların, şiddet olaylarının, insan hakları ihlallerinin önüne geçmek de mümkün olabilecekti. Tam da bu yüzden Santos döneminde yapılan bazı hataları incelemenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bunlardan bazılarına başlıklar halinde değineceğim.

NEOLİBERAL SÖYLEM

Santos döneminde barış sürecinin meşrulaştırılması neoliberal bir söylem eşliğinde gerçekleşti. Bu söylemin birkaç öne çıkan özelliği oldu: 1) Barış sürecinin ekonomik büyüme yaratacağı iddiası, 2) İç savaş mağdurlarının neoliberal kıstaslar üzerinden değerlendirilmeleri ve bu çerçevede bazı mağdurların “örnek” olarak öne çıkarılması, 3) Neoliberalizmden taviz verilmeden toplumsal barış inşasının mümkün olduğu yönündeki önkabul.

Barış sürecinin ekonomik büyüme sağlayacağı, ekonomiye olumlu etki yapacağı iddası birkaç yönden çok sorunluydu. İlk sorun her şeyden önce bu iddianın o kadar da doğru olmayışı. Kolombiya ekonomisi büyük ölçüde başta kokain olmak üzere uyuşturucu ticaretine bağlı. Bu ticaretin sekteye uğramasının süreç iyi yönetilse dahi kısa vadede ekonomik istikrarsızlık yaratacağı açık. Uyuşturucu ticaretinden gelen ve sonradan aklanan para bütün sektörleri etkiliyor. Savaş koşullarının ortadan kalkmasının uyuşturucu ticaretini olumsuz etkileyeceğini, bunun da ekonomik istikrarsızlığa yol açabileceğini söylemek mümkün. Bunun yanı sıra bazı çokuluslu ve ulusötesi şirketlerin de savaş koşullarını kârlı buldukları için Kolombiya’da faaliyet gösterdiklerini biliyoruz. Devletin güvenlik güçleri ve paramiliter gruplar aracılığıyla gerilla örgütlerine karşı yürüttüğü savaş 1964 yılından bu yana devam ediyor. Bundan önce de 1946-1958 arasında liberaller ve muhafazakârlar arasında gerçekleşen iç savaş mevcuttu. Yani, Kolombiya en azından 75 yıldır savaş koşullarında bir ülke. Ekonomik sektörlerin de buna uyum sağladığı açık. Toplumsal barış inşası ekonomik bir dönüşümü de beraberinde getirecektir, bu dönüşümün ilk başta ekonomik istikrarsızlığa yol açması da kimseyi şaşırtmamalı. Barış sürecini ekonomik büyümenin bir aracı olarak kuran söylem, bu büyüme gerçekleşmediğinde doğacak tepkinin de sorumlusudur.

Barışı ekonomik büyüme karşısında araçsallaştırmanın kendisi de çok büyük bir sorun. Para kazanmak için inşa edilecek bir barışın çok da kalıcı olmayacağını hepimiz öngörebiliriz. Barış, gerekirse uğrunda bedel ödenebilecek bir hedef olarak inşa edilmelidir. Barışı ikincilleştirmek, ana hedefe (örneğin ekonomik büyüme) ulaşmak için daha uygun yollar bulunduğunda terk edilmesinin de önünü açmakta. Dahası, Kolombiya’nın toplumsal sorunlarını salt ekonomik koşullara indirgeyen bir söylemin gerçek bir barış inşasıyla sonuçlanması da pek ihtimal dahilinde değil. Şiddeti teşvik eden veya en azından meşrulaştıran kültürel, toplumsal ve siyasal koşullar dönüştürülmediği müddetçe kalıcı barış inşası hedefine ulaşmak mümkün olmayacaktır.

İç savaş mağdurlarını rekabet, verimlilik, üretim, kişisel başarı gibi kavramlar çerçevesinde değerlendiren söylemler Santos döneminde yoğunlukla üretildi. “Kendi çabalarıyla” sosyo-ekonomik koşullarını dönüştürdüğü iddia edilen mağdurlar alkışlandı, devletten tazminat talep eden mağdurlar küçümsendi. Mağdurlar arasında bir rekabet atmosferi oluşturuldu. Şiddete maruz kalmış, köyünden kaçmış, evi yakılmış, yakınları öldürülmüş bu insanların psikolojik ve fiziksel sorunları gündeme getirilmedi. Sanki iç savaş mağdurlarının üretim ilişkilerine bir biçimde dahil edilmesi sorunların ortadan kalktığı anlamına gelecekmiş gibi bir hava oluşturuldu. Bu şekilde iç savaş mağdurlarına yönelik olumsuz bir algı yaratıldı, mağdurların çoğunluğu içinde bulundukları koşullar yüzünden suçlandılar. Mağdurlara yönelik empati duygusu yaratmakta başarısız olundu.

Ülkenin neoliberal ekonomik modeli tartışmaya açılmadı. Sanki mevcut savaş koşullarının ekonomik sömürüyle ilişkisi yokmuş gibi bir tutum takınıldı. Temel hizmetlerin neredeyse tamamının özelleştirildiği, yoksulluğun yaygınlaştığı koşullarda kalıcı toplumsal barış inşasının neredeyse imkansız olduğu gerçeği görmezden gelindi. Binlerce insanın sokakta yaşadığı, aşırı yoksulluğun kol gezdiği bir ülkede “insan onuru” söyleminin altının boş kalacağı hesaplanamadı.

FARC’A YÖNELİK SÖYLEM

Gerek uluslararası gerek ulusal medya söylemi FARC’a tepeden bakan bir söylemdi. Barış anlaşmasını imzalayan Kolombiya başkanı Santos’a Nobel Barış Ödülü verilirken aynı anlaşmayı imzalayan Timochenko lakaplı FARC komutanı Rodrigo Londoño’nun görmezden gelinmesi bu durumun örneklerindendir. Sanki FARC silahlı mücadeleye gelecekte silah bırakabilmek için başlamış, bütün FARC kadroları silah bırakmaya can atıyormuş gibi bir hava yaratıldı. Kolombiya Devleti’nin veya Santos hükümetinin verdiği tavizler konuşurken FARC’ın tavizleri gündeme gelmedi.

FARC gerçekten de ulusal devrim hedefine ulaşmaktan çok uzaktı. Örgütün 80’lerdeki stratejisi başkent Bogotá’yı ele geçirerek sosyalist devrim ilan etmek ve hızlı bir biçimde başta SSCB olmak üzere Doğu Bloku ülkeleri tarafından tanınarak, bu ülkelerin de desteğiyle kademeli olarak ülkenin tamamını kontrol altına almaktı. FARC, başkenti ele geçirebilecek askeri güce sahipti ama dış destek olmadan başkenti uzun süre kontrol edebilecek askeri güce sahip değildi. Başkenti kuşatma yönündeki girişimleri kısmen olumlu sonuç vermekteydi, başkentin çeperinde dönem dönem çatışmalar meydana geliyordu. SSCB’nin yıkılması bu planı ortadan kaldırdı. Bu tarihten itibaren FARC’ın ulusal devrim hedefine ulaşması neredeyse imkânsız bir hal almıştır. Yine de FARC’ın barışmaya mahkum olduğunu söyleyemeyiz. SSCB’nin yıkılmasından sonra 20 sene varlığını sürdürebilmiş bir örgüt sanıyorum bir süre daha varlığını devam ettirmekte sorun yaşamayacaktı.

Gerek kamu görevlileri gerekse ana akım medya organları FARC üyelerinin “yeniden entegrasyonuna” odaklanan bir söylem benimsediler. Entegre olunması planlanan toplumun emek sömürüsü, ırkçılık, cinsiyetçilik, toplumsal tabakalaşma, yoksulluk, yolsuzluk vb. sorunları gündeme getirilmedi. Sanki çatışmanın sebebi sorunlar değilmiş de sorunların sebebi çatışmaymış gibi bir yaklaşım benimsendi. FARC’ın toprak reformu gibi talepleri yeterince konuşulmadı. Bu koşullar yılların medya propagandasının da etkisiyle ortaya çıkan FARC’a yönelik aşırı olumsuz algının iyice pekişmesine yol açtı.

FARC’A DAİR SİYASİ DÜZENLEME

FARC’ın siyasi partiye dönüştürülmesi kararı bence barış anlaşmasının en büyük yanlışlarından biriydi. Anlaşma iki dönem boyunca (2018-2022 ve 2022-2026) FARC’ın kuracağı siyasi partiye (şimdiki adıyla Comunes) 5’i Senato’da 5’i de Temsilciler Meclisi’nde olmak üzere 10 üyelik kontenjan ayrılmasını öngörüyordu. Bu bence çok olumlu bir düzenlemeydi, bu şekilde FARC üyeleri yasama organına dahil edilmiş oluyordu. Lakin bununla beraber FARC’ın kuracağı bir siyasi partinin seçimlere de katılması kararlaştırıldı. Yasal siyaset tecrübesi olmayan ve içinde bulunduğu koşullar bu dönüşümü hızlıca gerçekleştirmesine elverişli olmayan bir siyasi hareket için bu durum çok riskliydi. FARC, 2018 Senato seçiminde oyların yüzde 0,36’sını, Temsilciler Meclisi seçimindeyse oyların yüzde 0,21’ini aldı. Bu durum FARC’ın meşruiyetine ciddi biçimde darbe vurdu. Halbuki siyasi partiye dönüşme konusu ertelense, ilk iki dönem boyunca FARC’ın yalnızca kontenjan üyeleriyle temsil edilmesi kararlaştırılsa, partileşip partileşmeme kararı 2026’ya bırakılsa kamuoyunun FARC algısı daha olumlu olacaktı. Anlaşmadan bu yana silah bırakan 333 FARC militanının öldürüldüğü bir ortamda FARC’ın sıradan bir siyasi parti gibi seçim çalışması yapması düşünülemez. Bunun öngörülmemesi Santos hükümetinin hatası oldu.

PARÇALI BARIŞ YAKLAŞIMI

Toplumsal barış inşasının bütüncül bir olgu olduğu, yalnızca çatışan taraflar arasındaki anlaşmayla çözülemeyeceği hesaba katılmadı. Uyuşturucu kartellerinin ve paramiliter grupların faaliyetlerine devam ettiği, ELN gerillalarıyla çatışmaların sürdüğü bir ortamda FARC ile kalıcı barış inşasına yeterli toplumsal destek sağlanamama ihtimali göz ardı edildi. Polisin Savunma Bakanlığı’ndan alınıp İçişleri Bakanlığı’na bağlanması veya zorunlu askerliğin kaldırılması gibi hamleler süreci olumlu etkileyebilirdi.

Geçtiğimiz dönem, barış sürecinin yürütülmesinde hükümete fazla yetki verildiğini de gösterdi. Eğer süreç büyük ölçüde devlet dışı oluşumlar tarafından kontrol edilseydi 2018 yılında göreve gelen Duque hükümetinin bu sürece bu denli zarar vermesi de mümkün olmayabilirdi.

BİTİRİRKEN

ELN ve Kolombiya Devleti arasında gerçekleşecek barış sürecinin başarıya ulaşması, EPL’nin (Halk Kurtuluş Ordusu) 1991’de silah bırakmayan küçük bir kısmının ve FARC’tan ayrılarak silah bırakmayan veya tekrar silahlanan grupların da silah bırakmalarının sağlanmasıyla birlikte, Kolombiya tarihinde 60’lardan bu yana ilk kez ülkede aktif gerilla grubunun bulunmayışıyla sonuçlanabilir. Petro hükümetinin bunu başarmak istediği açıkça görülüyor. Bu doğrultuda alınması gereken bazı önlemler var.

Barış görüşmelerinin çatışmaya yol açan toplumsal koşulların dönüşümüyle birlikte yürütülmesi gerekmekte. Yoksulluğun, ırkçılığın, çeşitli sömürü ilişkilerinin devam ettiği bir Kolombiya’da toplumsal barış inşası girişimleri büyük zorluklarla karşılaşacaktır. Başta ekonomik sömürü düzeni olmak üzere ülkenin belli başlı sorunlarıyla mücadele etmeden salt ELN’ye silah bıraktırma odaklı bir yaklaşım benimsenirse süreç başarısız olabilir.

Barışın önemine odaklanan, barışı araçsallaştırmayan bir yaklaşım da kesinlikle gerekli. Bu sürecin yürütülmesinde, daha önce de belirttiğim üzere, akademi, sivil toplum, barolar, sendikalar, mağdur örgütleri gibi devlet dışı oluşumların doğrudan görev almaları barış sürecini olası hükümet değişikliklerinden korumak için gereklidir. Yine, ülkenin uyuşturucu kartelleri ve paramiliter örgütler gibi diğer silahlı aktörlerine yönelik de çatışmayı sonlandırmayı hedefleyen politikalar benimsenmesi büyük önem taşıyor. Aksi takdirde, FARC örneğinde olduğu gibi, gerillanın boşalttığı bölgelere paramiliterlerin ve kartellerin yerleşmesi söz konusu olabilir. Bu durumun toplumsal barış inşasına katkı sunmayacağı da açık.

Son olarak, ELN’nin yasama organlarında kontenjanla temsil edilmesi olumlu bir öneri olabilir. Fakat ELN’nin partileşmesi gibi bir süreç aceleye getirilmemelidir. Silah bırakan gerilla örgütleri yasal siyasi partilere dönüşmek zorunda değil. Parti dışı siyasal oluşumlar olarak da faaliyetlerine devam edebilirler. Bu konuda izlenecek yolun belirlenmesi anlaşmanın imzalanmasından en az beş yıl sonraya bırakılırsa daha sağlıklı sonuçlar alınabilir.

Umalım ki ELN’yle olan barış görüşmeleri de FARC’la yürütülen barış süreci de olumlu biçimde sonlansın ve Kolombiya barış inşası konusunda diğer ilkeler için olumlu bir örnek olarak tarihte yerini alsın.

Köşe Yazıları Haberleri