‘Kuru Otlar Üstüne’ tüm diğer Nuri Bilge Ceylan filmleri gibi insanın türlü hallerini sorgulayıp izleyicisini yüzleşmeye davet eden zamanlar ötesi bir yapım. Bir yandan da şu günlerde biz Türklerin yaşadığı güncel çatışmalara şaşırtıcı biçimde denk gelen bir film. Ceylan’ın en politik işi diyebiliriz. Filmin Türkiye’nin yakın geçmişine çok sayıda göndermesi bize bunu söyletiyor.
Film, bize Erzurum’un bir köyünde öğretmenlik yapan Samet’i (Deniz Celiloğlu) anlatıyor.
Dört yıldır görev yaptığı köyden bir an önce İstanbul'a tayinini çıkartmak isteyen Samet'in öyküsü, Nuri Bilge Ceylan ve Ebru Ceylan'la birlikte senaryoya imza atan Akın Aksu'nun yazdıklarından esinlenerek oluşturulmuş. Adını, Ceylan'ın bir önceki filmi 'Ahlat Ağacı'nın senaryosuyla duyuran Akın Aksu, daha sonra yayımladığı 'Bir Taşra Köpeği' ve 'Ay Işığı' adlı iki romanla edebiyat dünyasında da yerini almış bir isim. Filmin kahramanı Samet, resim öğretmeni ve arkadaşına getirdiği zeytinyağı sayesinde anlıyoruz ki Ege'den bir yerlerden geliyor.
Hem kültürel olarak hem de hayata bakışıyla yaşadığı coğrafyaya uyumsuz. Fakat bir yandan da hayatta kalmak için gerekeni yapıyor. Filmin başlarında sokağı kaplayan zırhlı aracın içindeki komutan hoparlörden sesleniyor Samet’e; ‘Çayı koyuyorum, karakola gel çay içelim’ diye… Dostluk ettiği, köyün muhalif genci Feyyaz (Münir Can Cindoruk) ile konuşurken bu davetten hiç hoşlanmıyor gibi görünse de bir sonraki sahnede onu karakolda komutanla (Emrah Özdemir) çayını içerken görüyoruz… Öğrencileriyle samimi, rahat ilişki kuran farklı bir öğretmen olmaya çalışıyor Samet. Bu rahatlığın altına süpürdüğü bir zaafı, bir kız öğrencisiyle kurduğu yakınlığı, daha sonra onun başını ağrıtacaktır.
Bir aramada yakalanan aşk mektubunu görünürde sevdiği öğrencisini korumak için ama aslında öğretmenlerden Kevser’in (Nalan Kuruçim) ima ettiği gibi kendisine yazılmış olma ihtimalinden dolayı alıp saklayınca mektubun sahibi Sevim (Ece Bağcı) ona savaş açıyor. Samet, ev arkadaşı Kenan’la birlikte öğrencilerine ‘aşırı yakınlık’ göstermekle suçlanıyor. Ucu tacize varabilecek bu suçlamayı işleme alan okul müdürünün (Onur Berk Arslanoğlu), iktidara yakın olduğu için bu görevde olduğunu ve aslında muhalif ve Alevi kökenli Kenan’ın hak ettiği halde müdür olamadığını da bu süreçte öğreniyoruz. Müdür, çalışma arkadaşlarıyla dayanışma içinde gibidir ama aslında tek derdi pozisyonunun korumaktır. Suçlamaya inanmıyormuş gibi görünse de aslında sadece skandala dönüşmesin diye kendini korumak için ört bas eden ilçe milli eğitim müdürü (Yıldırım Gücük) meseleyi kapatır… Herkes göründüğünden farklıdır. Bir görünen, gösterdiğimiz yüzümüz vardır bir de içimizden gelen ve davranışlarımızın başka gerekçeleri. İlişkilerimiz ve birbirimize tavrımız duygulara ve olaylara göre, küçük çıkarlarla ve öfkelerle değişir durur. Hem iyiyizdir hem kötü, hem sadığızdır hem hain, hem dostuzdur hem düşman… Söylediklerimiz ve söylemediklerimiz, ima ettiklerimiz ya da gizlediklerimizle birlikte yaşarız.
Bu çelişkili hallerimiz en çok filmin bir aşk üçgenini anlatan ikinci büyük hikayesinde kendini gösterir. Samet pek de beğenmediği Nuray’ı Kenan’a uygun bulur. Aynı bölgenin insanı olan ikili, birbirine yakınlaşınca ve aslında Nuray’ın isterse İstanbul’a tayin yaptırabileceği ortaya çıkınca Samet arkadaşıyla beklenmedik bir rekabete girişir. Bir ayağını Ankara’daki canlı bomba saldırısında kaybeden Nuray, memleketine dönmüş ve özgür kişiliğini yeni gerçekliğinde dengelemeye çalışan bir karakter. Son yıllarda TV dizileriyle adını duyuran Merve Dizdar çok iyi bir performansla etkileyici bir Nuray karakteri çıkartmayı başarmış. (Öğrendiğime göre Nuray’ı çıplak gördüğümüz sahne için gerçekten de Ankara patlamasında ayağını kaybetmiş bir genç kadın dublörlük yapmış…) Erkeklerin onun için yaptığı planları aldırmadan onları kendi özgürlük arayışı ve hayata tutunma çabasının içinde konumlandıran ve bunu onlara kabul ettiren Nuray için Nuri Bilge Ceylan sinemasının gördüğü en güçlü ve çok boyutlu kadın karakter diyebiliriz. Ceylan sıkça eleştirildiği bir alanda da bu filmiyle yeni ve farklı bir çıkış yapmış görünüyor. Filmin en önemli sahnelerinden birinde yine Nuray var. Samet’le girdikleri uzun diyalog, hayata verdiğimiz anlam, umut ve umutsuzluk, bireycilik ve toplumculuk, bir şeyler yapmakla suya sabuna dokunmamak üstüne bir tartışma içeriyor.
Filmin en büyük yeniliği ise fotoğraflar ve sürprizli Brechtyen sahne. Fotoğrafa meraklı Samet’in çektiği köylü fotoğrafları perdeyi kaplayarak kendini seyrettiriyor. Bu nefis fotoğraflar Nuri Bilge Ceylan ve Ebru Ceylan’ın çalışmalarından seçilmiş. İçlerinde Ebru Ceylan’ın geçen yıl Fişekhane Cacoon Gallery’deki sergisinde de benzerlerini izlediğimiz, rüzgarın ya da yağan karın hareket kattığı ‘video fotoğraflar’ da var. Sanat yaşamına bir fotoğrafçı olarak başlayan, görsel gücünü sinemada olgunlaştırıp bunu etkileyici fotoğraflara dönüştüren Nuri Bilge Ceylan’ın şu sıralar yeni açılan İstanbul Modern’de de bir sergisi sürüyor. Ceylan adeta çemberi tamamlıyor ve bu filminde fotoğraf ve sinemayı buluşturuyor. İkinci sürprizi ise ana karakterin en gerilimli sahnelerden birinde adeta perdeyi yırtması…
Nuri Bilge Ceylan’ın üç saat yirmi dakikalık bu uzun filmi, öncekiler gibi süresini unutturan bir atmosferde akıp gidiyor. Diyalogların sahiciliği, anlatılan meselelerin herkese dokunan yanı ve tabii ki filmin görsel gücü ve mükemmelliği bizi perdeye bağlıyor.
Neredeyse tamamı karlar altında geçen film, dış çekimlerden mekanlara her yerde müthiş bir görsellik içeriyor. Mesela köyün görmüş geçirmiş deli fişeği Veteriner Vahit’in dükkanındaki diyalogları dinlemek de karanlık mekanın estetiğini seyretmek de harika. Bu arada, Vahit rolünde yönetmen Yüksel Aksu’nun kendi gibi doğal oyunculuğu da özellikle takdiri hak ediyor.
Filmin şiirsel finalinde kahramanımız Samet, ‘buralarda iki mevsim var, yaz ve kış’ diyor. Kışın ardından gelen yaz, kuru otlar üstünde yapılan yürüyüşler romantik bir sona yöneltiyor bizi. Kendisini o kadar şaşırtan, kadınsı bir kaprisle birden bire kapılarını kapatan öğrencisi Sevim’i sevgiyle hatırlıyor Samet. Tıpkı tüm diğer insanlar gibi. Sahip oldukları insani zaaflarla malul, birbirine olduğu kadar her biri kendi kendine karşı da katı ve acı verici olan bireylerin hikayesi bu. Biteviye sürüp giden hayatların, insanlık hallerinin hikayesi. Bittiğinde, önceki iki Nuri Bilge Ceylan filminde olduğu gibi güzel ve güçlü bir roman okuduğunuz duygusuna kapılıyorsunuz. Roman sanatının sinemadan çok önce başardığı, insanı anlatabilme gücünü Nuri Bilge Ceylan büyük bir hünerle beyaz perdede yaşatıyor. Diyaloglar, duygular, görsel tasvirler sinemadan taşıyor ve izlediğimizden aynı zamanda edebi bir tat almamızı sağlıyor.
Filmin nihilizme yakın, mutsuz ve huzursuz karakteri Samet’in çevresine karşı kapıldığı yabancılık duygusu günümüze has bir aşinalık da uyandırıyor. Seçimlerin ilk turundan sonra yaşanan hayal kırıklığı, küskünlük ve kızgınlığın sonucunda ortaya çıkan ‘biz bu milleti tanımıyoruz’ söyleminde öğrencilerine, arkadaşlarına, etrafındaki herkese karşı onları suçlayan ve kendini ayrıksılaştıran Samet’in tavrından da bir şeyler var. Film, en temel hallerimizi o kadar iyi kavrıyor ve anlatıyor ki hiç hesapsız biçimde toplumsal hayatımızın güncel ruh durumlarına da denk geliyor.
Cannes Film Festivali’ndeki galasında seyretme olanağı bulduğum ‘Kuru Otlar Üstüne’ dakikalarca ayakta alkışlandı. Yabancı izleyici filmin politik göndermelerini yakalamamış olsa bile belli ki sevdi. Film içimizdeki farklı duygular ve takındığımız tavırlar üstüne, insan olmaktan kaynaklanan çatışmalara dair evrensel içeriği ve üst düzey bir sinema yapıtı olması sayesinde ilk gösterildiği günden bu yana Cannes Film Festivali’nin yarışmalı bölümündeki favoriler arasında.
Nuri Bilge Ceylan’ın bu Cannes yolculuğundan da eli boş dönmeyeceğini düşünüyorum.