Kentsel Çınlama: “bakiye yetersiz”

Bu kentsel kargaşada maruz kaldığımız sesler, uğultu ve çin işkencesi gibi tekrarlayan nakaratlar kentliye baş ağrısı, yorgunluk, stres, kulak çınlaması ve birçok sağlık sorunu olarak geri dönüyor. Kent hastalandırıyor, kentliler hastalanıyor. Yaşadığımız hasta eden kent sendromuna dönüşüyor.

Teknolojinin gelişmesi ve aşırı kentleşme ile kentlerin sesi değişti. Sokaklarda makamla söylenen “simitye, simitçi geldi, simitçiii ”, “ Yoğurtcu” “şans kader kısmet 1 lira” , sebzeci, sütçü ve birçok sesden oluşan kentin sesleri yok denecek kadar azaldı. Trafik, motor sesi, yıkım sesleri ile kentte sesler yerini giderek gürültüye terk etti, kuş sesleri egzoz seslerinden duyulmaz oldu. Kentin gürültüsü kafamızın içerisinde uğuldayan kimi zaman fark etmediğimiz bir kentsel tinnitusa dönüştü.

Araştırmacılar hergün maruz kaldığımız kentsel gürültülerin zaman içerisinde sağlığımızı derinden etkilediğini söylüyor. Dünya Sağlık Örgütü raporlarına göre, kentsel ölçekteki gürültüler, işitme kaybından kan basıncına, stresden baş ağrılarına, mide ülserlerinden uyku bozukluğuna, konuşmanın anlaşılabilirliğinin azalmasından yorgunluğa, çocuklarda bilişsel gelişimin bozulmasından kulak çınlamasının oluşmasına kadar pek çok sağlık sorununa neden oluyor. Sağlığımız bozuluyor.

Gürültünün azaltılması gürültü kontrolü, yerel yönetimlerin stratejik planlarında yer alsa da , gereklilikler yerine getirilmedikçe ve sahici stratejik planlamalar yapılmadıkça, sadece kağıt üzerinde kalıyor. Ülkelerin başkentleri bu tür kentsel ölçekteki sorunlara örnek teşkil eden uygulama alanları olarak görülüyor bizde ise maalesef kentsel vizyonsuzluk devam ediyor.

Cumhuriyet’in Başkenti Ankara’da en önemli sorunlarından birisi ulaşım sorunu. Bir yerden bir yere yürüyerek ulaşılamadığı gibi, toplu taşımada oldukça yetersiz. İnsanlar istif halinde otobüslerde yolculuğa maruz bırakılıyor. Ulaşım ana planından yoksun bir Başkent’te insanlar bir yerden bir yere ulaşmak için koşturmaca hatta mücadele içerisinde. Hangi hatta olursa olsun, sabah ve akşam saatlerinde, hatta tepe noktasına ulaşan saatlerin dışında da, bir otobüse bindiğinizde hem çok kalabalık ve aşırı yüklenme ile dip dipe yolculuk yapmak zorunda kalıyorsunuz hem de maruz kaldığınız sesler giderek sağlımızı bozacak düzeye kadar ulaşıyor.

Otobüse bindiğinizde kartların basılmasıyla duyulan sesler, bıraktık bir nevi kimlik deşifresini gürültü kaynağına neden oluyor. Arka arkaya basılan kartlar bir kent tinnitusu gibi tekrarlanıyor. Metalik ses kesintisiz konuşuyor: “Abonman, indirimli, öğrenci, aktarma, serbest, tam, kredi kartı.. abonman, indirimli, öğrenci, aktarma, serbest, kredi kartı, bakiye yetersiz”. Bir duraktan diğer durağa kadar otobüs şöforünden “boşlukları doldurun ilerleyin,ilerleyin” sesine yolcularda katılıyor, “ilerleyin ortada boşluk var, biraz daha ilerleyin” seslerine cevaplar gecikmiyor:“kaptan üst üste mi gideceğiz yeter artık”. Otobüsün hırıltılı motoru kulağınızda… Otobüs durunca kaldırılıp indirilmiş gibi ses tıslıyor. Kapılar “plof” diye açılıyor. Şöfor ortadan ve arkadan binebilirsiniz deyince otobüs durağında sıra diye bir şey kalmıyor, herkes kapılara hücum ediyor. Kapılar kapanınca şöforun sesi yükseliyor “ortadan arkadan binenler kartları göndersin” elden ele, uzanan kartlar öne kadar ulaşıyor, önde duran bir kişi arka arkaya kartları basıyor, sonra kartlar geldiği şekilde arkalara gönderiliyor. Birisi ismini söyleyerek kartım gelmedi nerede diye kendisini anlatmak zorunda bile kalıyor.

Kulaklarda “abonman, indirimli, öğrenci, aktarma, serbest, kredi kartı… Abonman, indirimli, öğrenci, aktarma, serbest, kredi kartı…” yolculukta size eşlik ediyor. Sonraki durakta kapılar yine açılıyor titreyen motor sesine “abonman, indirimli, tam, kredi kartı öğrenci” metalik sesi nakarat gibi devam ediyor. Yolculuk boyunca devam eden ve maruz kaldığımız bu sese neden ihtiyaç duyulur ve neden kentin gürültüsüne yeniden maruz bırakıldığımız bir çınlama daha eklenir?.Anlamak mümkün değil.. Otobüsten inip metroya binerken yine aynı metalik sesler, çoklu geçişlerle tekrarlanan nakaratlar gişelerin dönme sesi ve kalabalığın uğultusu ile fark etmeden kulaklarımız “Elm Sokağı Kabusu”nda gibidir.

Pek çok gelişmiş ülkenin Başkentinde toplu taşıma kullandım, ama bizim başkentteki gibi kart basılırken bu kadar deşifre ve gereksiz sese maruz kalma yaşamadım. Belediye başkanları ve bürokratları kapılarında bekleyen şöforlu araçları ile kentte yolculuk yapıp masa başa belediyeciliği yaptıkları için halkın çilesini anlamaktan uzaklar. Otobüslerin yetersizliği, plansızlık, vizyonsuzluk ile stratejik planlarda yazılı kalan gürültünün azaltılması hedefi ise yok hükmünde.

Bu kentsel kargaşada maruz kaldığımız sesler, uğultu ve çin işkencesi gibi tekrarlayan nakaratlar kentliye baş ağrısı, yorgunluk, stres, kulak çınlaması ve birçok sağlık sorunu olarak geri dönüyor. Kent hastalandırıyor, kentliler hastalanıyor. Yaşadığımız hasta eden kent sendromuna dönüşüyor.

Kentsel ölçekte ulaşım ana planlaması, yürüyen kentler yaklaşımı ve işitsel peyzaj düzenlemesi ve kentte sağlıklı yaşama, kent hakkımız ama yönetimde “bakiye yetersiz”

Gündem Haberleri