Ayhan Bilgen çok şaşırtıcı beyanlarına birisini daha ekledi: HDP ile birlikte Yeşil Sol Parti'nin de seçime sokulmamasının beklenebileceğini söylüyor.
Böyle bir tespit karşısındaki hüzünlü şaşkınlığımızı bir kenara bırakıp sorabiliriz:
HDP ile Yeşil Sol Parti birlikte kapatılabilir mi?
Bu sorunun cevabı hukuken pek açık. Kapatılamaz.
Bunun için sayısız yasal gerekçe var. Her iki parti de aynı yıl kuruldu ve öncelik ve sonralık ilişkisi yok.
İkincisi eğer amblem benzerliği veya “anıştırma”sı (iltibas) olduğu düşünülüyor ise bunun için Yargıtay Başsavcılığı'nın öncelikle Anayasa Mahkemesi'ne başvurması gerekiyor. Dahası Anayasa Mahkemesi'nin de bu talebi ciddi bularak Yeşil Sol Parti'ye ihtar çekmesi şart. Ancak bundan sonrasında parti amblemde direnirse bir “kapatma talebi” mümkün olabilir. Fakat onun için de ancak bir “dava” ve bir “dosya” olması gerekir. Ortada hiçbir dosya ve dava yokken HDP kapatma davası üzerinden Yeşil Sol Parti hakkında da karar verilemez…
Peki Yüksek Seçim Kurulu’nun Yeşil Sol Parti'nin seçime sokulmaması yönünde bir karar vermesi mümkün mü? O da mümkün değil. Çünkü anayasa ile belirlenen görev ve yetkisini açıkça çiğnemesi anlamına gelir böyle bir karar. Kaldı ki seçim sürecinde zaten böyle bir denetim yapıldı ve Yeşil Sol Parti'nin seçime girmek için yeterliliğe sahip olduğuna karar verildi.
Halamın tekerlekleri olsa araba olurdu!
Yani bir sürü şartlı cümle kurulsa ve yıllar geçerse olabilecek bir “şey” üzerine konuşturuluyoruz. “Halamın tekerlekleri olsa araba olurdu!” gibi… Bu durum konuyu ortaya atanın beklentisinin Anayasa Mahkemesi veya Yüksek Seçim Kurulu değil de seçmenlerin kaygı ve şüphelerini yükseltmeye dönük olduğu şüphesini de güçlendiriyor. Çünkü bu konunun yasal teknik cephesi çok açık ve tartışmaya bile değmez. Ama bir şey tartışmaya değer: HDP’nin kapatılmasına karar verilmesi de hukuken mümkün değil. Fakat eğer kapatılmasına karar verilirse beraberinde Yeşil Sol Parti değil AKP ve MHP kapatılabilir belki. Her iki parti için iki yeni dava açılması koşuluyla. Neden mi?
Şöyle izah edeyim size: HDP kapatma davasının gerekçelerinden birisi Abdullah Öcalan tarafından kurulmuş olduğu tespitine dayanıyor. Yargılanmış ve “hükümlü” statüsüne taşınmış bir kişinin bir parti kurduğu veya kurdurduğu iddia ediliyor. Ve bunun da bir suç olduğu savunuluyor. Bu iddiada siyaseten bir sorun görmeyenler olabilir. Her şey olağan kabul edildiği gibi: Öcalan zaten “teröristbaşı” ve HDP de onun tarafından kuruldu ise kapatılması talep edilebilir.
Durum yasal olarak böyle değil aslında. Hukuk başka şeyler söylüyor…
Çünkü Öcalan, yakalandığı sırada “terör suçu şüphelisi”, yargılanırken “sanık”, mahkum olduğunda ise “terör suçu hükümlüsü”dür. Tüm bu statülere uygun nitelikte yargılanma, savunmadan yararlanma ve infaz süreçlerinde bir ayrım ve farklılık söz konusudur. Fakat Öcalan’ın yurttaşlığını elinden alıp da onun gerekliliklerini tümden engelleyecek; görüşme ve konuşmalarını, yazılarını doğrudan bir içerik denetimi yapmaksızın otomatik olarak suç haline getirecek hiçbir anayasal ve yasal temel ortada yoktur…
Daha da açayım:
HDP davası ve Öcalan'ın konumu
Abdullah Öcalan’ın “terörist başılığı” üzerinden HDP’nin terörle ilişkisini kanıtlama biçimi tamamen hukuk dışıdır. Hem anayasa hukuku anlamında hem ceza hukuku, hem de infaz hukuku anlamında hukuk dışıdır. Bir defa Öcalan mahkum olduktan sonra artık bir terörist figür değildir. İnfaz hukuku anlamında bir “hükümlü”dür. Terör suçu nedeniyle cezası infaz edilmektedir. Mahkum olduktan sonraki her faaliyeti otomatik olarak “terör faaliyeti” olmaz. Olamaz. Olduğu iddia edilirse bu hukuk olmaz. Başka şey olur. Bu iki tespit-terörist ve terör suçlusu- birbirinden çok farklı anlamlara gelir.
Bir de şöyle açıklamayı deneyeyim: Yasalarımıza göre Öcalan geçmiş suçları nedeniyle cezasını çekmektedir. Sonradan da bir suç işlediği iddia ediliyor ise burada ciddi bir hukuki sorun var demektir. Devleti ve yöneticilerini de içine katmadan Öcalan’ın 1999 nisanından sonraki süreçlerde terör uyguladığı, terör eylemlerini sevk ettiği veya teröristbaşı olduğu iddia edilemez. Edilse bile bu Öcalan’ın parti kurdurması faaliyetini suç haline getirmez. Neden? Çünkü bir defa Öcalan’ın yargılanması ve mahkumiyet hükmü ile geçmiş eylemleri karşılığını bulmuştur. Geçmişle ilişkisi fiilen ve hukuken kesilmiştir. Devlet özel infaz rejimine tabii tutarak onu terör faaliyetinin ve “teröristbaşılığı"nın dışına çıkartmıştır. Bu teorik olarak böyledir. Buna rağmen devletin nezaretinde cezasını çekmekte olan bir insanın pratikte hala terör faaliyeti yürüttüğünü söylerseniz bu durum aslında ya devletin de bu faaliyetin içinde olduğunu iddia ettiğinizi gösterir ya da terör dışı bir faaliyet olduğu için suç olmadığı anlamına gelir. Eğer hükümlülüğü sırasında devlet nezareti ve gözetimi altındayken terör faaliyeti yürüttüğünü iddia etmiyorsanız bu kez Öcalan’ın HDP'yi kurdurması bir terör faaliyeti olmaz.
Bir şey daha ekleyeceğim: 2012 yılında Öcalan hakkında HDP’yi kurduğu için bir soruşturma açılmış mıdır? Bir davaya dönüşmüş müdür? Böyle bir soruşturma ve kovuşturma olmamış ve bir mahkumiyet de söz konusu değil ise Öcalan’ın yaptığı ancak bir siyasi faaliyet olur. Bunun doğrudan siyaset yapma hakkının -mahkumiyeti nedeniyle -yasal olarak elinden alınmış olmasıyla (memnu haklar) alakası yoktur. Olsa bile bu terör suçu değildir.
Özet açıktır. Öcalan devlet tarafından yakalandığı ve terör suçundan mahkum edildiği andan itibaren geçmiş suçları ile ilişkisi sona erer. Nedeni de Öcalan’ın ceza hükmüyle “terör örgütü başı olma” fiili nedeniyle cezalandırılmış olması ve idare gücünün elinden alınmasıdır. O artık cezasını çekmekte olan, suç fiili ile pratik olarak devlet önlemiyle ilişkisi kesilen bir yurttaştır. Bu yurttaşın cezaevindeyken terör faaliyeti yürüttüğünü iddia ediyorsanız devletin terör faaliyetine göz yumduğunu iddia etmiş olursunuz. Çünkü ceza yargılaması mahkum edilmiş kişiye “hükümlü” statüsü dışında herhangi bir “statü” yüklemez. Yükleyemez. Yüklerse anayasaya aykırı bir işlem olur.
Şimdi bütün bu yazdıklarım size şaşırtıcı gelebilir. Çünkü siyaset ve hukukta kaba kalıplar üzerinde düşünmeye alıştırılmış bir ülke burası. Nitekim yasalar ve yurttaşlık meselesi bu ülkede ciddiye alınan bir mesele olmamıştır hiç. Ama bu yazının temel vurgusunu daha iyi anlamanız için size AKP hükümeti tasarısı olarak meclise gelen ve “çözüm süreci” yasası olarak adlandırılan 10.07.2014 kabul tarihli ve 6551 sayılı kanunu hatırlatırsam konunun siyaseten ve hukuken nereye yerleştirilebileceğinde fazla şüpheniz kalmayacağını tahmin ediyorum. Çözüm sürecinde bilindiği üzere Öcalan bir taraf idi ve tüm görüşmeler devlet gözetiminde gerçekleşti. Yani bir yasası bile çıkarıldı bu işin. MİT Müsteşarı da Öcalan için “artikülasyonları güçlü” dememiş miydi? Ve bir şeyi daha hatırlayalım: Devlet Bahçeli’nin HDP ve tabanını Öcalan’ın isteklerine uymaya çağıran sözleri çok eskide kalmadı. Değil mi? Bahçeli, HDP’nin “istismarı”nı engelleyen bir isim olarak zikretmemiş miydi Öcalan ismini?
Sanırım artık fazla söze gerek yok.
Hukuku ve yurttaşlığımızı artık ciddiye almaya başlamalıyız… Ve en başta da Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Seçim Kurulu ciddiye almalıdır…