SEDAT BOZKURT
Bulunduğumuz coğrafyada 4 komşu ülkenin ortak bir sorunu ve bu sorunun yarattığı muhtelif sonuçlar var. Aylar önce bir yazımda “memleketin en önemli iki meselesinden biri” olarak tanımlamıştım Kürt sorununu. Komşumuz olan 3 ülke için de aynı başlığı atarak muhtelif makaleler yazabilirsiniz aslında.
Onlardan ikisi Irak ve Suriye bizim de katkımız ile karıştı ve ortaya, Kürt sorununun devletleşmiş ve devletleşme ihtimali ortaya çıkmış 2 ayrı hali çıktı. (İçinde Kürt sorunu barındıran ülkelerde bu mutlak yaşanacak gibi) Hayır, hemen komplo teorileri kitabının binlerce sayfasından birini açmayın lütfen. Söylemek istediğim, fiziki olarak ortaya çıkmış bu iki yapının “birleşik” devlet haline “rızayla” gelmesi mümkün değil; en azından kısa vadede ve mevcut şartlar altında… Ayrıca, Ortadoğu’da değişim binlerce yıl almıyor, bunu da unutmayalım...
(Bu arada, Kürtlerin organize olma halini farklı yorumlamamak gerek, “egemenler, emperyalistler” demek kısmen doğruluğu olsa da ezberci bir yaklaşımdır, her politik hareketin muhtelif destekçileri olduğu gibi karşıtları da vardır. Kürtler, üzerlerindeki muhtelif baskılar karşısında örgütlenmek, örgütlü hareket etmek zorunda kalmışlardır ve bu yıllara dayalı örgütlü olma hali karışıklık anında avantaj sağlamıştır)
Biliyorsunuz; birkaç çözüm denemesinden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan “Kürt meselesini çözdüklerini ve bittiğini” söyledi. İttifak ortağı MHP’nin Başbuğu Alparslan Türkeş de “Kürt yoktur, sorunu da yoktur” diyerek sorunu bitirmişti zamanında. Ama Kürt sorunu “bitti” denildiği zaman biten sorunlardan değil.
Bu sorunun sonuçlarından birisini son seçimlerde de yaşadık. Cumhur ittifakının seçimi kazanmasında hep göz ardı edilen ve dillendirilmeyen nedenlerden birisi öyle ya da böyle PKK gibi silahlı bir örgütün varlığıdır. Millet ittifakına yapılan ve Erdoğan ile iktidar medyasının üzerine atladığı destek açıklamalarını bu önermeme dahil bile etmiyorum. Sivil ve demokratik siyasetin önünü hep devletin ya da onu yöneten iktidarların tıkadığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. 7 Haziran- 1 Kasım 2015 seçimlerinde terörize edilen memlekette iktidar partisinin oyları artarken, yüzde 13,5 oy alıp potansiyelini de yükseltmiş HDP’nin oyu dramatik olarak düştü. AKP’nin oyunun yükselmesi, güvenlik söz konusu olduğunda devleti temsil etme niteliği nedeniyle anlaşılırdı, HDP’deki düşüşün nedeni ise “hendek” siyasetine yani PKK’ya bağlandı o zaman. Bütün bu olaylar çözüm sürecinin hemen sonrasında yaşandı.
Meselenin bu kadar karmaşık olmasının ana nedeni sorunun daima ortaya çıkan sonuçlar üzerinden ele alınmasıdır. Oysa mesele gerçekten de hayli karışıktır.
Abdullah Öcalan uzun süre avukatları aracılığıyla “görüşme notları” oluşturarak hem örgüte hem de Kürt seçmene mesajlar yolladı. Bu görüşme notları önceleri ham hali ile paylaşılırken daha sonra PKK yönetiminin denetiminden geçerek Fırat Haber ajansı aracılığıyla dağıtılmaya başlandı. Öcalan ağırlaştırılmış ve kesinleşmiş müebbet hapis cezasını özel bir cezaevinde İmralı’da yatarak geçiriyor. Uzun süredir de hakkı olan bazı olanaklardan yararlanamıyor. Bir de tecrit uygulaması var, avukatları ve yakınları ile görüştürülmüyor. Bu bir hak ihlalidir. Kime yapıldığına değil ne yapıldığına bakılarak, haksızlık, hukuksuzluk varsa itiraz etmek demokratlığın ve vicdanın gereğidir. Bu gibi durumlarda aklıma hep eski Milletvekili Ersönmez Yarbay gelir. Terörle mücadele yasasına muhalefet ederken, “teröristin insan haklarını savunmak üzere karşınızdayım” diye başlamıştı konuşmasına TBMM kürsüsünden. Aynı yaklaşımı aynı kürsüde Altan Öymen de başka bir terörle mücadele yasası görüşmelerinde göstermişti. Zordur bu doğal olarak.
Öcalan'ın görüşme notları
Öcalan’ın görüşme notlarından 29 Haziran 2007 tarihli olan, aslında bugünkü iktidarın ortaklarıyla elini hayli rahatlatan bilgiler içeriyor. Sınır ötesi operasyon için kolaylaştırıcı bir bilgi var orada. Öcalan, “Suriye’deki halkımızın zaten tamamı PKK’lidir” diyor. Öcalan İran’daki PKK kanadının potansiyelinin çok yüksek olduğunu ifade ediyor. ABD’nin PKK ilişkisini de imalı bir biçimde “ABD onlarla görüşüyor olabilir. Ben ABD ile savaşalım demiyorum ama ABD ile kurulacak ilişkilerde belli ilkeler olmalı ve korunmalı” diyerek açıklıyor ve destekliyor.
Öcalan’ın bu görüşme notlarında “tesadüf” ile açıklanamayacak, bugün daha da anlamlı hale gelen bir bilgi daha var. Bugünün anayasa tartışmalarına Öcalan o gün katılmış ve 1921 anayasasının örnek alınmasını önermiş. Önerisinin ardından kurduğu cümle o “tesadüf” sınırlarını zorlamamıza neden oluyor:
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ‘bütün kültürlerin demokratik bir şekilde varlığını ve kendini ifade etmesini kabul eder’ bu cümle bile yeterlidir. Bu cümleyi anayasaya koysunlar PKK 2 ay içinde silah bırakır, gizli örgütlenmeler biter…”
Erdoğan da uzun zamandır yeni anayasayı savunuyor. Yaptığı bir konuşmada farklı ifade etse de içerik olarak 14 yıl önce kurulan cümlelerle benzer ifadeler kullanması dikkat çekiyor. Buradaki fark “bütün kültürlerin” yerine “milletin çeşitliliğini ve zenginliğini” tanımı, şöyle diyor Erdoğan:
“İnsanı önceleyen, milletin çeşitliliğini ve zenginliğini yansıtan, toplumun gerisinde kalan değil, topluma dinamizm katan bir anayasa hedefliyoruz.”
Sivil Anayasa sempozyumunda Erdoğan tarafından dile getirilen ve çok tartışma yaratan, “milletin çeşitliliği” kavramı, AKP ve Erdoğan’ın 2023 seçim beyannamesinde de dil, din, ırk, mezhep, kültür farkı gözetmeden “çeşitlilikte birliği savunan anayasa” biçiminde yer almıştı.
AKP ile görüşmeler
Bugünlerde anayasa meselesine çok yoğunlaşmış bir Erdoğan görüyoruz. 2028 yılında tekrar aday olup kazanmanın peşinde. Bunun teknik zorlukları da var. İlk hedefi kazasız belasız yerel seçimleri atlatmak.
AKP ile HEDEP arasında adı konmamış, resmi nitelik kazanmamış bir görüşme trafiğinden uzun zamandır söz ediliyor. Bu doğru. Kurumsal temsil görevleri olmayan eski siyasetçiler görüşüyorlar. Bu görüşmelerden de parti yönetimlerini haberdar ediyorlar. Dost sohbeti şeklinde geçmiyor bu görüşmeler edindiğim bilgilere göre. AKP’nin yerel seçim destek modellerine HEDEP’liler; siyasi tutukluların serbest bırakılması, kayyum uygulamasının son bulması ve Öcalan’a tecritin kaldırılması gibi somut taleplerle karşılık veriyorlar.
HEDEP Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları yerel seçimlere yönelik olası ittifakların mümkün olduğunu ama açık yapılması gerektiğini savunurken bu görüşmelerde özellikle CHP’nin kazandığı seçim çevrelerinde güçlü adaylarla çıkılması konuşuluyor. AKP ile HEDEP arasında var olan bu görüşmeler “partileri ayrı 2 eski dostun sohbetleri” muamelesi görse de bu görüşmelerde elde edilen bilgilerin iletildikleri yerler parti yönetimleri. Alınan yanıtlar da aynı yöntemle paylaşılıyor. Dolaylı bir diyalog söz konusu yani.
HEDEP ile Demirtaş iki eski dost mu artık?
Selahattin Demirtaş ile uzun süredir uğruna siyaset yaptığı ve bunun için bedel ödediği eski partisi HDP’de başlayan ve ardılı HEDEP’e de aktarıldığı net olarak görülen bir soğukluk var. Demirtaş kurultaya sıradan birkaç satırlık mesaj gönderdi, kurultayda da Demirtaş’a “sıradan, cezaevindeki partili” muamelesi yapıldı.
Son kurultayda ortaya çıkan sonuçlar üzerinden de rahat bir biçimde Demirtaş ile parti ayrışmasını tespit etmek mümkün ve dediğim gibi bu yeni bir şey değil. 7 Haziran 2015 seçimlerden bu yana HDP, son olarak Yeşil Sol Parti olarak oyları yüzde 5’e yakın düştü. Bu oran üçte birden fazla. Siyasetlerinde ciddi bir liderlik sorunu var. Yarışlı kurultayları bırakın partiye genel başkan bulmakta bile zorluk yaşanıyor... Sadece şöyle bir örnek vereyim, Demirtaş partinin başında olsaydı seçimlere üzerindeki kapatma davası riskine karşın HDP olarak girilirdi, çünkü risk almak bu siyaset için çok rutin ve emin olun, alınan sonuç çok farklı olurdu.
HEDEP siyaseti paydaşlarını muhafaza ederek -ki eş Genel Başkan Hatimoğulları bunun göstergesi- yoluna başka bir siyasi hatta devam edecek. HEDEP, HDP gibi önüne büyümeyi koymuyor, tam tersi belki biraz daha küçülecek. Bölgesel halk toplantılarında ortaya çıkan taleplerle kendisine politik olarak yeni bir konum belirledi HEDEP. Toplantılarda partinin adının eski partileri anımsatmasının yanı sıra politik kimliğinin de eski partiler gibi olması talepleri yoğun olarak dile getirildi. Bu da ortaya, merkezine Öcalan’ı ve Kürt kimliğini koyan bir politik hat çıkarıyor. Eski DEHAP Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın eş genel başkan olması da bu hattın altını çizen önemli bir gösterge. Bu politik hatta kafa karıştırıcı ayrıntıya yer verilmeyecek gibi.(Yani tüzükte LGBTİ+ varlığına son verilmesini Hüda-Par’ın bölgesel propagandasının önünü kesme girişimi olarak da görmemek lazım)
Sonuçta HDP’de Demirtaş’ın inşa etmek istediği politik kimlikten tamamen uzaklaşma eğilimde olan “Türkiyelileşme” hedefini “niyet” düzeyine indiren bir HEDEP siyaseti oluşuyor. Sadece buradaki politik tercihler bile Demirtaş ile HEDEP siyasetinin artık vedalaşmak üzere olduğu izlenimi yaratmaya yetiyor…