Karar vermekten vaz mı geçeceğiz?

Kusursuz bir konfor uğruna irademizi sessizce tüketmektense, hatalı da olsa kendi kararlarımızla şekillenmek daha değerli değil mi sizce de?

Karar vermek insan olmanın en ağır yüklerinden biri. Sabah kalktığımızda hangi gömleği giyeceğimizden hayatımızın dönüm noktası olacak meslek seçimlerine kadar, günümüz sürekli tercihlerle kuşatılmış durumda. Psikologlar bu baskıya “karar yorgunluğu” diyor. Artık o kadar çok seçimle karşı karşıyayız ki, en basit karar bile zihnimizde orantısız bir ağırlık yaratıyor. Günümüzde bu yorgunluğu devredebileceğimiz yeni bir sığınağımız var: yapay zeka.

Yapay zeka sorularımıza cevap verecek, araştırmalarımızı hızlandıracak, karmaşık hesapları saniyeler içinde çözecekti. Geldiğimiz noktada ise, yapay zekaya yüklediğimiz rol bundan çok daha fazlası. Hayatın sorumluluklarını taşıyan bir vekil adeta. Artık tatilde nereye gideceğimizi, hangi kitabı okuyacağımızı, hatta sevgilimize nasıl mesaj atacağımızı bile ona soruyoruz. Bir zamanlar yakın dostumuza danıştığımız şeyleri, bugün bir algoritmaya devrediyoruz.

Sorumluluktan kaçışın yeni yolu

Yapay zekaya başvurmanın ardında yalnızca bilgiye erişme arzusu değil, çok daha derin bir duygu yatıyor: sorumluluktan kaçış. Çünkü her karar, beraberinde hata ihtimalini taşıyor; yanlış bir seçimde “ben seçtim” demek, insanın omuzlarına ağır bir yük bindiriyor. Kararın sonuçlarıyla yüzleşmek, başarısızlık ya da pişmanlık ihtimalini kabullenmek cesaret istiyor. Bu noktada yapay zeka, sadece bir araç değil, bir kaçış kapısı haline geliyor. “Ben değil, algoritma önerdi” diyebilmek, sorumluluğun en sancılı kısmını başkasına devretme imkanı sunuyor.

Üstelik içten içe, bu kararların doğruluğuna da güveniyoruz. Çünkü algoritmanın bizi çözdüğüne, geçmiş aramalarımızı, izleme listelerimizi, beğenilerimizi takip ettiğine ve sonunda bize hoşumuza gidecek şeyleri önereceğine inanıyoruz. Netflix’in karşımıza tam da bizim tarzımıza uygun bir dizi çıkarması ya da Spotify’ın hiç bilmediğimiz bir şarkıyı bizim zevkimizden seçmesi, bu güveni pekiştiriyor. O noktada aslında karar vermiyoruz; sadece sistemin bize sunduğu alternatifi onaylıyoruz. Belki de farkında olmadan, olumlu düşünmek için kendimizi zorluyoruz: “Demek ki bu öneri bana uyacak, çünkü beni tanıyor.”

Böylece ortaya yeni bir kültür çıkıyor. İnsanlık tarihinde ilk kez, kendi kararlarımızı dışarıya devredip sonra da geri satın aldığımız bir teknolojiyle karşı karşıyayız. Yalnızca tavsiye almakla kalmıyor; hata yapma riskinden, pişmanlık ihtimalinden, özgür iradenin ağırlığından kaçıyoruz. Yapay zeka, bilgi üreticisi olmaktan çıkıp, bizi insan yapan en temel yüklerden, karar vermek ve sonuçlarını taşımaktan kurtaran bir yardımcıya(!) dönüşüyor.

Güvenin ardındaki yanılsama

Bu güvenin ardında ince bir yanılsama bulunuyor aslında. Yapay zeka gerçekten bizi çözmüyor; yalnızca bıraktığımız dijital izleri bir araya getirip istatistiksel tahminlerde bulunuyor. Netflix’in önerdiği dizi bizim kişiliğimizin derinliklerinden değil, milyonlarca benzer kullanıcı davranışının ortalamasından çıkıyor. Spotify’ın listesi ruh halimizi okumuyor, sadece dinleme geçmişimizin matematiğini yapıyor. Biz ise bunu kişiselleştirilmiş bir ilgi, “beni anladı” hissi gibi algılıyoruz.

Bu noktada özgür irade ile algoritmik öneri arasındaki çizgi bulanıklaşıyor. Kararı hala biz mi veriyoruz, yoksa çoktan sistemin sunduğu seçenekler arasına sıkışıyor muyuz? Seçim yaptığımızı sanırken aslında onayladığımız şey, algoritmanın bizim adımıza çizdiği olasılıklar haritası oluyor. Kendimiz seçtiğimizi düşünürken, çoktan bizim yerimize alınmış olan o kararı onaylama rahatlığını yaşıyoruz.

Tek sesli kolektif hafıza

Bu bireysel yanılsamanın toplumsal sonuçları çok daha kritik. Çünkü milyonlarca kişi aynı algoritmalardan yönlendirme aldığında, çeşitlilik değil, benzerlik çoğalıyor. Herkes aynı diziyi izliyor, aynı şarkıyı dinliyor, aynı haber akışına maruz kalıyor. Kültürün zenginliği, farklı seslerin çoğalmasından değil, algoritmanın “en çok tıklanan” seçenekleri öne çıkarmasından besleniyor. Farklılıklar kayboldukça, kolektif hafıza tek sesli hale geliyor.

Bu yalnızca kültürel bir sorun değil; siyasi düzlemde de ciddi bir risk barındırıyor. Bugün tatilde nereye gideceğimizi yapay zekaya soruyoruz, yarın çok daha hayati kararlarımızı da ona bırakmaya başlarsak ne olacak? Mesela, hangi partiye oy vereceğimizi…Bu alışkanlık, sıradan tercihlerden en kritik seçimlere kadar uzandığında, insanın iradesi sadece konfor uğruna devredilmiş olacak. Karar verme yükünden kurtulmak isterken, demokrasinin özünü bireysel iradenin toplamını, başkasına teslim etmiş olacağız.

Karar vermenin büyüten ağırlığı

Karar vermenin ağırlığı çoğu zaman hatalarında saklıdır. Çünkü hatalar yalnızca pişmanlık değil, ders de bırakır. Beğenmediğimiz bir dizide bile, bazen tek bir cümle çıkar karşımıza; zihnimizde yer eder ve yıllar sonra başka bir kararı şekillendirir. Yarım bıraktığımız bir kitap, sabrımızın sınırlarını ve vazgeçmenin erdemini hatırlatır. Yanlış seçtiğimiz bir otel, yolculukların konforla değil, deneyimle değer kazandığını öğretir. Bir iş görüşmesine gönderdiğimiz hatalı bir mektup, kelimelerin hayatımıza yön verecek kadar güçlü olduğunu gösterir.

Hatalar, kusurlar ve yanlış seçimler bize yalnızca “yanlış”ı değil, kim olduğumuzu ve neye ihtiyaç duyduğumuzu da anlatır. Kusurlar, insan olmanın yön göstericisidir; alışıldık güveni sarsar, büyümenin kapısını aralar. Eğer bu kusurları yapma şansımızı bile algoritmalara devredersek, yalnızca hatalardan değil, onların armağan ettiği derin öğrenme ve dönüşüm ihtimalinden de vazgeçmiş oluruz.

Kusursuz bir konfor uğruna irademizi sessizce tüketmektense, hatalı da olsa kendi kararlarımızla şekillenmek daha değerli değil mi sizce de?

Köşe Yazıları Haberleri