İLHAN UZGEL
MİT Başkanı Hakan Fidan’ın yeni hükümette dışişleri bakanı olarak atanması Türkiye için bir ilkti ve içeride ve dışarıda çok ilgi çekti. Fidan’ın geçmişi, eğitimi, bürokrasideki deneyimi detaylıca ele alındı, sorgulandı. Fidan’ın geçtiğimiz hafta, yani Ağustos 2023 başında Büyükelçiler Konferansında yaptığı konuşma ise vasat olmakla birlikte değindiği konuları ele alma şekli ve değinmediği konular açısından bazı ipuçları veriyordu. Bu yazıda Hakan Fidan’ın dışişleri bakanı olmasının tek başına büyük bir değişimin işareti vs olmadığını, onun atanmasının Türkiye’nin dış politikasında bir süredir yaşanan dönüşümün bir parçası olduğunu tartışacağım. Bunlar üzerinde durarak küresel sistemin bu yeni şekillenen koşullarında Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin nasıl ve nerede konumlandığı üzerinde duracağım.
Yeni hükümet ve dönüşüme devam
Erdoğan’ın içeride kurduğu Milliyetçi-Ulusalcı-Avrasyacı ittifakla dış politikayı militarize ettiği, yarattığı bütün sorunlara rağmen bu kesimlerin desteğini korumayı ve MHP açık ittifakı dışında bunu da genelde kamuoyunun gözden kaçırabildiğini daha önceki yazılarımda tartışmıştım. Bu güvenlikçi çevreler için dışarıda Libya, Doğu Akdeniz, Suriye, Irak ve Azerbaycan/Karabağ’da stratejik hedeflerine ulaşılması içeride ise Kürt siyasetinin baskı altına alınması elzemdi ve bunu Erdoğan ile gerçekleştirdiler. Hatta bu süreçte Suriye’nin kuzeyine yönelik operasyonlarda radikal cihatçıların kullanılmasını hem operasyonların daha etkili olması hem de asker kaybının azaltılması açısından olumlu bulup ses çıkarmadılar. Belli bir stratejik hedefe ulaştıktan sonra (en önemlisi Irak ve Suriye’nin kuzeyinin askeri ve siyasal kontrolüydü) ve Erdoğan bunu başta ABD, AB ve Rusya gibi güç merkezlerine kabul ettirebildi, bu kesimler Erdoğan ile bu koşullarda ittifakın devamında yarar gördüler. Diğer alanlarda ise elini serbest bıraktılar.
ABD ve AB, Türkiye’nin Libya, Suriye ve Irak’taki askeri varlığına ya tepki göstermedi ya da göstermelik, sonuç getirmeyen tepkilerle yetindi. Ama Doğu Akdeniz’deki tekil, başına buyruk, Fransız savaş gemisini taciz etmeye varan çıkışları, S-400 alımı vs hamleler sınırları zorlamak olarak görüldü. Hem ABD hem de AB sınırlı yaptırımlar uygulamaya başlayınca, Erdoğan 2021’den itibaren askeri pozisyon hariç, geri adım atarak müttefiklerini rahatlattı. Doğu Akdeniz jeopolitiğini zorlayan bir politikadan vazgeçti. Bundan sonra Yunanistan ile yumuşama, Ermenistan açılımı, yine aynı dönemde Orta Asya’daki etkinliğini artırmaya başladı.
Hakan Fidan neyi değiştirir?
Bir MİT başkanının dışişleri bakanı olması ilginç bulunabilir ama buradan büyük sonuçlar çıkarmak anlamlı değil. Fidan’a dair analizler kişi odaklı, neredeyse apolitik yorumlar. Örneğin, istihbarattan gelmesinin ne tür avantajlar yaratacağı, dünyadaki örnekler vs fazlaca vurgulanıyor. Fidan’ın 20 yıllık AKP iktidarının en sorunlu son 10 yılında MİT gibi, günümüzde dışişleri bakanlığından çok daha önemli, kritik bir kurumun başında olduğu, yasa değişikliğine giderek iç ve dış istihbarat yapıp, yurt dışında operasyon yapma yetkisine sahip olduğu atlanıyor. Onun istihbaratın başında olduğu dönemde komşu bir ülkede rejim değişikliği için çalışıldığı, Türkiye’nin bir cihatçı otoyolu olarak tanındığı, 2015 Haziran’ında birden başlayan ve yıl sonuna kadar devam edip, bıçak gibi kesilen korkunç terör eylemlerinin yaşandığı, darbe sırasındaki pozisyonu, mesela o gece bağlı olduğu başbakanın ona bir türlü ulaşamaması ya da teknik vs imkânlar bu kadar genişlemişken, darbe gibi çok sayıda insanın içinde olduğu bir girişimden nasıl daha önce haberdar olamadığı gibi sorular ortada kaldı. Siyasete devletçi perspektiften bakanlar Fidan’ın siyasetçi olmamasını, bürokrasi içinden gelmesini, “devleti biliyor olmasını”, dış politika yapım sürecinin içinde bulunmuş olmasını adeta kutsadı. Oysa Fidan, Erdoğan merkezli kurulmuş olan bu sistemin bir parçası, hatta en kritik elemanlarından biri. Ama istihbarat alanının kapalılığı ve gözden uzak kalması sayesinde, bütün bu yaşanan sürecin dışında görüldü, üzerine hiçbir leke yapışmadı, kondurulmadı.
Fidan konferansta ne dedi?
Yapılan konuşmanın ilginç ve çarpıcı bir yanı yok. Küresel sisteme dair analiz çok zayıf. Dış politikaya dair herhangi bir kavramsallaştırma yok, hamaset içeren birkaç cümle dışında bir vizyon yok. Belki de olması istenmemiştir. Türkiye’nin dış politikası konusunda ana ekseni “Millilik” iddiası oluşturuyor. Ulusal çıkar gibi bu da içi boş bir ifade. Bunun tersinin söylenmesi mümkünmüş gibi. Muhtemelen son dönemde ben dahil çok sayıda gözlemcinin Erdoğan dış politikasının şahsiliğine, onu iktidarda tutmaya yönelik pazarlıklar toplamına indirgendiği eleştirisine bir cevap olarak geliştirilmiş. 2021’de başlayan geri çekilme, bölgesel iddiadan vazgeçme (bu mutlaka olumsuz bir şey olmayabilir), Batı sistemine daha uyumlu bir dış politika çizgisi izleme konuşmasına satır aralarında yansıyor.
Konuşmada dikkat çeken bir nokta “medeniyetimizin değerleri” gibi bir ifadeyi kullanmış olması. Oysa, ortada tanımlanmış bir medeniyet yok, hangi medeniyetse onun değerlerinin ne olduğu anlaşılmıyor. Coğrafi olarak, özne olarak, tarihsel olarak ne kastediliyor belli değil, sanki üzerinde anlaşılmış bir tanım varmış gibi kullanılan bir medeniyet kavramı var ki, biraz aşağıda bu kez “Medeniyet köklerimizi kucaklayan vizyoner Türk Devletleri Teşkilatı girişiminden” bahsediyor. İlkinde belki İslam medeniyetini kast ettiğini düşünürken, birden medeniyet Türk dünyasına kayıyor.
İlginç bir şekilde ABD ve Rusya’dan hiç bahsedilmiyor. Bu ülkelere ne dense sorun olacağı, bir yere oturtmak zor olacağı için, daha kolayına kaçılmış ve ağırlık AB’ye verilmiş. Burada da geçmişte zaman zaman gördüğümüz anlamsız bir argüman öne çıkarılmış. AB, Türkiyesiz bir küresel aktör olamazmış. Türkiye-AB ilişkilerinin mantığını jeopolitik ve Türkiye diplomasisinin bitmeyen sorunu, karşı tarafın çıkarını bilmediği ve onun Türkiye tarafından daha iyi bilindiğini varsayma hastalığı burada da nüksetmiş. AB, “stratejik körlük” içinde olmakla eleştirilmiş. Bir yandan AB üyelik sürecinden bahsederken, öte yandan hiçbir şekilde, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğüne değinmemek, ilişkilerin yalnızca stratejik yönüne ağırlık vermek aslında dış politikadaki niyeti de ortaya koyuyor. 20 yıldır bitmeyen tekrar, Türkiye’yi hâlâ AB ile ilişkilerde stratejik önemi üzerinden tanımlamaya çalışan bir anlayış. Bizi üye almasanız da olur, var olan statükoyu koruyoruz, stratejik işlerinizi yaparız, yönümüz AB’den sapmayacak demeye getiriyor.
Bir de uluslararası sistemdeki adaletsizliğe başkaldıran Erdoğan göndermesi var ki, dinleyen/okuyan da içeride adaleti sağlamış, adil bir yönetim kurmuş, sıra küresel adaleti sağlamaya gelmiş zanneder.
Hakan Fidan bir görev insanı. Ne lazımsa, Erdoğan ne isterse onu yapan bir bürokrat. Oslo’da PKK’lılarla görüşürken de o var, kuzey Irak’ta PKK’lılara operasyon yaparken de, Suriye’de Esad rejimini devirme sürecinde de o var, Esad ile barışırken de. Bu haliyle Erdoğan pragmatizminin hayata geçmiş, sahada somutlaşmış hali. Geçmişte olduğu gibi bir dışişleri bakanının kendi siyaset ve dış politika anlayışını yansıttığı dönemler geride kaldı. O büyük bir çarkın bir parçası yalnızca.
Batı’da Fidan’ın bakan olmasından dolayı saklanmayan bir memnuniyet var. Ekonomi cephesindeki Şimşek-Gaye Erkan ikilisinin, siyaset ve dış politikadaki karşılığı olarak Fidan-Kalın ikilisini görüyoruz. Bu dörtlü tabloyu tamamlıyor.
Fidan sonuçta bir konsensüsün, bir uzlaşının ürünü. ABD ve Batı, içte güvenlikçi kesimler ve Erdoğan’ın üzerinde anlaştığı bir isim. Bu yüzden Fidan’ın önündeki en büyük zorluk bu üçlü arasında bir denge kurabilmek olacak. Bu üç tarafın, üç aktörün çıkarlarını buluşturmaya çalışacak. Bunu yaparken de Körfez’in desteğini alması (görece daha kolay) ve Rusya’yı da karşısına almaması gerekiyor (giderek zorlaşacak).