Bugünlerin alt yapısını 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden önce kurmuşlardı. CHP’li belediyelerin kazanması halinde “parklarda militanların olacağını“, “evlere su paralarını PKK ve DHKP-C gibi örgüt militanlarının getireceklerini“ söylediler.
Saray iktidarının klasik taktiğiydi bu. Ama 31 Mart’ta tutmadı.
Ne yapıp edip İstanbul seçimini yinelettiler.
Yine olmadı. Büyük bir farkla yenildiler.
Ama Saray da o günden beri durmadı. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni tam bir kuşatma altına aldı.
Her fırsatta hem Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem de Cumhur İttifakı temsilcilerinin hedefindeydi Ekrem İmamoğlu.
İki kez sandıkta alamadığı İstanbul’u öyle ya da böyle geri almak için uğraştı Saray.
Belediye hizmetlerinde İmamoğlu’nun elini kolunu bağlamaya çalıştılar. Televizyonlarıyla, gazeteleriyle saldırdılar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Covid salgınında ihtiyaç sahipleri için topladığı 6,2 milyon liralık yardıma bile el koydular.
Devletin kaynaklarıyla izlediler, görüntülediler, suçladılar.
Ordu Valisi’ne hakaretten yargıladılar.
İmamoğlu ismi üzerinden Millet İttifakı’nın içine nifak sokmaya çalıştılar.
En sonunda ‘ahmak‘ davasından 2 yıl 7 ay hapis cezası ve siyasi yasak verdiler.
Ama o da görevden almaya yetmiyordu.
Ve başa döndüler. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bu süreçte pişirdiği “terör soruşturması“ ile seçim öncesi Saray’ın çok istediği İstanbul’u ele geçirme planını devreye soktular.
Dün İmamoğlu, soruşturmanın nasıl boş olduğunu tek tek uzun uzun anlattı. Niye İstanbul’u bu kadar çok istediklerinin de yanıtını verdi:
“Ekrem İmamoğlu onların iktidar anlayışlarının, rant kaynaklarının merkezini söküp almıştır.“
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni iştirakleriyle beraber babalarının çiftliği gibi kullandıklarını çok okuduk, dinledik, gördük, yaşadık.
TRT’de yayınlanan bir diziye belediye iştiraklerinden 22 milyon 750 bin liralık sponsorluğu anımsayın.
Saray’ın televizyonlarına, gazetelerine, internet sitelerine sadece iki yılda akıtılan 57 milyon lirayı…
İBB’nin yeni yönetiminin ortaya çıkardığı 13,2 milyar lira büyüklüğündeki yolsuzluk dosyalarını anımsayın. Hani şu İçişleri Bakanlığı’nın “biz bakacağız“ diyerek el koyduğu ve üstüne yattığı 33 yolsuzluk dosyası.
Aralarında Cumhurbaşkanlığı, 64. Başbakanlık, 15 Temmuz Derneği, AKP Genel Başkan Yardımcılığı, AKP Grup Başkanlığı, AKP İl Başkanlığı, AKP Silivri İlçe Başkanlığı, Erok Spor Kulübü, Okçular Vakfı Spor Kulübü, Sıcak Yuva Vakfı, TÜGVA’nın da bulunduğu kurum ve kuruluşlara mevzuata aykırı şekilde İBB’den makam aracı tahsis edildiğine ilişkin yolsuzluk dosyaları…
10 milyar 867 milyon 444 bin liralık metro inşaatı zararına yol açan yolsuzluk dosyaları…
Bazı dernek ve vakıflara yapılan milyonlarca liralık harcamalar, arazi satışları, TÜGVA'nın ödenen kiraları ve faturaları, milyanlarca liraya satın alınan riskli binalar...
İşte tüm bunlar yok sayıldı. Yolsuzluklar, israf, yandaşlara peşkeş çekilen kamu kaynakları saklandı.
Neymiş, “İmamoğlu İBB’ye teröristleri doldurmuş“!
Artık bunlara kimse inanmıyor ki Soylu, dün İmamoğlu’nun basın toplantısının ardından hemen kameralar karşısına geçti.
İmamoğlu’nun açıklamalarına, kendisine yönelttiği iddialara yanıt veremediği gibi yine İmamoğlu’nu suçladı.
İmamoğlu ile CHP Genel Merkezi’nin arasına kama sokmaya çalıştı.
İmamoğlu ile kimi CHP yöneticilerinin arasının limoni olmasını fırsat bildi ve şöyle dedi:
“İmamoğlu bir süre önce saygılarını sunarak beni aramıştır. Bana belli bir konuda CHP Genel Merkezi zaten beni sevmiyor ne olursunuz bana bu konuda yardımcı olur musunuz diye bir ricası da olmuştur. Ama ben kanun ne gerekiyorsa onu yaparız dedik ve onu da yaptık.“
İmamoğlu anında bu iddiayı güçlü bir şekilde yalanlayınca bir adım daha ileri gitti:
“İBB Başkanı beni aradı ve dedi ki; ‘CHP Genel Merkezi zaten bana karşı. Biz hemşeriyiz. Ne olursun beni onlara ezdirme.“
Evet, İmamoğlu’nun dediği gibi “Pandora’nın kutusu“ Soylu eliyle açıldı. Ama biliyoruz ki bu senaryo Saray’da yazıldı.
Onun için İmamoğlu, “Bu kişiyi göreve getiren Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dır. Konuşmam boyunca anlattığım görev ihmalleri zincirinin sorumlusu da odur. Sayın Cumhurbaşkanı ya kaosa razı geleceksiniz ya da İçişleri Bakanlığı koltuğuna yüzünüzü kızartmayacak birini atayacaksınız“ diyordu.
Dün tüm bunlar yaşanırken Gezi davasında Osman Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet, Ayşe Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater Utku, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay ve Tayfun Kahraman’a verilen 18 yıl hapis cezası da İstinaf’ta onandı.
Türkiye’nin kader seçimine çok az kaldı.
Sadece dün yaşadıklarımız bile nasıl bir seçim süreci ile karşı karşıya kalacağımızı açıkça gösteriyor.
Erdoğan yine “kaos“u seçti.
Onun için bu kez gerçekten İmamoğlu’nun dediği gibi muhalefet için “Gök kubbeyi başlarına yıkma“ zamanı.
Elbette hukuk çerçevesinde, yan yana durarak, sokakta ve sandıkta.
Sadece Türkiye’ye değil tüm dünyaya Saray’ın bu son oyunu en yüksek perdeden anlatılmalı.
Artık muhalefet için hem parti içinde hem de Altılı Masa’da rol çalma, güç kazanma, birbirinin gözünü oyma, küçük ayak oyunlarını bırakma zamanı.
Yoksa giden sadece Sarı Öküz olmayacak.