Biz gazeteciler açısından en büyük sıkıntı, memleketin içinde bulunduğu “hal” nedeniyle sürekli aynı konuları yazmak zorunda kalmamız. Aynı konuları hem de aynı şekilde, hiçbir ilerleme, gelişme olmadan yazmak gerçekten hoş bir iş değil.
Memleketin hiç değişmeyen meselesi Kürt meselesidir. Bu nedenle bir yazımın başlığı “memleketin en önemli 2 meselesinden biri” idi. Biri değişir ama o hep kalır.
Adı çok uzun olduğu ve meramını da anlatmakta yetersiz kaldığı için TBMM’de kurulan komisyona hep “TBMM’de kurulan komisyon” dedik. Komisyon 18 toplantı yaptı ve ilk somut kararını İmralı’daki Abdullah Öcalan’ı “resmi bir TBMM heyeti” olarak ziyaret etmek için aldı. Şimdi CHP’nin katılmadığı heyet İmralı’ya giderek Öcalan ile görüşecek.
Bu konudaki acayiplikler sadece komisyonun “TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” olan adı ile başlamıyor. Ne için kurulduğunu ve bugün ne yapmak istediğini de anlayabilmiş değiliz. Bir önceki, 2015’te biten “süreç”, TBMM’nin içinde olmadığı için eleştiriliyordu, şimdi “TBMM de içinde” demek için mi oluşturuldu, ben dahil pek çok kişi bunu anlamış değil.
Yöntem ve niyet olarak bu komisyonu ve süreci eleştirdiğiniz zaman gelen eleştiriler de hayli can sıkıcı oluyor. Geçen süreçte de bunu yaşamıştık. Bir anda “Kürt meselesinin çözümünde” kendinizi MHP ve AKP’nin gerisinde hissetmeye başlıyorsunuz. Son aldığı karar ile CHP de bunu yaşadı. Devletin onayladığı İmralı heyetinde yer alan Pervin Buldan “Ana muhalefet DEM partidir. Nokta” paylaşımı yaptı sonra bunu sildi. Bunu yazma motivasyonu neydi bilemedim. Ama iktidarın yörüngesine girdiğiniz zaman ana muhalefet değil iktidar paydaşı olursunuz. Teknik olarak da durum budur.
Komisyon CHP için geri adımdır
CHP’nin komisyona katılmasını da eleştirmiştim. Bu CHP için geri adımdır. CHP, bu meselede hayli cesur bir siyasal çizgiye ve tarihsel pratiğe sahiptir. DEM kadar olmasa da çok politik bedeller ödemiştir. Bugüne kadar “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” diyen MHP ve politik faydacı bakışları “bir varmış bir yokmuş” tutumunu son olarak “Kürt sorunu vardı biz çözdük bitti”ye taşıyan AKP ile aynı noktaya gelmek, CHP siyaseti için net geri adımdır. O komisyona girdiğiniz zaman çıkmanızın da komisyonun aldığı kararların dışında kalmanızın da bir anlamı olmaz.
DEM siyaseti açısından komisyon hem muhatap alınmak hem de bir biçimde devlet ile temas kurma imkânı bakımından politik kazanımdır. Öcalan’ın özne haline gelmesi de DEM siyaseti açısından önemli bir kazanımdır. Ama bunlar CHP için geçerli değildir.
Erdoğan’ın “ihtiyatlı iyimserlik” diyerek hayli mesafeli durduğu, politik olarak Devlet Bahçeli’nin sırtlandığı, çok hoşlanmamasına karşın sırtına “görev” olarak yüklenilen Numan Kurtulmuş’un da TBMM tarafını üstlendiği, adına süreçten başka bir şey diyemediğimiz bu meseleye CHP niye ilkesel bakmadı? CHP’nin benzer amaçlar için kurulmasını istediği komisyon önergeleri hemen reddedildi. CHP kendi önergesini reddedenlerin aynı içerikte olan önergesine niye evet dedi?
AKP’nin muhtelif politik kaygılarla “mahcup” müdahil olduğu bir süreç bu. Bahçeli’nin dönem dönem öfkelenmesinin nedeni de bu “mahcubiyet” değil mi? CHP’nin bu, kendi aralarında muhtemelen rol dağılımı yapmış “ortaklar” arasında olmasının politik mantığını anlayan var mı?
Komisyonun adında bulunan kardeşlik, barış ve demokrasi talep ettikleri için bu memlekette başına iş gelmeyen kimse kalmadı. Pek çoğu halen haksız hukuksuz cezaevlerinde. İsimlerini burada sayarsam kesinlikle yarısı eksik kalacaktır.
Bu ülke yeni mi kardeşlik, barış ve demokrasiye ihtiyaç duymaya başladı? Bu eleştirileri dile getirdiğiniz zaman hemen “terör bitmesin mi, barış, huzur gelmesin mi?” istiyorsunuz diyorlar. Evet bunları bugün değil, dün de istedik. İtirazımız “siz istediğiniz için ve siz istediğiniz zaman” olmasınadır. Dün, insanlar ölürken Nihat Asyalı’nın “Şehitler tepesi boş kalmayacak” dizleri dillendirilirken de talep edildi bu ülkede barış, kardeşlik.
Şimdi o şehitlerin adının verildiği üst geçitlerin altından geçerken canınız yanmayacak mı? Niye o zaman değil de bu zaman? Bunu sormayalım mı?
MHP kurmaylarının bu dönem sık sık dile getirdikleri “Anayasa hukukuna giriş” dersinin ilk bölümü gibi yapılan açıklamalara mı kanmak lazım? Oysa dün HDP’yi kapatmayan Anayasa Mahkemesi’nin kapatılması için kürsülerden yüksek volümle çağrılar yapılıyordu. Bunları “olmamış” gibi kabul etmek “tekrarlanmasına” zemin hazırlamaktır.
Memlekette Kürt meselesi de aşan bir demokrasi ve hukuk sorunu var. Ve mesele memleketi demokratik rafine bir hukuk devleti haline getirmek değil. DEM’in de CHP’nin de “umudu” komisyon üzerinden biraz hukuk biraz da demokrasi “tırtıklamak”. Bu olmayacak, bunun en ufak işareti bile yok ama olursa da “lütuf” demokrasi ve hukuk ne kadar işler göreceğiz.
Fidan ile Kalın aralarındaki büyük fark
Parlamenter sistem döneminde belirli kurumlardan sorumlu devlet bakanları vardı. Mesela spordan sorumlu devlet bakanı gibi. Şimdi de bazı “ilgi ve sorumlulukları” tarif etmek için aynı kategoriyi kullanabiliriz. Şam’dan sorumlu devlet bakanı Hakan Fidan, SGD’den sorumlu devlet bakanı İbrahim Kalın. Komisyona verdikleri bilgiden sonra Kalın’ın meseleye Fidan’dan daha fazla hakim olduğu izlemini de yarattığını söylemek lazım. Pratikte de aynı durum söz konusu. Sürecin direksiyonunda Kalın var.
Bu konum, AKP’li milletvekilleri ile yapılan toplantıda Fidan’a “sürecin dışında mı kaldınız” diye sorulmuş. Fidan da “işin hep ortasındayım” yanıtını vermiş. Bu sorunun varlığı aslında cevaptan daha önemli. Fidan, MİT’ten bu yana sağ kolu olan Nuh Yılmaz’ı Şam elçisi olarak atadı. Yani resmi temaslarda Suriye işlerine net bir biçimde Fidan bakacak.
Fidan ile Kalın arasındaki en önemli görüş ayrılığı SDG konusunda. Fidan PKK’yı “çok katmanlı bir örgüt” olarak tanımlıyor ve SGD’nin ana omurgası YPG’nin bu katmanlardan birisi olduğunu belirtiyor. Ve YPG’yi de PKK kurmayları yönetiyor. Talebi tüm katmanların SDG ve YPG dahil “legalleşmesi”. Bu legalleşme meselesi biraz muallak.
Kalın, SDG ve YPG’ye bu aşamada “silah bırakma” dayatmasının hem Türkiye’deki hem de Suriye’deki sürece “sabotaj” olacağını ve ilerleme sağlanamayacağını düşünüyor. Kalın, SGD tarafının “HTŞ’nin daha önce olduğu gibi İŞİD kimliğine bürünerek bize saldırmayacağının garantisi yok. Bu garanti anayasal olarak güvence altına alınmalı” kaygı ve talebini de onaylamadan aktarıyor. Kalın SGD’nin bulunduğu noktayı, Şam ile entegrasyon da dahil yapıcı görenlerden.
Süreç başladıktan bu yana verilen bilgilere göre 117 örgüt üyesi yurtdışına çıktı 350 silah teslim edildi ve örgüte ait tüm mağaraların koordinatları devlete teslim edildi. Şimdi beklenti örgüt üyelerine sağlanacak hukuki güvence. Bir önceki deneyimin sonuçları nedeniyle somut eylem bekleniyor. Öcalan’ın talimatları örgüt tarafından koşulsuz yerine getiriliyor.
Öte yandan SDG ile de Öcalan arasında bir görüşme trafiği var. Bunun nasıl olduğu belli değil. Kalın da bunu doğruluyor. Öcalan’ın talebinin de sadece “muhatap” alınma olduğunun altı çiziliyor. Bu nedenle İmralı’yı TBMM komisyonunun ziyaret edilmesi fikri ilk Kalın’dan çıkmış. Bunun “çok yararlı olacağını” komisyona bilgi verirken de dillendirmiş. Erdoğan da CHP’nin mutlaka bu komisyonda yer almasını istemiş. Ama bu olmadı. Burada AKP’de çok “aceleci” davranan Bahçeli’yi eleştirenler de var.
Kalın bilgi verirken Kuzey Irak’taki Kürt yapısının ilk ortaya çıktığı zamanki tepkilerle bugünkü “çok iyi” ilişki düzeyinden de örnekler veriyor. Kuzey Irak’ta özellikle PKK ile mücadelede en büyük desteği Kürt yönetiminden gördüklerini anlatıyor. Bu örnek Türkiye’nin, SDG’ye bakması gereken yer konusunda da önemli. Aynı zamanda Kalın ile Fidan’ın baktıkları çok farklı yerler konusunda da.
Sonuçta memlekette içinde Öcalan’ın da yer aldığı tartışma zemininin temel nedeni Suriye, Türkiye’ye ilişkin hiçbir meselenin bu zemine gelmemiş olmasının nedeni de bu olabilir. Sonuçta PKK’nın çoktan bırakması gereken silahı, pek çok acıya acı kattıktan sonra bırakıyor olması da karşı çıkılacak bir durum değil.
Burada tarafların birbirine güvenmedikleri de bizzat işin merkezindekiler tarafından dile getiriliyor. Bütüne baktığınız zaman hayli karışık bir meseleye muhatap olduğumuz belli oluyor…