Adalet Bakanlığı Sözlüğü'ne göre kayyım, "belirli bir işin görülmesi ya da bir malın veya malvarlığının yönetilmesi için sulh mahkemesince atanan kişidir." Bu tanım, kayyım atamasının kim tarafından yapıldığını açıklasa da hangi işin görüleceği ve hangi alanlarda uygulanabileceği konusunda belirsizdir. Bu belirsizlik, 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminin ardından 674 sayılı KHK ile belediyelere kayyım atamaları yasallaşarak somutlaşmış ve bir uygulama biçimi haline gelmiştir. 2016'dan itibaren toplam 160 kez kayyım atanmış, bu uygulama yerel iradeyi ortadan kaldırarak yerel yönetimleri merkezi iktidarın kontrolüne almıştır. OHAL döneminde Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) gibi muhalif partilerin kazandığı belediyelere kayyım atanmış, 2016'da 96 DBP'li belediyeye, 2019 yerel seçimlerinin ardından ise 59 HDP'li belediyeye kayyım atanmıştır. 2019 seçimlerinde ana muhalefet partilerinin de kayyım atanması ihtimali bir kaygı yaratırken, 2024 yerel seçimlerinde Van gibi belediyelerde yaşanan tartışmalı kayyım atamaları kamuoyunun gündemine oturmuştur.
Son olarak CHP'li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in "PKK/KCK terör örgütü üyesi olmak" suçlamasıyla tutuklanarak yerine kayyım atanması ve DEM Parti yönetimindeki Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyım atanmasıyla bu uygulama yeniden tartışılmaya başlandı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Mardin'de yaptığı konuşmada, görevden alınan belediye başkanlarını savunarak kayyım uygulamalarının demokrasiye zarar verdiğini belirtti. Özel, bu uygulamaların seçmen iradesine müdahale anlamına geldiğini vurguladı ve Türkiye siyasetindeki aktörlere "kayyım siyaseti"nden vazgeçmeleri çağrısında bulundu.
Kent uzlaşısı, DEM Parti'nin yerel seçimlerde CHP ile yürüttüğü iş birliği stratejisinin temel bir unsuruydu. Bu kavram, her iki partinin ve yerel unsurların desteğini alarak, demografik yapılara uygun olarak belirli bölgelerde ortak adaylar çıkarılması ve yerel yönetimlerde halkın taleplerine uygun bir yönetim yapısı oluşturulması anlamına geliyordu. Peki, kayyım atanan yerlerden ilkinin "Kent Uzlaşısı" kavramının en çok konuşulduğu Esenyurt olması neye işaret ediyor? Çoğu yorumcu, Esenyurt Belediyesi'nin hedef alınmasını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na bir uyarı olarak görüyor. Bir yanda İmamoğlu'nun üzerinde sallanan "ahmak davası" tehdidi, diğer yanda ise "kayyım atanma ihtimali"—yani bu kaotik siyasi ve hukuki ortam, bu tür yorumlara açık bir zemin oluşturuyor. Bu ortam siyasi ve hukuki çünkü hukukun esaslarına uygun olmayan siyasi manevralarla siyasetimiz yıllardır şekilleniyor.
İçişleri Bakanlığı perspektifi nedir?
İçişleri Bakanlığı'nın 2019 yılında yayımladığı rapor, kayyım atamalarının kamu güvenliği ve devletin bütünlüğünü koruma amaçlarına hizmet ettiğini öne sürüyor. Rapora göre, görevden alınan belediye başkanları, belediyeleri terör örgütlerine mali ve lojistik destek merkezi olarak kullanıyorlar. Bakanlık, yerel yönetimlerin güvenlik riskleri doğurduğu durumlarda bu tür müdahalelerin gerekli olduğu gerekçesini sunuyor ve kayyım atamalarını güvenlik önlemi olarak değerlendiriyor. İçişleri Bakanlığı'nın bu yaklaşım, yerel yönetimlerin bağımsızlığı ve seçmenin demokratik iradesinin rafa kaldırıldığı gerekçeleriyle eleştiriliyor.
DEM ve muhalefet partilerinin tepkisi
DEM kayyım atamalarının halkın yerel yönetim deneyimine ve demokrasinin temel ilkelerine zarar verdiğini belirtiyor. HDP'nin (bugünkü DEM'in) hazırladığı "Kayyım Raporu", halk iradesine doğrudan müdahale olarak gördüğü bu uygulamanın toplumsal barış ve siyasal istikrar açısından sorunlar yarattığını öne sürüyor. Rapora göre, halkın seçtiği belediye başkanlarının görevden alınarak yerlerine atanmış yöneticilerin getirilmesi, halkın kendi temsilcilerini seçme hakkını elinden alıyor. Böylece, özellikle Kürt bölgelerindeki yerel yönetim deneyimlerine darbe vurulmuş oluyor ve seçmenlerin siyasi tercihleri üzerinde müdahale oluşuyor.
Avrupa Konseyi ve uluslararası eleştiriler
Uluslararası alanda, Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi'nin 2022 raporu, Türkiye'deki kayyım uygulamalarının demokratik değerlere zarar verdiğini belirtiyor. Avrupa Konseyi, seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınarak atanmış kişilerin yönetimi devralmasının, demokratik değerlere aykırı olduğunu ifade ediyor ve yerel yönetimlerde demokratik temsilin korunmasının önemine dikkat çekiyor. Bu eleştiriler, Türkiye'nin Avrupa ile ilişkilerinde de önemli bir tartışma konusu oluşturuyor. Yazının bu kısmı da bu tartışma konusunu biraz daha açıyor.
AB Komisyonu Türkiye 2024 Raporu'na kayyım konusu
Bundan yaklaşık 10 gün kadar önce, AB Komisyonu Türkiye 2024 Raporunu açıkladı. 95 sayfalık raporun ilk taraflarında yer alan kısımlara göre, belediye başkanlarının görevden alınarak yerlerine kayyım atanmasının devam ettiğinin altı çiziliyor ve bu uygulamanın seçmen iradesine doğrudan bir müdahale olduğunu vurgulanıyor. Rapor, özellikle muhalefet partilerinden seçilen belediye başkanlarının idari ve yargı gerekçelerle görevden alınarak yerlerine kayyım atanmasının yerel demokrasiyi zayıflattığını ve halkın yönetimde temsil edilme hakkını sınırladığını belirtiyor. Rapor yazıldığı sırada bir örnek olarak alınan Hakkari'deki yerel seçim sonrası belediye başkanının gözaltına alınıp yerine valinin kayyım olarak atanması, bu uygulamanın somut bir örneği olarak ele alınıyor. AB Komisyonu Türkiye 2024 Raporu ayrıca Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi'nin 2022'de hazırladığı eleştirilerin geçerliliğini koruduğunu ve Avrupa kurumlarının, kayyım atamalarının halkın seçilmiş temsilcileri yerine atanmış görevlilerle değiştirilmesini demokrasiye zarar veren bir müdahale olarak değerlendirdiğini aktarıyor. Kayyım atamalarının demokratik işleyişi zayıflattığı, yerel yönetimlerde halkın temsil edilme hakkını olumsuz etkilediği ve yerel demokrasinin gelişimini engellediği bu raporda da açıkça vurgulanıyor.
İş dünyasının bakışı
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TÜSİAD) da kayyım atamaları hakkında yaptığı açıklamalarda, bu uygulamanın demokratik değerlere zarar verdiğini belirtiyor. TÜSİAD, kayyım atamalarının halkın seçme hakkına darbe vurduğunu ve cezalandırılanın belediye başkanları değil, onları seçen halk olduğunu ifade ederek endişelerini dile getirdi. Demokrasi ve hukukun üstünlüğünün güçlenmesinin Türkiye'nin uluslararası alandaki etkisini artıracağına dikkat çeken TÜSİAD, her adımın güven ortamını iyileştirmeye yönelik olması gerektiğini vurguladı.
Tüm bunlar bir yana...
Kişisel hayatlarımızda çoğumuz, seçimden seçime oy kullanarak irademizi sandıkta yansıtmaya çalışıyoruz; sandığa olan inancımızı koruyarak oy veriyoruz. Sandık güvenliğini sağlamak için on binlerce kişi müşahitlik yapıyor. Siyasi partiler ve onların adayları ise seçmen rızasını sağlamlaştırmak için kampanyalarını kuruyor; her il ve ilçede, genel merkezlerin ana söyleminin ötesinde farklı bir söylem inşa ediliyor. Oy veriyorsunuz ve seçmen olarak rızanızın çalındığını hissediyorsunuz. Örneğin, İstanbul özelinde, aynı davalara hep aynı kişinin baktığını görüyorsunuz; sanki başka bir savcı yokmuşçasına...
Bahçeli'nin başlattığı, adını bile koyamadığımız açılım/barış veya Öcalan süreci geçen hafta başladı, acaba bu hafta sonlandı mı? Tüm uzmanlar harıl harıl yorum yaparken, halen içinde bulunduğumuz süreci tüm açıklığıyla göremediğimizi düşünüyorum. Bir selin içinde, gündelik söylemler arasında doğru bilgiyi bulmaya çalışıyoruz. Ancak burada en temel nokta, ana muhalefet partisinin yerel seçim zaferinin devletin iktidar ortakları tarafından sindirilemediği gerçeği gibi görünüyor.
Diğer bir soru ise şu: Devlet bu açılım/barış veya Öcalan sürecini, bir aktörü devre dışı bırakmak için mi çift dikiş mi yürütüyor, yoksa iktidar ortakları arasında henüz gün yüzüne çıkmamış başka bir çatışma mı var?
Hep birlikte izlemeye devam edeceğiz.