Milas Bozbük kırsalında kalın bir siyaset yazısı yazmak için bilgisayarın başına oturduğumuzda işler Ankara'daki kadar kolay yürümüyor. Hem havasından hem de suyundandır muhtemelen.
Bu memlekette siyaset yazmanın kolaylaştırıcı bir yönü de var. Yaşanan olaylara ve onun kalıcı hasarlarına ve bu hasarlardan çıkarılması gereken somut sonuçlara, alınması gereken derslere karşın özneler, kurumsal yapılar değişse de meseleler hemen hemen aynı kalıyor. 40'ların, 50'lerin, 60'ların gazete köşe yazarları aynı zamanda kalemleri çok kuvvetli edebiyatçılardı. Yazdıkları yazıların bedelini ödemekten de geri durmadılar. Baskılar, cezaevleri, sürgünler hiçbirinin düşüncesini değiştirmedi. Tam tersine mücadele inançlarını güçlendirdi. Son 50 yıllık basın tarihinde de bu mücadelede yer alan isimlere tanıklık yaptık. Mücadelesinin bedelini hayatlarıyla ödeyen köşe yazarı gazetecilerin de bulunduğunu hatırlayıp saygıyla analım. Bu kahramanlara mesleki olarak da memleket olarak da çok şey borçluyuz. Şimdilerde köşelerini reklam, iş takibi ve maddi ya da politik çıkar için kullanan iş takipçisi zübükler moralinizi bozmasın, onlar geçici.
DÖNEMSEL PARTİLERİ
ABD'de partilerin lidersiz bir yönetimleri vardır. ABD Başkanı dahil adayları çok sıkı bir parti içi süreç sonrasında belirlenir. Avrupa'da lider mutlak olmasa da önemlidir. İngiltere örneğine tanıklık yapıyoruz iktidar partisinin genel başkanı seçiliyor, Almanya'da Merkel örneğine tanıklık yaptık, iktidar partisinin genel başkanı seçildi.
Türkiye'de İsmet İnönü'den sonra CHP, 12 Eylül döneminde kısa bir ara olsa da siyasi hayatını sürdürdü. Adnan Menderes ve DP sonrasında o politik çizgiyi devam ettiren Demirel AP ve ardından da DYP'ye liderlik yaptı. Ondan sonra partisi yaşamadı. Özal DP çizgisinden geldiğini savundu, 4 eğilimi birleştirerek yeni bir politik kimlik oluşturmaya çalıştı ama DP geleneğinin biraz "kentlisi" olarak merkez sağ siyaset yörüngesine oturdu. Özal'dan sonra ANAP bitti. Milli Görüş aynı zamanda bir Necmettin Erbakan hareketidir. İçinden çıkan parti 20 yıldır ülkeyi tek başına yönetiyor. Erbakan öldü ama partisi hala varlığını devam ettiriyor.
Bu kısa bilginin ana fikri, bazı partilerin dönemsel olduklarını anlatmaktır. Çünkü Türkiye'deki siyaset lider üzerinden yürüyor. Örneğin AKP, Erdoğan'dan sonra kim genel başkanı olursa siyasi hayatını sürdürebilir? Ya da İyi Parti, Meral Akşener'den sonra bugünkü gücüne sahip olabilir mi? Ahmet Davutoğlu'nun Gelecek, Ali Babacan'ın Deva partilerini de bu teze dahil edebiliriz. Ama örneğin MHP, Devlet Bahçeli'den sonra da başına kim gelirse gelsin politik hayatı öyle ya da böyle devam edecektir. Aynen Kemal Kılıçdaroğlu'ndan sonra CHP gibi. HDP için de durum çok farklı değil. Bu seçmen tabanının partisini kapatsanız da muhtelif yöntemlerle yıldırmaya çalışsanız da ziyadesiyle politikleşmiş ve organize olmuş bu insanlar yeni bir parti kuracak ve siyaset sahnesinde hep var olacaktır. HDP'nin güçlü varlığı diğer siyasi partilerin eksikliğidir.
HDP SİYASETİN ANAHTARI
Türkiye her anlamda çok acayip bir dönemden geçiyor. Bu nedenle sağlıklı politik analizler de yapmak zor oluyor. Mesela HDP önümüzdeki dönemin en önemli siyasi figürü. Denklemi neresinden kurarsanız kurun bu önem hemen ortaya çıkıyor. İktidarın bir bileşeni olarak MHP kapatılması için bastırıyor ve bunu siyasetinin merkezine koyuyor. AKP kriminalize ederek HDP'yi PKK ile eşitleyip, bunu göstermek için yargıyı da araçsallaştırarak Millet İttifakına HDP üzerinden yükleniyor.
HDP katılımcı karar alma süreçlerini işleterek yol almaya çalışan bir parti ve aynı zamanda kendisiyle birlikte 7 sol, sosyalist parti ve örgütü kapsayan bir politik ittifakın çatı örgütü. Liberal aydınlarla takviye edilmiş bir danışma kurulu da oluşturdu. Kendisine makul bir politik kimlik inşa etmek için hamleler yapıyor, arayış içinde. Parti içi tartışmalar da hayli yoğun HDP'de. Kongre zemininde bu tartışmalar yaşandı ve bir irade halinde ortaya konuldu. Böylesine dinamik bir yapının kapatılmasının iktidar bileşenlerine bir getirisinin olması mümkün değil. MHP açısından herhangi bir değişiklik olmaz ama AKP çok az sayıda da olsa özellikle büyük kentlerdeki Kürt seçmenini de mutlak kaybeder. Özellikle kırsal bölgelerdeki oylara, devlet üzerinden ulaşmak isteniyorsa ki bir önceki seçimlerin tartışma konusuydu bu, bölgede anormal artan MHP oyları, bu sefer de yaşanır mı şüpheli.
Selahattin Demirtaş açıklamaları, yazıları ile HDP'den daha fazla görünüyor medyada. Bu kurumsal olarak HDP'de bir sıkıntı yaratsa da üzerinde çok durulmuyor. Çünkü görünür olmasının en önemli nedeni hukuksuz olarak halen içeride tutuluyor olması. Bu da iktidar açısından bilinçli bir tercih olabilir mi? Tartışılabilir. Ama çok önemli açıklamalar yapıyor Demirtaş. HDP'yi ve siyasetini anlatmıyor, HDP ve siyasetinin olması gerekeni tarif ediyor. HDP'ye siyasi rota çiziyor, yön tayin ediyor. Ona bir tür liderlik yapıyor. Demirel'in yasaklı dönemlerindeki "bir bilen" rolüne yakın bir politik tutumla hareket ediyor. Demirtaş'ın çizdiği rota HDP'nin kurumsal olarak açıkladığı siyasi tutum belgesi ve son kongre iradesiyle paralellik arz ediyor. PKK'nın silah bırakması gerektiğini savunuyor ve bunu sağlayacak kişinin ne kendisi ne de HDP olduğunun altını çizercesine Öcalan'ı işaret ediyor ve "onunla bunu konuşun" demeye getiriyor. Bu ayrım önemli. Sivil siyaset içinde kendisini ve HDP'yi konumlandıran Demirtaş, silahların bırakılması için iktidarın görüşme konusunda sıkıntı çekmediği Öcalan'ı adres olarak gösteriyor. Bu da Demirtaş'ın kafasındaki HDP çizgisinin Öcalan'la ve PKK ile net bir biçimde ayrıştığını gösteriyor. Buradaki "ayrışma" tanımına çok takılmayın, sonuçta aynı taban üzerinde var olan iki ayrı yapıdan söz ediyoruz.
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar da iktidarın Öcalan ile görüşme yapmaya hazırlandığı bilgisini aktarırken muhalefetin de Öcalan ile görüşmesini önerdi. Öcalan'ın, HDP üzerindeki duygusal baskısının etkisini sürdürdüğünün de göstergesi bu açıklamalar. Bir biçimde süreçlere hemen ekleniyor.
HDP cumhurbaşkanlığı seçiminin kilit partisi. Bu nedenle hep kendisiyle diyalog kurulmasını istiyor. Çünkü istemediği adayın cumhurbaşkanı seçilmesini engelleyecek bir oy potansiyeline sahip. Onaylayacağı bir adayı da ilk turda cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtabiliyor.
HDP'nin de önceliği parlamenter sistem. Parlamento zemininde anayasa değişikliği konusunda Millet İttifakının yeterli sayıyı bulmasında kolaylaştırıcı olacak bir durum bu. İktidar bileşenlerinin "masanın altına" itelenmesine karşın Deva, Gelecek, SP ve CHP'nin HDP ile temasları, önlerine somut hedefler koymasalar da mevcut.
Seçimler sonrasında ortaya çıkacak sonuçlar da çok şeye gebe. Buradaki denklemde de HDP önemli. Seçim kaybetmiş Erdoğan ve parlamentodaki çoğunluğunu kaybetmiş AKP yönetilebilir mi? İktidar, devlet elinden gitmiş bir Erdoğan ve partisi AKP, muhalefet yaparak politik olarak hayatını devam ettirebilir mi? Neye, nasıl muhalefet yapacak? Bunlar ciddi ve Erdoğan ile AKP açısından baraj soruları. Bu şartlar altında parlamento dağılımı mutlaka değişecektir. Ve o değişim sonucunda ortaya Millet İttifakı'nın koalisyon hükümeti oluşturduğu bir parlamento zemininde HDP'nin ana muhalefet olduğu bir tablo da çıkabilir. İşte bir başka denklem daha. Bu meseleleri çok konuşacağız sanırım...
Not olarak ileteyim; Anayasa Mahkemesi'ndeki kapatma davasında süreç işliyor, usule ilişkin rapor tamamlandı ve süreç normal olarak ilerliyor. Takvim net değil ama 5 aya kadar bir "sıkıntı" olmazsa karar verilebilecek. Şu ana kadar bir "sıkıntı" olmadığını da iletelim...