Bir toplum “doğuştan” sakatsa ya da aksayan bir tarafı varsa, üzerine üstlük o toplumu oluşturan yığınlar “sağ”dan “sol”dan “darbe”lere maruz kalmışsa, ya kendi özünün farkına varıp tek yumruk olarak beraberce yürümeye devam edecektir veyahut da bir “kahraman”ın gelip onları kurtarmasını bekleyecektir. Bu mevzu sanatın her alanında, zamanın ruhuna uygun olarak işlendi, halen de işlenmeye devam ediyor. İşlenenler de ilgi görmeye devam ediyor. Bizde, dönemin ruhuna göre şerbet veren eserlerden biri, hatta ilki Haldun Taner’in ölümsüz eseri “Keşanlı Ali Destanı”dır.
Oyun ilk kez 31 Mart 1964 tarihinde Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu tarafından Beyoğlu'nda bulunan Muammer Karaca Sahnesi’nde sahnelendi. Büyük bir şehrin Sineklidağ adlı bir gecekondu mahallesinde, “dış mihraklar” yüzünden sesi soluğu çıkmadan, kafalarını mahalle sınırları dışına çıkaramadan, ötelenmiş bir şekilde yaşayan mahalle eşrafının üzerindeki ölü toprağını bir türlü atamaması nedeniyle kendilerine bir kahraman yaratmalarını konu eden “Keşanlı Ali Destanı”, geçtiğimiz senenin Mart ayında sahneye konuluşunun 60. yılını kutladı. Yapı Kredi Yayınları da Türk sanatı açısından birçok ilkler barından bu oyunun kitabını özel bir baskıyla tekrar yayımladı.
“Keşanlı Ali Destanı” ilk bakışta, mahalleli için alelade biri olan Ali’yle, mahalleliye çektirdiği eziyetlerle nam salmış Çamur İhsan’ın yeğeni Zilha’nın aşkını anlatır. Ancak Çamur İhsan’ın öldürülmesi ihalesi Ali’ye kalınca, Ali hapse düşer. Dört yıl yatarını yatar, çıkar. Mahallesine geri döner. Sineklidağ, bıraktığından daha beter hâldedir. Halk iyiden iyiye yoksullaşmış, mahalle varoşa dönmüştür. Bu durumda hâliyle bir kurtarıcıya ihtiyaçları vardır ve o “seçilmiş” kişi de mahallelinin gözünde Ali’dir. Zira Ali, “delikanlı gibi” mahpus damlarına düşmüş, parmaklıklar ardında bir efsane olmuş, nihayetinde de onun hikâyesi dillere “destan” olmuştur. Ali, bu “destan”ı hapiste kaptığı taktiklerle kullanmaya başlar ve Sineklidağ’ın kahramanı olup, doğup büyüdüğü bu toprakların gariban halkını, çektikleri çileden kurtaracak tek kişi olarak kabul görür. Diğer taraftansa kalbi hâlâ Zilha için atmaktadır ancak Zilha, Ali’nin geçirdiği bu dönüşüme akıl sır erdirememektedir…
“Keşanlı Ali Destanı”, işte bu kofti “kahramanlık” konusunu işler. Hapse düşmeden önce kendi hâlinde bir genç olan Ali, hapisten çıktıktan sonra Sineklidağ’da “Mesih” ilan edilmiştir. Yürüyüşü, tavrı, değişmiş, tek kaşını kaldırıp attığı bir bakışla karşısındakinin yüreğini ağzına getiren bir kabadayı olmuştur. Onun bu duruma gelmesinde kendisinden daha fazla mahallelinin payı vardır. Şartlar mahalleliyi bir çıkmaza sokmuştur. Kendi başlarına bir şey yapmaları mümkün değildir. Bu yüzden de aradıkları “delikan”ı Ali’de bulurlar ve “destan” da böyle başlar…
Türk tiyatrosunun ilk epik örneği olarak kabul edilen “Keşanlı Ali Destanı”, sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da onlarca kez sahnelenmiş ve her seferinde de büyük ilgi görmüştür. 1940’lı yıllardan itibaren dillendirilmeye başlayan “gecekondu” kavramının da ilk temsilcilerindendir ve kendisinden sonra gelen birçok esere de ilham olmuştur. Pek çok kez sinemaya, televizyonlarda da diziye uyarlanan “Keşanlı Ali Destanı”nın en önemli özelliğiyse “zamansız” bir eser olmasıdır. Bunu anlamak için de sokağa çıkıp bakmak yeterlidir…