CEM ERCİYES
Neredeyse her ay bir ya da birkaç eski bina çöküyor. Özellikle İstanbul’da. 19 ve 20. Yüzyılın mirası çöküyor. Akılcılık, modernleşme gelişme ve demokrasi ülküsü gibi 1800’lerin sonunda, 1900’lerin başında yapılmış, asırlık binalar da zamanın yıpratıcı etkisine yenik düşüyor. Bu kaçınılmaz olduğu için değil, yeterince ilgi ve bakım görmedikleri, kaderine terk edildikleri ve hatta aç gözlü rant- düşkünlerinin, paragözlerin eline bırakıldıkları için böyle. Sistem kurucu ve denetleyici olması gereken yöneticiler yeterince ilgilenmediği ve tüm bunlara göz yumdukları için böyle.
Anlamışsınızdır, bunları geçen hafta Karaköy Necatibey Caddesi’nde çöken tarihi yapı için yazıyorum. Tramvayın da geçtiği Karaköy’deki ana caddenin üstünde terk edilmiş beş katlı bina 2016’dan bu yana onarılmayı bekliyor. Kuruldan onaylı projesi olmasına rağmen yapılmamasının nedeni, sahibinin gerekli kaynağı bulamaması olabilir. Ama yıkılmasını tercih etmesi de olabilir. Çünkü malum, bir eski eseri ayakta tutmak için harcanacak restorasyon maliyetleri çoğu kez onun yerine yapılacak yeni bir binadan çok daha pahalıdır.
Yıllarca bu yüzden İstanbul’un sayısız ahşap yapısı göz göre göre yakıldı, kagir binaları çatısı açılıp yağmurlarla yıkılmaya maruz bırakıldı. Bu çöken binanın da dron görüntülerinden anlaşılıyor ki çatısı vaktiyle çökmüş, daha sonra üstü çinko ile kapatılmış. Yıllarca öyle bekledikten sonra çökeceği anlaşılmış olmalı ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi gerekli önlemleri alıp çevresini boşaltmış caddenin bir yönünün trafiğe kapatmış. Neticede can kaybı olmadan bina çöktü ama İstanbul, tarihi bir yapısını daha kaybetmiş oldu. Nitekim İBB Genel Sekreteri Mahir Polat yaptığı açıklamada bu yapı için ‘bölgede emlakçıların otel yapmak için kapattığı ve aşınmasına yol açtığı örneklerden bir tanesi’ dedi… Belli ki bu bölgede ve başka tarihi merkezlerde böyle çökmesi beklenen daha pek çok yapı var.
Karaköy’deki çöken binayla ilgili çıkan haberlerin hiçbirinde binanın sahibi, kimin ne amaçla yaptırdığı, içinde vaktiyle kimlerin oturduğu, mimari özellikleri gibi işin kültürel yanına dair herhangi bir malumat yer almıyor. Kim ne derse desin ne kadar hayıflanırsa hayıflansın aslında İstanbul, tarihi mirasının kültürel yanıyla o kadar da ilgili değil. Bütün bu yapılar önce vadettikleri rantla ilgi çekiyorlar. Çökmeden sonra basın toplantısı düzenleyen İBB Kültür Varlıkları daire başkanı Oktay Özel İstanbul’da 3500 metruk bina olduğunu ve İstanbul’un bu sorunu çözmesi gerektiğini söyledi.
Akla gelen ilk çare, yerel yönetimin merkezi yönetimle işbirliği içinde bu yapıları devralıp tekrar yaşama döndürmesi. Metruk yapılar, artık kullanılamaz hale geldikleri ve çoğunlukla sahipleri belirsiz, ya da bir araya gelemeyecek kadar kalabalık oldukları, bu yenilemeyi gerçekleştirecek kaynağa sahip olmadıkları için öylesine bırakılmış vaziyetteler. Tabii aralarında Karaköy’deki gibi alınıp yıkılması beklenenler de var. Ama öyle ya da böyle, belli bir süre içinde müdahale edilmeyen metruk yapılara kamunun müdahale etmesi gerekiyor. Tabii Süleyman Soylu tarzında değil. İçişleri Bakanı, bu terk edilmiş yapıları uyuşturucu yuvası olarak gördüğü ya da göstermek istediği için çok değil iki yıl önce mahkeme kararı filan beklemeden yıkılması çağrısında bulunmuş aynen şöyle demişti:
"Arkadaş sen gece yık mahkeme kararı bizim arkamızdan gelsin. O bina orada durdukça o binada uyuşturucu kullanılıyor. O binada asayişsizlik yapılıyor. Gece yarısı dozer gelsin, yıksın. Kim yıktı biz nereden bilelim ya?" Yapılması gereken bu binaları bir gecede yıkmanın değil günler geceler boyu uğraşıp ayakta tutmanın yollarını aramak.
Nasıl bir çözüm öngörüyorlar?
Belediyenin konuyla ilgili en yetkili isimlerinin yaptıkları açıklamalardan onların da sistemin işleyişinden memnun olmadıklarını anlıyoruz. Peki bu 3500 metruk bina için nasıl bir çözüm öngörüyorlar. Onu da bilmiyoruz. Mesele sadece metruk yapılar meselesi değil tabii. Önümüzde bir deprem gerçeği var ve onun tehdit ettikleri arasında kentin 35 bin tescilli yapısı da bulunuyor.
Eski binaların depreme dayanıklı oldukları, depremin sadece içinde oturduğumuz beton yığınlarının meselesini olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. 6 Şubat depreminde Malatya’dan Adıyaman’a her ilde sayısız tarihi sivil ve anıtsal yapı yerle bir oldu. Antakya’nın bazı tarihi mahalleleri tamamen yok oldu. Şimdi hepsi üstünde Kültür Bakanlığı’nın ‘Tescilli kültür varlığıdır, izinsiz müdahale edilemez’ tabelasıyla yeniden yapılmayı bekliyor. Ne kadar mümkünse…
İstanbul da tescilli kültür varlıklarını önemli ölçüde kaybedecek depremde. Geçen hafta İBB tarafından İstanbul’un Mirası ve Deprem Riski’nin Yönetimi başlıklı bir toplantı düzenlendi. İnşaat Mühendisleri Odası’yla birlikte düzenlenen toplantıda eski eserler için neler yapılabileceği konuşuldu.
Ne kararlar alındı ve bu kararlar nasıl uygulanabilir önümüzdeki dönemde göreceğiz. İmamoğlu yönetiminin tarihi yapılar konusunda meseleyi ranta emanet etmeyen kültürel bir yaklaşımı olduğu görülüyor. Önümüzdeki seçimleri Kılıçdaroğlu’nun kazanması durumunda belediye ve kültür bakanlığı arasında uyumlu bir çalışma ve belki mecliste gerekli yasaları çıkartacak bir irade oluşabilir. Bunun deprem ve rant tehdidi altındaki, zamanın yıpratıcı etkileriyle hayat mücadelesi veren tarihi yapılarımız ve kent dokusuna iyi gelecek sonuçlar doğuracağını umalım…