ESAT AYDIN
Türkiye'deki seçim süreçleri, çeşitli dinamikler barındıran kompleks bir olgu…
Bu süreçler, iktidar ve muhalefet partilerinin stratejileri, seçmen davranışları, siyasi kampanyaların finansmanı, yönetimi gibi çok katmanlı, çok boyutlu tartışmalara konu oluyor. Türkiye’deki seçim dinamiklerini anlamak ve analiz etmek, Türkiye'nin iç politikasıyla genel olarak seçimlerin işleyişi ve demokrasimizdeki önemini kavramak açısından da zengin bir veri sunuyor.
Türkiye'de, özellikle AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana, yerel seçimler ulusal politikanın bir uzantısı olarak görülüyor.
Bu yerel seçimler de bir kez daha -belki de son kez- iktidar ve muhalefet arasındaki mücadelelerin kesişim noktasında, Türkiye'nin siyasi geleceğini belirleyen bir seçim olarak tanımlanıyor.
Bu bağlamda, Türkiye'de 31 Mart seçimlerinin analizleri, temelde politik güç dağılımını ve belediye başkanlarının sadece yereli yönetmekle kalmayıp, ülke yönetiminin önemli aktörleri olabileceğini gösteren bir perspektifi de sunuyor…
Geçmiş yıllarda ardı ardına yaşanan seçim süreçleri, toplumsal ve siyasal yapıyı giderek ağırlaşan bir yorgunluğa maruz bırakırken; ülke 11 ay sonra bir kez daha derin bir yoksulluk ve ekonomik istikrarsızlık sarmalında, yaşam maliyetinin her geçen gün yükselişinde, iktidar politikaları ve muhalefetin belirsiz çözüm önerileri eşliğinde, onlara karşı güvensizlik ve memnuniyetsizlikte, karmaşık ve dinamik politik manzarada yeni bir seçime gidiyor.
Evet, seçimlere gidiyoruz yine… Michael Parenti’nin “Birkaç Kişinin Demokrasisi” diye belirttiği hal söz konusuyken bir hayati seçime(!) daha gidiyoruz. Esasen derin bir sınıfsal ayrımla bölünmüş, zenginliğin yığıldığı bir taraf ile derin bir eşitsizlikte yoksulluğun katmerleştiği taraf arasına sıkıştırılmış “vefakar” seçmenden bu kez yerel seçimler için oy istiyor partiler.
Her bir aktör, kendi ideolojik çerçevesi ve siyasi hedefleri doğrultusunda çeşitli taktikler geliştiriyor.
İktidar, bu yerel seçimlerde de mevcut yönetim başarılarını ön plana çıkaran bir kampanya stratejisi izliyor. “Adaletsiz Kalkınma Projeleri, altyapı projeleri, sosyal yardım programları, seçmen nezdinde itibarını artırmak amacıyla öne çıkarılıyor.
Ayrıca, CHP’lilerin “şahsım hükümeti” diye tanımladığı, gerçekten de Erdoğan’ın şahsında merkezileşmiş iktidar rutininin “normlaşmış” haliyle de karşı karşıyayız
17 bakan, bir cumhurbaşkanı yardımcısı ve partili cumhurbaşkanının tekmili birden sahada boy gösteriyor. BirGün’e yazmıştım: 14 Mayıs’tan 11 ay sonra, bir kez daha iktidar partisi için devletin tüm imkanları, bakanı, bürokrasisi, kolluğu, yargısı; cemaati, tarikatı, derneği, vakfı seçimlere tabi…
YSK’nın tutumunun muhalefet tarafından çok da yadırganmadığına şahitlik ediyoruz. Neredeyse yazılı ve görsel medyanın tümü AKP’nin propaganda aracına dönüşmüş durumda.
Medya üzerinden bir kez daha geniş bir propaganda ağı kurarak, mesajlarını seçmene ulaştırmada avantaj peşinde olan AKP’nin elindeki TRT bir kez daha malumumuz…
Olana alışma hali devam ediyor yani…
AKP medyasında kurgu videolar, yalan haberler, hedef göstermeler, itibarsızlaştırmalar bir kez daha almış başını gidiyor.
Sorun şu ki CHP de bir kez daha bilindik tavrıyla karşılıyor durumu.
İsmail Saymaz’a konuşan Özgür Özel, kumpas video hakkında: “Arkadaşlarıma, seçimi kazandık anlaşılan. İstanbul’u kazanmak için görüntüyü zamanından ve bağlamından koparıp bugünle ilişkilendiren bir yalana AKP’nin genel başkanı sığınıyorsa, sürecek kozu kalmadı demektir, dedim” diye açıklama yapıyor.
14 Mayıs’taki montaj videoyu ciddiye almayan Kılıçdaroğlu’nu hatırlatıyor.
Olana alışma hali devam ediyor yani…
Ezcümle bu seçimleri de 14 Mayıs’ın üzerine ekleyerek yerel düzeyde de hegemonik yapısını katmerlemeyi amaçlıyor AKP.
İktidarının devamlılığını sağlama amacını taşıyan son politik bir araç olarak görüyor 31 Mart’ı.
***
Muhalefet ise iktidarın politikalarına alternatif çözümler sunmayı ve bir tepki oluşturma gayretiyle kamuoyunun dikkatini mevcut ekonomik kırılmalara çekmeyi amaçlıyor.
Türkiye'de muhalefetin iktidarın ekonomik politikalarını eleştirip, alternatif çözümler sunarak kendini konumlandırması, Polonya veya Macaristan’daki muhalefetin demokratik değerlere ve hukukun üstünlüğüne vurgu yaparak iktidara meydan okumasıyla karşılaştırılabilir.
Özellikle CHP Genel Başkanı bu yerel seçimlerin ülkenin siyasi manzarasını şekillendirmede kritik bir öneme sahip olduğunu söylüyor. 31 Mart seçimlerinin, yerel dinamiklerin yanı sıra ulusal politikaların da güçlü bir şekilde yansıtıldığı önemli dönüm noktalarından biri olarak görüyor. Foça’da “ İnadına sol, inadına CHP” sloganı attıran gence mevzunun sağ- sol seçimi olmadığını hatırlatarak yapıyor bunu.
Kendini mevcut yerel yönetimler üzerinde kontrol sağlamak, iktidarla mücadelesinde belediyeleriyle güçlü bir rekabet alanı yaratmak için pozisyonlandırıyor.
Türkiye'nin yerel seçim dinamiklerini 2019’dan bu yan doğru okuduğunu; örneğin, Brezilya’daki yerel seçimlere bakıp, İşçi Partisi (Partido dos Trabalhadores) gibi sosyal politikalar (Bolsa Familia) ve kamu hizmetlerinin genişletilmesine odaklanarak, özellikle ekonomik eşitlik ve sosyal adalet vurgusuyla 31 Mart seçimlerinden de galip çıkacağını, uzun süreli seçmen desteğini sağlayacağını düşünüyor.
Her mitinginde emeklilerin yaşadığı yaşamsal alt üst oluşa vurgu yapıp, onların sürece müdahalelerinin önemini anlatıyor.
Yerel düzeyde halkın beklentilerine yanıt verecek ve yaşam kalitesini artıracak vaatlerle öne çıkma peşinde olan CHP; elindeki belediyeleri artırarak daha fazla katılımcı, şeffaf ve halka hesap verilebilir yerel yönetim modelleri önererek de seçmenlerin AKP’ye olan desteğini sorgulamalarını hedefliyor.
Hem seçim dönemleri hem de sonrasında yerel yönetimlerin dayanışma ve kent hakları için bir platform olarak kullanma potansiyelini hesaba katıyor CHP…
Avrupa'da, örneğin İspanya’da, yerel seçimlerde partiler arası ittifaklar ve koalisyonlar önemli bir rol oynarken, Barcelona En Comú gibi hareketlerin yükselişinden ilhamla, bugün resmi bir ittifaktan söz edilmese de özellikle İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde muhalefet partilerinin seçmen tabanının “kent uzlaşısı” stratejisi bunlarla benzerlik taşıyor.
DEM ve İYİ Parti seçmeniyle ortak zemin arayışı bu potansiyelin ilhamı…
Bu seçimde sahada sosyalist partiler de var. Türkiye'nin siyaset sahnesinde daha sınırlı bir etki alanına sahip olsalar da sosyalist partiler, başta Hatay ve deprem bölgesi gibi yerlerde önemli bir seçmen tabanına hitap edebilecek durumda…
İşçi sınıfı ve emeğin haklarına dair politikalarla ekonomik eşitlik, barınma hakkı, dayanışma, çevresel tehditler karşısında çevre hakları, ekolojik sürdürülebilirlik gibi konulara odaklanıyorlar.
Kapitalizmin yarattığı sorunlara dikkat çekiyorlar, kapitalizmin eleştirisi üzerinden politika üretiyor, yerel yönetimlerde sosyalist politikaların uygulanabileceği modelleri savunuyorlar.
Daha adil bir toplum yapısının mümkün olduğunun altını çiziyorlar.
Ücretsiz kamu hizmetleri ve yerel ekonomileri güçlendirecek politikalar öneriyor, toplumun dezavantajlı kesimlerinin sesini duyurmak ve bu grupların sorunlarına çözümler sunmak için çaba gösteriyorlar.
Bu yerel seçimlerdeki performansları ise, örgütsel kapasiteleri ve yerel düzeydeki aktivizmleriyle yakından ilişkili…
31 Mart seçimlerini yerel sınırlarda tutmayan bir durum daha var.
22 yıllık AKP iktidarında, Türkiye'nin politik manzarası, artan bölünmüşlük ve kutuplaşmanın gölgesinde şekilleniyor.
İktidarın ve geleneksel muhalefetin yetersizlikleri, politik ve ekonomik krizin eşiğinde, yeni politik aktörlerin yükselişine zemin hazırlıyor.
YRP ve ZP gibi hareketler; geleneksel değerler, ulusal kimlik vurgusu, cinsiyetçilik, göçmen karşıtlığı üzerinden toplumsal barışı tehdit ederken, geleneksel siyasetin sınırlarını aşıp onlara da meydan okuyor.
Siyasi ve ekonomik krizi siyasi sermayeye dönüştürmek için mevcut durumu kullanan, küresel eğilimin parçası olan bu partiler karşısında geleneksel siyasi yapılar, yeni realiteyle kendilerini yeniden konumlandırma ihtiyacı hissediyor. Küresel çapta görülen muhafazakâr ve neofaşist akımların yükselişi ile paralel bir şekilde, Türkiye'nin politik manzarası daha karmaşık ve belirsiz bir hal alıyor. Türkiye'nin siyasal geleceği, bu akımların doğası ve etkileri, nasıl yönetileceği, nasıl aşılacağı soruları etrafında şekillenecek gibi duruyor.
Siyasal alanın giderek karmaşık hale geldiği noktada, bu siyasi ve ekonomik çıkmazın ortasında, ülke kökten ve kapsamlı bir şekilde ele alınmaktan da uzaklaşıyor.
İnklüziv bir yaklaşımı artık kimse düşünmüyor, düşünemiyor.
****
Seçme belki de ilk kez İstanbul’daki sonuca bu kadar odaklı
Yakın zamanda Muğla, Manisa, Hatay, Amasya, Tokat, Samsun, Çorum, Kırıkkale, Afyon ve Uşak’ta seçimleri izledim. Seçmenin belki de ilk kez kenti dışında İstanbul’daki sonuca bu kadar odaklandığına şahit oldum. Kentlerini sorduğumda, “boşver, İstanbul ne olur?” diyen çok oldu.
Seçimlerde İstanbul’a bakılmasını belirleyen 14 Mayıs akşamı Kısıklı’da yaptığı konuşmayla Erdoğan’dı: “Biz İstanbul'u çok seviyoruz. İstanbul'a aşığız. İstanbul’la yola çıktık, İstanbul’la devam ediyoruz. Önümüzde 2024 var. Ne demek istediğimi anlıyorsunuz değil mi? 2024'te İstanbul'u da yerel seçimlerde almaya hazır mısınız? diyen” Erdoğan yine paradigmayı belirlemişti.
O günden bugüne 14 Mayıs sonrasında ortada muvazaalı durum varmış gibi dururken, muhalefetin düştüğü yerden kalkamayacağına hükmedilmiş bir ruh hali varken; 31 Mart’ta muhalefet seçmeninin sandığa gitmesi için dizine dermanı Erdoğan zerk etti yine, söyledikleri ve yaptıklarıyla…
Erdoğan ne isterse seçim sath-ı malinde o kayıyordu yine…
İstanbul, Erdoğan’ın cambazı…
Oraya baktırıyordu.
“Asi Şehirler” kitabında kentlerin giderek küresel ekonomi içinde merkezi bir rol oynadığı, kent menşeli mücadelenin, “kenti biçimlendiren erkin” esasen nerede konumlandığı, nelerin üzerinde yükseldiği ve bunun da yerel seçimlerin önemini artırdığı üzerinde duran David Harvey’in bakış açısı, 31 Mart’taki seçimlerin, sadece yerel politikaların belirlenmesinde değil, sonuçlarıyla geniş kapsamlı politikaların bir yansıması olacağı fikrini destekliyor.
31 Mart seçimlerinde partilerin stratejileri ve halkın özellikle İstanbul ve Ankara’ya kendi kentinden daha fazla ilgiyle yaklaşımları, bu kentlerdeki seçim sonuçlarından bağımsız politik bir süreç ve irade inşa etmenin mümkün olmayacağını gösteriyor.
Bu atmosferde muhalif seçmenin havlu atıp atmadığını gösterecek olan “son seçimlere” gidiyoruz.
Zira partilerin hele ki “değişim” mottosuyla seçime giden partinin aday tercihinden kampanya hissi ve kurgusuna kadar kabuğunu kıramadığı görüntüde belki de gerçekten son kez muhalif seçmenin umut hissettiği bir seçim olacak 31 Mart.
“Seçimli mutlakiyet” rejimine bir varken, bütünüyle ablukaya alınmaya bir varken gidiyoruz 31 Mart’a…
Parti muhalefetinin değil, dışında kalan muhalefetin seçimine gidiyoruz.
İstanbul’u kazanacak olana, kendini 2028’e umutlu taşıyacak olana bakıyor seçmen.
Türkiye, bugün ciddi bir iktidar ve muhalefet krizi de yaşıyor.
Geleceğini bu ikisinin değil kendisin nasıl kurgulayacağına bakıyor.
Dengesizliği, uçurumu gözeterek; muhalefet kendisinin daha gerisinde daha ürkek ve çekingenken gidiyor.
Mesele, bundan sonra Türkiye’nin nasıl bir anlayışla yoluna devam edeceği.
Eğer muhalif bir duruş sergilenmezse biriken enerjinin boşa gideceğini bilerek gidiyor…
31 Mart seçimlerine dönük bu yaklaşım, yerel ilerlemelerle ulusal politik hat arasında bir bağ kurmayı bu yüzden amaçlıyor. Olan bitenin ötesine berisine bakmayı, meseleyi parçalara ayırmış olmaktan çıkarıp, başka bir muhakemeyle bağdaştırmayı, memleketin otoriter atmosferinde yeni bir yol tasarlamaya dönük hararetli bir tartışmayı bu yüzden hak ediyor.
Döngünün kırılması için halk Sisyphos’a bir kez daha -belki de son kez- omuz veriyor.