MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından DEM Parti’ye "uzatılan el"in üzerinden iki ay geçti.
İki ay boyunca Bahçeli, "Uzattığımız eli tutun", "Öcalan gelsin Meclis'te DEM Grubu'nda konuşsun", "DEM'liler Öcalan ile görüşsün" derken bir yandan da dilinden Kürtlere yönelik sevgi pıtırcığı sözcükleri döküldü: “Kürtler kardeşimizdir, milletimizin eşit ve onurlu mensuplarıdır“, “Kürtlerle kucaklaşma asıldır“, “Kürtler de Aleviler de bizim canımız, cananımız, kardeşimiz ve milli birliğimizin ana damarlarıdır“, “Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa, Türk değildir; Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir“.
Bahçeli konuşmaya devam ederken kamuoyu da bu süre zarfında “Erdoğan'ın Bahçeli'nin çağrısından haberi var mı“ sorusuna yanıt arıyordu.
Sadece o da değil “Yeni bir çözüm süreci mi başlıyor?“, “Taraflar arasında kamuoyunun bilmediği bir arka kapı diplomasisi mi yürütülüyor?“, “Kürt sorunu bu kez çözülecek mi?“, “İktidar çağrısında samimi mi?“ sorularına da yanıt aranıyordu.
Erdoğan nihayet konuya dahil olduğunda Cumhur İttifakı ortağına teşekkür etti ve “Bahçeli’nin elini değil tüm vücudunu taşın altına koyduğunu ve bu sayede çok daha büyük bir imkan ele geçirdiklerini“ söyledi.
DEM Parti her fırsatta “Barış için inisiyatife hazırız“ mesajını verdi.
Öcalan kendisiyle görüşen yeğeni ve DEM Parti Milletvekili Ömer Öcalan aracılığıyla “Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim“ mesajını iletti.
Kandil’den bir yandan “Türk devleti yeni bir oyun peşinde“ açıklaması yapılırken diğer yandan da “Apo'nun geliştireceği çözümü, yaklaşımı hareket olarak esas alacağız. Önder Apo'nun talimatlarını, perspektiflerini uygulayacak bir hareketiz“ mesajı geldi.
Saray’ın “Seni başkan yaptırmayacağız“ sözünü “ihanet“ saydığını açıkça dile getirdiği ve sürecin dışında tutmak istediği Demirtaş, cezaevinden “süreci desteklemeye hazırım“ mesajını verdi.
Yani herkes konuştu…
Peki bu iki ayda hangi somut adım atıldı?
İktidar eliyle DEM’li ve CHP’li belediyelere kayyımlar atandı. Gazeteciler ve Kürt siyasetçiler gözaltına alınıp tutuklanmaya devam etti. “Uzattığımız eli tutun“ dedikleri DEM Parti’ye sürekli aba altından sopa gösterilip durdu.
Çıkışı nedeniyle Bahçeli’ye teşekkür eden Erdoğan bir ay sonra “Karşımızdaki tablo çok da umutlu olmamıza izin vermiyor“ noktasına geldi.
Bahçeli son grup toplantısında cihatçı HTŞ’nin Suriye’de diktiği Türk bayrağıyla övünürken DEM’i “DEM, ya Türkiye partisi olacak ya da tükenmekten ve derdest edilmekten başka seçeneği kalmayacaktır“ diyerek tehdit etti.
Dolayısıyla şu soru ortaya çıkıyor; Saray gerçekte neyin peşinde?
“Türkiye partisi olması yolunda adım atmasını bekledikleri“ DEM Parti’den ne yapmasını bekliyorlar?
Son dönemde sıkça Saray’dan mesajlar veren Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un sözlerine bakalım.
Uçum’a göre, “Devlet, ‘terörsüz Türkiye’ hedefine yönelik mücadelesinde farklı inisiyatifler alıyor. Etkili olabilecek çeşitli seçenekleri değerlendiriyor. Yeni bir paradigma oluşturuyor.“
Bu paradigmaların ne olduğunu açıklamıyor. Ama kayyım atamalarını bu paradigmalardan biri olarak sıralıyor! Dahası DEM’e yönelik tehdidini sürdürüyor :
“TBMM çatısı altında artık terör vesayetinde siyaset yapan bir parti olmayacak. Ya bunlar bunu bir iradeyle, kendi tercihleriyle, geliştirecekleri politikalarla hayata geçirecekler ya da gerekirse her türlü hukuki tedbir alınacak. Terörle mücadelenin askıya alınması diye bir şey tamamen gerçek dışı bir iddia. 1 Ekim'den sonra yaşananları görüyorsunuz. Hangi noktada devlet taviz vermiş? Kayyımlar sürecinde mi teröre yönelik operasyonda mı taviz vermiş? Terörle organik bütünlük ilkesi çerçevesinde mücadelede mi taviz vermiş? Irak'a gitmiş, Suriye'yi mi bırakmış? Bu da yok. Gerçekliğe aykırı bu iddiaların anlamlı görünmesi de ayrı bir sorun. Ne istediğimiz çok açık, terörsüz Türkiye hedefinde terörü Türkiye'nin sosyal, siyasal, kültürel yaşamından tamamen tasfiye etmek. Aynı zamanda pratik olarak da tamamen sıfırlamak. Sınır ötesinde de kalıcı güvenliği sağlayabilecek tedbirleri almak."
Israrla DEM Parti yöneticilerinin İmralı’da Öcalan ile görüşmesini ve Öcalan’ın vereceği mesajı açıklamalarını istiyor Saray iktidarı. Ama 10 günü aşmasına rağmen DEM Parti Eş Genel Başkanlarının görüşme başvurusuna bir yanıt verilmiyor.
Adalet Bakanı Tunç, “DEM Parti’nin dilekçesi 26 Kasım 2024 tarihinde ulaştı. Değerlendirmemiz devam ediyor. Makul süre içinde cevap verilecek“ diyor.
Neyi değerlendiriyorlar?
“Makul süre“den kasıt ne?
Erdoğan dün Suriye’de HTŞ öncülüğündeki cihatçı grupların ilerleyişine destek verirken ne diyordu:
“Şu an itibarıyla İdlib, Hama, Humus ve hedef tabii Şam. Muhaliflerin bu yürüyüşü şu an itibarıyla devam ediyor. Biz de bunun takibini gerek istihbarat gerekse de medyadan yapıyoruz. Temennimiz kazasız belasız bir şekilde Suriye'deki bu yürüyüş devam etsin, diyeceğim.“
Türkiye’de Kürt sorunu gerçek anlamda konuşulacaksa elbette bölge denklemi de dikkate alınacak.
Saray’ın Suriye’deki Kürtlerin statüsünden rahatsızlığını ise tüm dünya biliyor. Suriye’de yaşanacak gelişmeler sonucunda bu statünün daha da güçlenmesinden çekinen iktidar cihatçıların ilerleyişine boşuna alkış tutmuyor.
Özetle söylemek gerekirse DEM’lileri İmralı’ya götürecek koster esasında Suriye’deki gelişmeleri bekledi, bekliyor.
Saray hesabını “çözüm“den değil hem Türkiye’de hem de bölgede zayıflamış ve statü kaybetmiş Kürtler üzerinden kuruyor.
Umalım da bu hesap Türkiye’yi çok daha büyük bir bataklığa sürüklemesin.