Toplumları, ülkeleri bir arada tutan muhtelif gelenekler, duygular vardır.
Bu çok klasik olan cümleyi inanarak yazdım, siyasetin, sıkça söyleyerek tükettiği cümle muamelesi yapmayın lütfen.
Örneğin Noel. Hıristiyan coğrafyasında günlerce süren hazırlıklardan sonra kentler, mahalleler süslenir, herkes birbirine hediyeler verir ve çok keyifli en az bir 15 gün geçirilir. Bireyler bu süreçte kaynaşır, ayrım ortadan kalkar ve toplum olurlar. Bunun bir başka örneği yine aynı inancın Şükran Günü yemeğidir. Burada da aileler ne olursa olsun bir araya gelir ve birlikte yemek yiyip zaman geçirirler. O alemin bu ritüelleri, sinema ve edebiyatlarının da sürekli, kalın bir biçimde vurgulayarak hatırlattığı meselelerdir. Hayatlarında o kadar vardır ki bugünler, her film senaryosunda, komedi, korku, macera, aşk konusu ne olursa olsun mutlaka yer alır.
Biz de her bayram olduğu gibi “Nerede o eski bayramlar” muhabbetini yaptığımız günlerdeyiz. Bu bayramda da en sık bu yorumu duyduğunuzdan eminim. Bir de benden duyun istedim. Gerçekten, bu coğrafyada çoğu evde dede ile torunların bir araya geldiği tek etkinlik bayramdır. Fakat hem ekonomik hem de iktidarın inançlar üzerinde yarattığı olumsuz iklim, ayrıştırma ve kutuplaştırma politikaları nedeniyle burada da bir kırılma söz konusu.
PARTİLER ARASI BAYRAMLAŞMAMA
İktidar partisi bu bayramda da HDP, DEVA, Gelecek ve Zafer partileri ile bayramlaşmama kararı almış.
MHP de HDP, İyi Parti ve Zafer Partisi bayramlaşmayacakmış... CHP ise HÜDAPAR, Merkez Parti ve Milli Yol partileriyle ve İyi Parti de MHP, HDP ve Zafer Partisi ile bayramlaşmayacaklarmış.
Muhtemelen bu bayramlaşmamanın kendilerine göre bir gerekçesi vardır, açıklamadıkları için bilemiyoruz. Ama şunu biliyoruz, örneğin HDP bugün iktidara destek veriyor olsaydı genel başkanlar düzeyinde bir bayramlaşma yaşanırdı. En azından bunun nedeninin politik olduğunu biliyoruz. (Aslında memlekette her şey bir anda komediye de dönüşebilir. Düşünsenize resmi olarak Türkiye’de 130’un üzerinde parti var. Hepsi birbiri ile bayramlaşmaya kalksa nasıl olacak?)
Dünyada belki örneği olmadığı için Millet İttifakı modeli çok konuşuluyor. Konuşuluyor ama bir türlü somut hale gelip ete kemiğe bürünemiyor. Hep bir yerleri eksik kalıyor. Aslında model tam da bu. Macaristan’da benzeri seçim ittifakı ya da İsrail’deki model ya da Fransa’daki sol blok hep Millet İttifakı ile karşılaştırılıyor ama bunda da ilerleme kaydedilmiyor. Çünkü Millet İttifakı başka. Oluştuğu ülke ve ülkenin dönemsel koşulları eşi benzeri olmayan bir durumda. Ve millet ittifakı bir tercih olarak değil bir zorunluluk olarak demokrasiye, hukuka inanan insanların ve partilerin önünde duruyor.
MİLLET İTTİFAKININ TEMELİ
Millet İttifakı'nda partiler kurumsal olarak somut bir yol haritası üzerinde bir araya geldiler. Oysa o partilerin tabanları ilk kez ve somut bir biçimde Gezi’de birlikteydiler. Şaşırtıcı gelebilir ama öyle. Hadi bunu detaylı konuşalım.
Geziye katılanlar politiktiler, hepsinin muhtelif politik kimlikleri vardı ama Gezi politik bir kategoride değerlendirilemeyecek bir itiraz hatta gençlerin nitelediği tanımla “isyan” hareketiydi.
Her ne kadar iktidarın, “yöneticileri” diyerek Osman Kavala ve arkadaşlarını ağır cezalara çarptırmış olsa bile Gezi’nin en önemli ve güçlü özelliği liderliğinin olmamasıydı. Herkes kişisel kararıyla ve bireysel olarak talep ya da itirazını dile getirmek için oraya gelmişti. Zaten itirazın, isyanın başlangıcının nedeni de tam buna yani “her şeyi yapabilme hakkını kendinde gören” liderliğeydi. Gezi, nitelikli bireysel reflekslerden oluşan toplumsal bir hareketti. Sola ait her kimlik, bayrağı ile orada, MHP’nin üç hilalli bayrağının yanındaydı, Atatürk posterleri ve Türk bayraklarıyla birlikte. İftar sofraları da bu bayrakların gölgesinde kuruldu. Ve bu bayrakları taşıyanlar arasında hiçbir sorun yaşanmadı. Biraz gecikmeli de olsa HDP siyaseti de kurumsal olarak, olayların başlangıcında yer alan milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in ardından buradaki yerini aldı. Bu politik çeşitlilik pek çok fotoğraf karesiyle Gezi’nin kimliği olarak ölümsüzleşti.
GEZİ, REFERANDUM
Gezi'nin ortaya koyduğu pratik somut sonuç, muhtelif kimlikteki insanların somut ve onaylayabilecekleri konularda bir araya gelme yeteneklerinin var olduğudur. Gezi’nin ortaya çıkardığı bu somut sonucun test edildiği ikinci süreç 16 Nisan 2017 referandumudur. Gezi kitlesi burada “hayır bloğu” olarak karşımıza çıkıyor.
Blok içinde MHP’li ülkücüler de vardı, MHP’nin iktidar kanadına geçmiş olması sizi yanıltmasın. MHP’den ayrılan ya da ihraç edilen Meral Akşener ve İyi Parti’yi kuran kadro ile birlikte çok sayıda eski Ülkü Ocakları başkanları Türkiye’yi dolaşarak “hayır” propagandası yaptılar ve bu başkanlar da daha sonra MHP’den ihraç edildiler. Burada da mevcut anayasal düzen ile derdi olan politik kesimler, gelenin daha kötü olduğunu gördüğü için nitelikli bir biçimde, mevcut anayasaya sahip çıkarak “hayır” dedi. O gün hayır dedikleri mesele bugünkü iktidardır.
Arada Millet İttifakı bir seçim deneyimi de yaşadı. Çatı aday çıkamadı ama “çatı adayı muamelesi” gören bir adayla Muharrem ince ile yol aldı. İttifak modeli sıkıntı yaşamadan çalıştı. SP adayları CHP listelerinden TBMM’ye girdi. İyi Parti, MHP’nin hemen ardından TBMM’nin beşinci partisi oldu. Bu sonuçları küçümsememek lazım, o günün seçim iklimine ve hangi koşullarda yapıldığını da hatırlayalım.
Ve son pratik yerel seçim. SP strateji gereği Millet İttifakı'ndan ayrıldı, muhalefetin adayları koşulsuz desteklendi ve sonuç alındı. İstanbul’da yenilenen seçimin sonuçları tam da nitelik, gösterilen refleks itibariyle Gezi’yi anmayı gerektirdi. Yani partilerin oluşturmaya çalıştığı ittifak modeli ve bu modelin uygulanır olduğu tabanda daha önceki deneyimlerle mevcut. Millet İttifakının önemli bir potansiyeli de burada ortaya çıkıyor. Siyasi yelpazedeki soldan sağa var olan genişliği ile birlikte aşağıdan yukarıya bir siyaset inşa etme yeteneği de mevcut bu kitlede. Her şeye rağmen bu farklı politik girişimin Türkiye siyaseti için çok olumlu bir deneyim olacağı kesin.
İŞLEYEN BİR İTTİFAK: HDP
İktidar bileşenlerinin krimalize etmeye hatta millet ittifakının masasının altına sokarak aşağılamaya çalıştığı HDP de üzerinde konuşulmasa da teknik olarak başarılı bir ittifak modelini uzun zamandır başarıyla işletiyor.
Bu ay içinde HDP çatısı altındaki yedi parti ve sivil toplum örgütü bir açıklama ile politik yol haritalarını açıklayacaklar. TÖP, TİP, HDP, EMEP ve EHP ile Halkevleri ve Sosyalist Meclisler hareketi bu ittifakın yeni döneminin seçim için bileşenleri olacak. TKP bu ittifak modelinin ilk toplantısına katıldı ve burada yer almayacağını açıkladı, Sol Parti ise hiçbir toplantısına katılmadan ittifakı reddetti. HDP’nin mevcut hali de bir ittifak aslında. İnanç ve etnik gruplardan, bu grupları temsil etme yeteneği bulunan ve HDP’ye politik olarak yakın olan yapılardan temsilciler var HDP içinde.
Garo Paylan, Turgut Öker, Ali Kenanoğlu, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Huda Kaya bu inanç ve etnik grubunu temsil eden isimlerden. Bir de siyasi yapılar var. Halkevlerini temsilen Oya Ersoy, SYKP’yi temsilen Tülay Hatinoğulları, Yeşiller ve Sol Partisi’ni temsilen Saruhan Oluç. HDP’nin katılımcı bir koalisyon olduğu dışardan bakınca tam anlaşılamıyor olabilir ama içini derinlemesine inceleyince bu özellik ortaya çıkıyor. Örneğin Garo Paylan süre sınırlaması nedeniyle bu dönem sonunda aday olmayacak. Onun yerine inanç gruplarından bir isim istenecek ve Paylan yerine yeni bir isim o inanç grubunu HDP içinde temsil edecek. Karar almadaki katılımcılık burada bitmiyor. Parti içindeki bütün grupların temsilcilerinden oluşan “Mutabakat Komisyonu” son tahlilde kararı belirliyor. Parti organlarının isimleri de burada belirleniyor.
BULDAN MI BEŞTAŞ MI?
HDP kongresini yeni yaptı. Dışarıya çok yansımasa da sıkıntılar yaşandı. Eş Genel Başkan Pervin Buldan iki dönem kuralı nedeniyle aday olmak istemedi. Meral Danış Beştaş adı öne çıktı ama Selahattin Demirtaş dengesi nedeniyle itirazlar geldi. Beştaş, parti içinde Demirtaş kanadını temsil ediyor. Sıkıntı yaşanması ihtimali üzerine devreye Mithat Sancar girdi, Buldan’ın adaylığında ısrar etti ve bunu başardı. Bütün bu tartışmalar parti içinde yaşandı. Yani hep kastedilen bir biçimde “dışarıdan” bir talimat, telkin gelmedi. Mutabakat Komisyonu meseleyi, eş genel Başkan Mithat Sancar’ın da talebini dikkate alarak çözdü.
Demirtaş’ın son yazısında söz ettiği HDP için “Türkiyelileşme” talebi parti içinde eleştirilere neden oldu. Demirtaş’ın sıklıkla yaptığı açıklamalarla ya da yayınlanan yazılarıyla HDP siyasetinin önüne geçmesi de çok eleştiriliyor.
Bu arada parti içinde, Demirtaş’ın talebine karşın HDP’nin çok fazla “Türkiyelileştiği” eleştirileri de dile getiriliyor. Bir süre önce açıklanan “siyasi tutum belgesi” buna örnek gösteriliyor. HDP içinde Abdullah Öcalan tartışmaları yaşanmıyor, o ayrı bir yerde tutuluyor ve adı bile gerekmedikçe dillendirilmiyor. Yani HDP’de, standart bir partide neler yaşanıyor ise onlar yaşanıyor. Bazı öznelerin özel durumları nedeniyle tartışmalar çok fazla uzamıyor ve sert eleştirilere dönüşmüyor. Kapatma davası da dahil üzerinde baskılar nedeniyle parti içindeki tartışmalar da somut bir hal alamıyor. HDP’nin artık içinde bol miktarda liberal bulunan bir de “danışma kurulu” var. Kurulun varlığı ve önerdiği kararlar mevcut işleyişe bir değişiklik getirmeyecek ama politik olarak sol sosyalist parti ve yapılarla ittifak kurulurken liberal eğilimlerin de ihmal edilmediğinin altı çizilecek. (Türkiyelileşme meselesine ilişkin eleştiriler sanırım uzayacak)
Bu arada Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı meselesi de HDP’nin resmi olmayan gündemi arasında. Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına güçlü bir destek çıkıyor, muhtelif eleştiriler bulunsa da. Bir dönem öncesine göre mutlak destek alacağı varsayılan Ekrem İmamoğlu’nun adaylığı ise eskisi kadar destek görmüyor…