Sevgili Erdal Erkasap ve Kemal Göktaş “ilk yazı önemli” deyip perşembe sabahımı adeta bir gerilim filmine çevirdiler. Birkaç aydır yazmayınca insan gayrı ihtiyari ne yazsam acaba diye şaşırıyor.
Ne de olsa Türkiye’de ve dünyada son derece önemli, tarihi gelişmeler yaşanıyor. Her şeyden önce dünyanın gündeminde bir savaş var. O zaman oradan başlamalıyım, diye düşündüm, sonra herkesin belini büken enflasyondan, dövize, oradan ekonomik krize geçerim. Karanlık geleceğimizi hazırlama girişimi olan seçim yasasından mutlaka söz etmeliyim. Ne yaptığını anlamakta zorlandığımız muhalefetin siyasetsizlik siyasetine illaki bulaşmam gerek. Haliyle yaklaşmakta olan gıda krizinden bahsetmeden olmaz…Tarımın geldiği rezillik beni zaten çok aşan bir noktada ilerliyor, ee o konuda da en azından birkaç satır yazmalı.
Doktorlara şiddet her geçen gün artıyor, aralarında arkadaşlarımın da olduğu doktorlar başta Almanya olmak üzere yurtdışına göçüyor, bunu atlarsam ayıp etmiş olurum. Geçti dediğimiz Covid 19’u mu yazsam acaba? Malum yeni dalganın yolda olduğunu söyleyenler var…
Düzensiz göçmen meselesinin Zafer Partisi örneğinde olduğu gibi nasıl da ırkçılığa kayabileceğini son günlerde daha da çok gördük, o zaman bu konu da olabilir. Kavala ve Demirtaş özelinden hukuk garabetlerinin aralıksız devam etmesini de listemize alalım. İkizdere’den sonra şimdi de İkizköy’de çevre katliamına karşı köylülerin mücadelesini yazmayalım mı?
Oscar töreninde yaşananlar zaman aşımına uğradı, çok şükür o olmaz. KHK’liler, Boğaziçi direnişi, özel üniversitelerdeki akademisyenlere yapılan zulüm, kendi hallerinde içki içen çocuklara yapılan müdahale, sokakta insanları taciz eden tebliğciler, iş cinayetleri, kadınların katledilmesi, en nihayetinde Ramazan’daki oruç tutma meselesinde ilk saldırının sürpriz yerden, Edirne’den gelmesi… ”Batıya açılan pencere” olmakla iftihar eden bir kulübün tam 24 saat süren genel kurulunda yaşanan rezillikler, yolsuzlukları ortaya çıkardığı için cezalandırılarak kulüpten atılan eski sicil kurulu başkanını yazmadan hiç olmaz…
Allahım uzun zamandır ülkede ve dünyada olumlu anlamda sanki yaprak kıpırdamamış, her şey aynı kasvetinde, o zaman bugün ben ne yazacağım, sahiden?
En iyisi makro değil mikro haberlere odaklanmak. Yıllardır bağımlısı olduğum Yurttan Sesler’den bahsedeyim bari. Son haftaların en harika haberi Gaziantep’ten geldi mesela. Kentte bir işyerine ait demir parçasını çalan hırsızlar ile farklı bir işyerinin klima ünitesini çalan bir hırsız aynı anda aynı kamera görüntülerine denk geldi. Evet bu haber, üzerine bırakın makaleyi, kitap yazılacak zengin içeriğe sahip. Bu da kenarda dursun bakalım.
Siirt’te bir düğünde damada altın yerine 5 litre Ayçiçek yağı takılması da son derece çarpıcı. Kağıthane’de ehliyet sınavına giren iki kişinin, cerrahi maskelerine kurulan kamera düzeneği ve kulaklık yardımıyla binanın yaklaşık 50 metre ilerisinde araç içerisinde bulunan şahıslardan yardım alarak kopya çekmesindeki inovatif yaklaşım etkileyici değil mi?
Biraz daha devam edelim belki yazacak bir konu buluruz. Hatay’ın Samandağ ve Arsuz ilçelerini birbirine bağlayan karayolu kenarındaki 26 kilometrelik bisiklet yolunun demir bariyerlerinin çalınması hırsızlık mesleği açısından zirve değil midir? Sınır tanımayan doktorlar, gazetecilerden sonra sınır tanımayan hırsızlarımız var, bu övünç bize yetmez mi? Buradan güzel yürünebilir.
Samsun’da ablasını darp edip yaraladığı iddiasıyla tutuklanan şahsın “Geçen hafta adam vurdum gelip adliyeden serbest kaldım. Şimdi nasıl tutuklandım?” şeklindeki şaşkınlıkla harmanlanmış adalet isyanını görmezden gelebilir miyiz?
Kayseri'de ‘bina içerisinde muhafaza altına alınmış eşya hakkında hırsızlık' suçundan 15 yıl kesinleşmiş hapis cezası bulunan şahsın emniyetten çıkarken basın mensuplarına “çekin yakışıklı çıkalım” demesi gibi artık her şey sürreel. Öyle ya akademisyen, yazar, siyasetçi, aktivist değilsen, hak mücadelesi vermiyorsan, “Adam mı öldürdük kardeşim” ya da “Biz FETÖ’cü müyüz niye çekiyorsunuz” demeniz yeterli bu ülkede. Bu da güzel bir yazı konusu olabilir…
Diye diye tamam pes ettim. Makro ya da mikro, yaprak kımıldamamış son aylarda. Bir emekli istihbarat şefi, bir araştırmacı ve bir kurmay albayın Oscar törenini sopa eşliğinde “analiz” ederek çıtayı çok yukarlara çıkarttığı bir düzende ne deseniz, neyi yorumlasanız boş aslında, o zirvelere ulaşmanız mümkün değil. “Hakikat ötesi” kavramını tıpkı 4G’yi pas geçmemiz gibi yıktık geçtik adeta. “Hakikat ötesi” bu coğrafyada yerini absürt ötesine kısa zamanda devretti. Her şey çok ama çok saçma…Metaverse dünyasında en çok arsa satın alan insanların bu topraklardan çıkmasının başka anlamı olabilir mi? Absürt tiyatronun yaratıcılarından Ionesco’nun depresif cümlesiyle bağlayalım: "Dünya bana grotesk, saçma, anlamsız, çekilmez geliyor."
Velhasıl en iyisi daha ilk haftadan yazı yazmayı pas geçmek, haftaya artık Allah kerim.
Son olarak Kısa Dalga’nın yeni yolculuğu hayırlı, güzel, keyifli, sorunsuz ve uzun olsun…