SEDAT BOZKURT
İnsanlık tarihi aynı zamanda da dinler, tanrılar tarihidir.
İnsan, kolektif yaşamaya başlayıp, elini araçsallaştırdıktan hemen sonra kafasındaki soru işaretlerinin yanıtlarını aramanın peşine düşmüş. Ve orada kafasındaki sorulara kendince yanıtlarlar bulmuş. İlk önce muhtelif ihtiyaçlarını gideren her şeyi tanrılaştırmış. Bazı sorularının yanıtlarını doğanın kendisine vermesiyle de tanrıyı soyut hale getirmiş. Ama soyut da olsa tanrıya hep doğaüstü güçler vermeyi de ihmal etmemiş. O, kavrayamadıkları dünyada tanrı hep bir ihtiyaç olarak insanın karşısına çıkmış.
Dinler ise toplumsal hayatı ve insanın kendi hayatını düzenleyecek kurumlar olarak ortaya çıktı ya da “tebliğ” edildi. (Bu sizin nasıl baktığınıza ve inancınıza bağlı) Devletin kurumsallaşmasında da dinin etkisini göz ardı etmemek lazım.
Konuya girişim sizi yanıltmasın bu dini değil, politik bir yazı olacak. Başlığımdaki dini kavram nedeniyle bu giriş gerekliydi. Konfesyonal, kiliselerin içinde bulunan günah çıkarma kabininin adıdır. Papaz, kabinin yanındaki bölmede durur. Günah çıkarmak isteyen de diğer kabine geçer ve işlediği günahı anlatarak, günahlardan arındığı hissi ile huzurlu bir biçimde kiliseden ayrılır. Orada dillendirilen günah da papaz ile günah çıkaran arasında kalır. Meselenin aslında bu kadar kolay olmaması lazım. Buna, burada papaz karar verecekse cennetin, cehennemin hatta oradaki sorgulamaların bile bir anlamı kalmaz.
Bizde de Menzil cemaati benzer “ayinler” düzenliyor. Şeyhlerine bağladıkları ipleri tutan müritler günahlarından hemen oracıkta arınıyorlar. Bu ayinin getirisi de hayli iyi. O şeyhlerin altındaki araçların tanesinin 30-40 milyon lira olduğu söyleniyor. Baba şeyh öldükten sonra milyar dolarlarla ifade edilen miras paylaşımı da kardeşler arasında kavgaya dönüşmüş vaziyette. Tabii o kadar günah çıkarmanın bu dünyaya ait maddiyatla ölçülen “sevaplarının” da olması kaçınılmaz.
Siyasetin konfesyonali
Türkiye siyasetinde uzun zamandır hemen hemen her yerde ve her parti içinde muhtelif “konfesyonal”ler kuruluyor. Siyasi partilerin bünyeleri o ekranlarda size anlatıldığı gibi monoblok değil. Partilerine ya da liderlerine, hatta arkadaşlarına ve politik olarak yaptıklarına yönelik ekranlarda şahane değerlendirmelerde bulunanlar sizi yanıltmasın. Onları, siz bir de o “konfesyonalde" yani çevrenizde sizden başka kimse yokken ve anlatılanlar kesinlikle ikinizin arasında kalacaksa dinleyin. Görüşme anında bir “günah çıkarma ayinine” dönüşüverir.
Adalet Bakanı sürekli olarak “Türkiye bir hukuk devletidir, yargı hiç olmadığı kadar bağımsız, medya hiç olmadığı kadar özgür” açıklaması yapıyor. Bu açıklamayı bir iktidar mensubu, hatta yöneticisi ile baş başa olduğunuz bir ortamda dinlediğinizde ilk itiraz içeren yorum ondan gelecektir. Aynı durum ekonomiye ilişkin başarı öyküleri anlatan Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Maliye Bakanı'nın açıklamaları için de geçerlidir.
Bunu sürekli yaşıyoruz. Hiçbir iktidar mensubu “konfesyonal” olarak adlandırdığım baş başa görüşmede ülkeyi ekranlarda anlattıkları gibi “kıskanılan” bir ülke olarak anlatmıyor. Ekranlarda ya da herhangi bir ortamda karşılarına “gazeteci” almamalarının nedeni de bu.
Bu tablo tüm siyaset için geçerli. CHP’de de durum farklı değil. İBB iddianamesinin boş olduğunu her platformda dillendiren CHP’nin pek çok yöneticisi “konfesyonal”e girince hemen fikir değiştiriyor. CHP’nin aldığı ve uyguladığı muhtelif kararlarda da bu aynen yaşanıyor. Özgür Özel’in her hafta Silivri’ye giderek “ev ödevi” ile dönmesini CHP’nin her köşesinde bulunan “konfesyonal”lerde bir dinlemeniz lazım.
MHP’de de durum farklı değil. Öznesi Öcalan olan cümlelerle ilgili itirazların tamamı, hangi kademede olursa olsun “konfesyonal”de hem de ağır bir biçimde dillendiriliyor. Bu en üst yönetimden en alttaki teşkilatlara kadar böyle. Anketlerde hayli düşük olan MHP’nin oy oranının yarattığı paniğin de dillendirildiği yerler “konfesyonal”ler doğal olarak.
AKP’lilerin ekranla sınavı başlıyor
Faruk Acar, bir dönem İyi Parti’ye de çalışmış bir anket firması sahibi. Şimdi AKP Medya ve Tanıtımdan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı. Göreve yeni geldi denilebilir. İlk olarak Kızılcahamam toplantısında “AKP’nin trollerle vedalaşmasını” parti kararı haline getirip uygulamasıyla gündeme geldi. (Bu kararı, diğer iddialarla birlikte Fahrettin Altun’un İletişim Başkanlığı görevinden alınmasıyla beraber okumak da gerekir.)
Acar, uzun süredir Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve MYK üyelerine televizyonlardaki tartışma programında AKP’yi temsil etme yeteneği bulunmayan gazetecilerin varlığından şikâyet ediyordu. Bunu, oluşturduğu raporlarla da destekledi. İzleyici, gazetecilerin açıklamaları üzerinden AKP ile bağ kuramıyor ve AKP ortalıkta olmayan, “yokmuş” muamelesi gören parti kimliğine bürünüyordu. AKP’li gibi algılanan gazetecilerin açıklamalarının tamamının muhalefet eleştirilerine odaklanması, AKP seçmeninin parti ile ilişkisinin kopmasına neden oluyordu. Yani ekranlarda “muhalefete muhalefet vardı” ama AKP yoktu, Acar’a göre.
Erdoğan en sonunda bu konuda ikna oldu ve Acar kolları sıvadı. 20 milletvekili belirlendi AKP adına tartışma programlarına katılması için. (AKP içinde 20 isim bulmak, bu iş için gerçekten kolay değil.) Acar bu kararı da o 20 kişiye bilirdi. Acar’ın bu planı, ilk olarak Ahmet Hakan’ın Hürriyet’teki köşesinde haber oldu. Arkasından İsmail Saymaz Halk TV’de bunu anlattı. En son Hande Fırat, içine bol miktarda kavramsal gazetecilik bilgileri koyarak, hiç özeleştiride bile bulunmadan “taraflı” gazeteciliğin, çok mahcup bir biçimde “iyi” olmadığını, bu kararın içini doldurma “göreviyle” yazdı. Yazının çıktığı gün Fırat’ın programının 5 konuğunun 4’ü iktidardan yana pozisyon alarak konuşan gazeteciydi.
Hande Fırat’ın yazısının içeriğine bir tepki de Kanal D Ankara temsilcisi Zafer Şahin’den geldi. Şahin, Fırat’ın alınan bu kararı anlatırken kullandığı üsluba hem itiraz etti hem de tavır koyarak “ekranlara” çıkmayacağını ilan etti.
Uygulamaya koymaya hazırladığı projesi ifşa olan Acar buna kızdı ve 20 milletvekili listesinde değişikliğe gitti. Şimdi ilk 20 kişilik listeden farklı isimler içinde bulunan 20 kişilik yeni bir milletvekili listesi hazırlanıyor.
AKP kimliği ile ekranlara çıkarak konuşmak gerçekten özellikle şu dönem hayli zor. Anlatacakları öyküleri yok. Hele bir de karşılarına, öyle ya da böyle muhalif sayılacak birkaç isim konulduğu zaman mesele gerçekten büyük risk oluşturuyor. Bu nedenle AKP’li vekillerin kısa süre sonra yerlerini eskisi gibi iktidardan yana “gazetecilere” devretmeleri hayli mümkün.
Habertürk’te yaşananlar ya da Hande Fırat’ın yazdıklarıyla, AKP’nin aldığı kararlarla bir gazeteci ya da gazetecilik tartışmasını başlatmak yanlış olur. Bu tartışmalar meslekle ilgili alanlarda ve meslekle ilgili kişilerle başlamalıdır, meslekle ilgili olmayan alan ya da kişilerle başlamamalıdır…
2026’nın en azından adalet, demokrasi ve özgürlükler anlamında umutların tekrar yeşereceği bir yıl olmasını dilerim…