HDP - Yeşil Sol Parti bir Kürt partisi midir?

HDP-Yeşil Sol Parti bir “Kürt partisi” değil. “Kürt parlamenterizmi”nin partisidir. Bu vasıflandırma biçimi çok şeyi değiştirir. Kürt partisi batılı dilden bir çeviri olarak “bağımsızlıkçı”lık veya baktığınız yere göre “ayrılıkçılık” bağlamı içinde ifade bulur. Bu yaklaşım ve adlandırma Kürt mücadelesinin çok taraflılığını ve çok mekanlılığını anlayamayacak türden bir teorik kısıtlılık getirir. Kürt parlamenterizmi doğru adlandırma biçimidir.

ORHAN GAZİ ERTEKİN


Cengiz Çandar, HDP-Yeşil Solun bir “Kürt partisi” olduğunu, Türkiye solunun ise burada “dekoratif” bir sınırlılık içinde yer aldığını şaşırtıcı bir açıklıkla hem de seçim kampanyası içinde dile getirdi. Diplomasiyi ve seçim kampanyalarını bu kadar iyi bilen bir gazeteci-entelektüelin konuya böyle dalması gerçekten şaşırtıcı. Tek mesaisi masasının başına oturup etrafına “ahlaki öfke siyaseti” satmaktan ibaret “Türk solu”na karşı durduramadığı bir öfkeyle hareket etmemiş ise eğer yalnızca ülke politikasında değil Kürt hareketi ve HDP-Yeşil Sol içindeki yerine dair tüm saklı meseleleri de açık bir duyuru haline getirdiğini düşünmek makul. Dolayısıyla Çandar’ın konunun tüm taraflarının açıklıkla konuşmaktan özenle kaçındığı bir meseleyi bir “çocuk saflığı” içinde dillendirdiğini düşünmek abes. Şu ana kadar HDP-Yeşil sol içindeki taraflar hiç bu çapta bir konum almamış ve bu ses tonuyla konuşmamışlardı. Hele seçim sürecinde zinhar uzak durulması gereken bir meselenin bu çapta açılmasının üzerinde durmak gerekiyor bence. Çünkü bu sadece seçime dair değil politik geleceğimize dairdir de… Ve her ikisi bazen üst üste gelmez…

Kürt Partisi Değil Kürt Parlamenterizmi

Öncelikle HDP-Yeşil Sol Parti bir “Kürt partisi” değil. “Kürt parlamenterizmi”nin partisidir. Bu vasıflandırma biçimi çok şeyi değiştirir. Kürt partisi batılı dilden bir çeviri olarak “bağımsızlıkçı”lık veya baktığınız yere göre “ayrılıkçılık” bağlamı içinde ifade bulur. Bu yaklaşım ve adlandırma Kürt mücadelesinin çok taraflılığını ve çok mekanlılığını anlayamayacak türden bir teorik kısıtlılık getirir.

Kürt parlamenterizmi ise tam da bu nedenle doğru adlandırma biçimidir. Çünkü Kürtlerin partili mücadelelerinin çok bileşenli, çok ortaklı bütünlüğünün ana merkezine ve kaynaklarına işaret etmektedir. Kürt mücadelesinin bastığı yeri merkeze alıp çevrede harekete geçirdiği diğer siyasal evrenleri de içine katar. Bu durum sadece Türkiye için de geçerli değildir. İran, Irak ve Suriye için de söz konusudur. Bunun Türkiye için anlamı şudur: Kürtlerin müzakere ve barış ihtiyacı ile Türklerin demokrasi, hukuk ve sosyal adalet talepleri arasında politik bir bağ vardır. Tıpkı İran, Irak ve Suriye’de olduğu gibi. Ayrıca bunun Ortadoğu’da bir “Kürt istisnası” olduğunu da eklemek gerekli. Batılı türde “bağımsızlıkçılık” temelli bir “Kürt partisi” Kürtlerin bazen birbirine karşı da konumlanan farklı ülke tecrübelerini esas alan uzun ve zorlu mücadelelerinin öyküsünü ortaya koymaktan uzaktır. Bu nedenle “bağımsız Kürt vatanı” ile “Türkiyelileşme” arasında bir salınım hep olmuştur Kürt mücadelesinde. Bunun yarattığı gerilim ve tartışmalar da bilinir. Nitekim Prof. İsmet Şerif Vanlı’nın 1970’lerde Irak’ta Molla Mustafa’yı otonomi tezi nedeniyle eleştirdiğini hatırlayalım. Fakat Molla Mustafa’yı bağlayan güç ilişkileri vardı ve Irak’ın her yeniden kuruluşunda diğer politik kimlik gruplarıyla kendi bağlantıları kurmak zorundaydı. Molla Mustafa, gerçekte, Vanlı’nın içeriksiz radikalizmine bir içerik katarak yeniden inşa etmeye çalışıyordu. Nitekim geldiğimiz aşamada önemli ölçüde başarı kazandığını görebiliyoruz. Bu açıdan baktığımızda dört ülkedeki Kürt hareketlerinin ülke içi mücadeleleri ile bağımsızlıkçı hareketleri arasında bir aralık daima olmuştur. Buradaki esas sorun müzakere ile dört ülkenin yeniden yaratılması arasındaki politik bağın nasıl kurulacağı sorusudur. Kürt parlamenterizminin eğilimi Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin demokratik geleceğini kendi müzakere beklentisine uygun hale getirme yönünde ilerlemektedir. Tersi değil. Yani bu ülkeleri demokratik hale getirme ödevleri yok. Ama müzakere ve kamuoyu stratejileri bakımından bu stratejiden uzak duramazlar… Duramadılar…

Sonuç olarak Türkler, Araplar ve Farslarla ilişkiler ve bunların ülkeleri ve politik alanları ile kurulan, kurulacak ilişki sorunu onların stratejik meselelerinin ve tartışmaların hep en başında oldu ve olacak… Kürt partisi olmak ile olmamak arasındaki gerilimi de hep bu nedenle yaşadılar…

Peki Çandar Ne Diyor?

Bu tartışmalar bağlamında Çandar’ın HDP’nin “Kürt partisi” olması ve Türkiye solunun bir dekorasyon olduğu beyanları değil sadece bizzat Çandar’ın milletvekili adaylığı da politik olarak çok şey söylüyor. Çandar, uzun gazetecilik tarihinde ilk kez “vekil”lik yoluna girdi. Halbuki onun yeri doğru olduğu üzere hep “danışman”lık olmuştu. Hem Türkiye’yi, hem batıyı hem de ortadoğuyu bilen, sahadaki aktörleri tanıyan, bağlantı ve ilişkileri olan nadir gazetecilerden birisiydi Çandar. Diğer yandan gerillacılıktan Özal danışmanlığına uzanan tüm o biyografisi nedeniyle yüklü bir bagajı olduğundan onun bir milletvekili olarak üstlenilmesi gereksiz bir “masraf” ve “gerilim” yaratıyordu. Fakat bugün llk kez bir “danışman”dan bir “milletvekili”ne dönüşüyor. Bu konum değişiminin kendisi çok şey anlatıyor bence. Bir defa bir danışmanı bir milletvekili yaparsanız karşı tarafın politik alanına müdahale etmeyi düşünmediğinizi, muhatabınızla ilişkinizin sadece diplomasiye ve protokole dair olduğunu söylemiş olursunuz. Kürtlerin Türkler, Araplar ve Farslar ile ilişkisini politik bir mesele değil bir diplomasi meselesi olarak sunarsınız. Türkiye ve Türk solu karşısında “kürtlük” alanını yeniden kurmak istediğinizi ilan etmiş olursunuz. Meseleyi dönüştürücü bir politik alandan çıkartıp iki farklı siyasi alan, grup ve topluluk arasındaki görüşme şekline taşırsınız. Çandar, hem milletvekili adaylığıyla hem de şaşırtıcı açıksözlülüğü ile işte bunu söylemektedir: Eğer HDP’nin Türkiye ve Türkiye solu ile ilişkisinin politik düzeyde geliştirilmesi gerektiği düşünülseydi Çandar sadece danışman olurdu. Olmalıydı. Şimdi HDP’nin Kürt partisi olduğunu söylerken kadrolarının da sadece “müzakere heyeti” olduğunu söylemiş oluyor…

Çandar’ın bu beyanlarının iki gün sonrasında bu kez “gönülleri kırdığımı farkettim. Yanlış anlamaya yol açmışsa o zaman yanlıştır…” diyerek bir “düzeltme” yapması danışmanlıktaki uzun geçmişine rağmen politikadaki acemiliğine ilişkin ilk tecrübe saymak gerekir. Bu da danışmanlık ile parlamenter politika arasındaki farka dair bir ders olsun onu…

Sonuç olarak Çandar’ın ifadeleri oldukça keskin bir karara işaret ediyor. Eğer seçim sonrası bu söylem tüm alanlar ve pratik faaliyet içinde karşılık bulursa Kürt parlamenterizminin tarihi açısından önemli sonuçları olacak kuşkusuz. Bir defa Türkiye tarihinde ana aktörleri ciddi ölçüde etkileyebilecek bir politik güç merkezine dönüşmüştü. “Türkiye Partisi” olmak onu Türkiye’de oyun kurucu ve bozucu bir güce dönüştürmüştü. Bu onun müzakere gücünü de yükseltiyordu. Buna karşılık Çandar’ın beyanlarından çıkan “müzakere” ve “barış” odaklı politik varoluş bu potansiyeli nereye götürecek?

Çandar’ın biraz erken ve zamansız dillendirdiği bu tercihin Türkiye’de oldukça güçlü bir geleneği oluşan “Kürt Parlamenterizmi” açısından sonuçları gerçek bir merak konusu… Onu da belki seçimden sonra konuşmak gerekir. Şimdi Türkiye’nin AKP-MHP-Ulusol iktidarının yıkılması gibi bir sorunumuz var… Ona odaklanalım…

Politika Haberleri