Cumhurbaşkanı başta olmak üzere bakanlar, iktidar üyesi temsilciler sırayla ekranlarda boy göstererek ülkedeki muhtelif sorunları çözmede sağladıkları ilerlemeleri anlatıyorlar.
Başta Maliye ve Hazine Bakanı Mehmet Şimşek var. Şimşek, ekonomide yaşanana kriz demeden ondan daha kötüsünü tarif ederek dengelerin yerine oturmaya başladığını anlatıyor. Dengelerin nasıl bozulduğuna ilişkin bilgi yok açıklamalarında.
Ticaret Bakanı da ihracat, ithalat dengesindeki kısmı iyileşmeden söz ediyor. Açıklamalara bakınca “enkaz devraldık” sözünün sahibi Süleyman Demirel aklınıza geliyor. Son 1 yıldır ülkeyi enkaz devralmış bir iktidar mı yönetiyor?
Devletin harcaması çok, paraya ihtiyacı var. Harcamasından kısmak istemiyor. Vatandaşından topladığı parayı arttırmak ve bundan yine vatandaşına verdiği payı azaltmayı tek tercih ya da formül olarak görüyor. İçinde bulunduğumuz karmaşık gibi görünen iktisadi sistem inanın bu kadar basit. (Cumhurbaşkanlığının harcaması geçen yıla oranla yüzde 179 artmış. 2,1 milyar liradan 6,1 milyar liraya çıkmış. Bu 6 aylık sürede memur ile emeklinin aldığı maaş sadece yüzde 20 arttı. Bu rakamlar ne demek istediğimi umarım anlatmama yardımcı olur.)
“Stokçuların ve karaborsacıların” rahatlığı
Devleti akrabalarıyla ya da kendisine mutlak bağlı isimlerle yöneten bir grup var. Ve önlerine koydukları tercih de sınıfsal; bir biçimde fayda sağladıkları sermaye sınıfı. Toplanmayan vergiler, sürekli dağıtılan ihaleler, verilen maden, enerji ruhsatları ile devletin tüm gücüyle bunları sorunsuz paraya çevirebilmesi için, suyunu, ağacını korumaya çalışan vatandaşlarını zorla aradan çıkartması bunun net göstergesi.
Bakan Şimşek doğalgaz ve elektrikteki devlet desteğine itiraz etmişti ve kaldırılmasını istemişti. Her ikisine gelen yüzde 40’a yakın zam, bunun ilk adımı. Emekli ve memura TÜİK’in belirlediği enflasyon oranının yarım puan bile üstünde zam verilemeyeceğini söylemişti; bu da gerçekleşti. Asgari ücrete zam yapılmaması da kollanan sermaye sınıfına bir kıyaktır.
Amerika ve İngiltere’den gelen arkadaşlarım Türkiye’deki pahalılık karşısında şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Bozdurdukları zaman ellerine geçen Türk lirasının hacmine şaşırdıkları kadar, yaptıkları alışverişte bu paranın tamamına yakının gitmesine bir türlü alışamamışlar. Gündelik yaşamın Amerika’dan ve İngiltere’den daha pahalı olduğunu tespit ettiler hemen.
12 Eylül darbesinden önce, o “yokluklar” döneminin en çok para kazananları, stokçular ve karaborsacılardı. Devlet de bunlara göz yumardı, aynı o dönemin kaçakçılarına olduğu gibi. Ama devrimci örgütler, tespit ettikleri zaman bu depolara baskın yapıp mallara el koyar ve yoksul mahallelerde dağıtırlardı. Devrimcilik ve gençlik heyecanıyla yapılan bu Robin Hood gösterisi işe yarardı. Stokçuları bu korkuturdu, karaborsacıları tedirgin ederdi. Şimdinin “stokçuları ve karaborsacıları” çok rahatlar.
Umutsuz ve üzgün bir halk
Son 5 yılda 3 ayrı maliye bakanı; Berat Albayrak, Nurettin Nebati ve Mehmet Şimşek aynı cümleyi farklı zamanlarda kurdular: “En kötü geride kaldı, olumlu sonuçları yakın zamanda göreceğiz.” Göremedik.
Türkiye kişisel servet artışında İsviçre Bankası UBS’ye göre dünya birincisi… Hani dolu olan lüks restoranlar, oteller, kafeler var ya; işte orada oturan, nüfusun ortalama yüzde 20’ye yakını servetine servet katmış. Rakamlar yalan söylemez Türkiye gayri safi yurt içi hasılasının sadece yüzde 6’sını emeklilere ayırıyor. AB ortalaması yüzde 13. Bu oranı miktara çevirdiğiniz zaman, durum daha dramatik oluyor.
Kent merkezlerinden biraz uzaklaştığınız zaman hayatın gerçekleri biraz daha ağır olarak karşınıza çıkıyor. Daha önce memleketin kötü haline isyan edenler artık sadece üzüntülerini ve öfkelerini dillendiriyorlar. Umutsuz ve üzgün bir halktır artık bu ülkenin insanları. En büyük hayal kırıklıkları da beklentilerinin hayli uzağında olan, kendisinden ve ülkenin gerçeklerinden kopmuş toptan muhalefetin durumu.
Sabah gazetesine demeç meselesi
Kitle iletişimin en önemli kuramlarından birisi, her kitle iletişim aracının ilettiği mesajdan öncelikli olarak kendisinin bir mesaj olmasıdır. Bugünün A Haber’i ile Tele 1’i buna en net örneklerdir. Orada yer alan haberleri izleyici peşin bu kabulle izler. A Haber iktidarın yayın organıdır, Tele 1 hem muhaliftir hem de politiktir. Soldan bakar meselelere. Bu kanalların sadece logoları yayınlansa bile izleyici bu ayrım ile geçer ekranın karşısına. CHP Genel Başkanı da AKP’li seçmene ulaşmak için Sabah gazetesine demeç vermiş. Yavuz Donat’ın sorularını yanıtlamış. Tam da AKP seçmeninin hoşuna gidecek cümleler kurmuş. Kendisinden kabul ettiği kitle iletişim organına çıktığınız zaman o izleyiciye kendi düşüncelerinizi ulaştırma imkânınız yoktur. Oradaki algı ve peşin kabul, “bak bizimle aynı noktaya geldi/getirildi” olur. Ayrıca oraları da gerçekten gazetecilik yapılan kurumlarmış gibi meşru hale getirirsiniz. Bu da bize ve mesleğimize zarar verir. İtirazımız da burada kayıt altına alınsın.