Hastanenin acil servisi o sabah tarihinin en hareketli günlerinden birisini yaşıyordu. Servisteki bütün doktorlar, hemşireler biraz önce getirilen hastanın etrafında toplanmıştı. Hastanın çevresindeki doktorlarda da hemşirelerde de sürekli, bir olağan olmayan panik havası vardı. Müdahalelerde uzmanlaşmış doktorlar çaresizlik içinde getirilen hastaya bakarak onun durumunu kavramaya çalışıyordu. Doktorlar hastayla ilgili olarak aralarında konuşmak için ayrıldıkları zaman sedyenin üzerindeki yaralı ortaya çıktı. Hemşirelerin hala şokta olmasına neden olan canlı bir et yığını sedyede yatıyordu. Tüm vücudu zımpara ile kazınmış, bıçakla soyulmuş, göz kapakları kesilmiş bir insandı o sabah acil servisteki bu paniğin nedeni.
Acil serviste hasta ile ilk karşılaşan doktor telefon ile hocasına ulaşarak durumu aktarmaya çalışıyordu, yaşadığı şaşkınlık ile şok hali de devam ediyordu.
“Hocam, acil servise ilk geldiği zaman işkence sonucu bu hale geldiğini sandık. Komşusu gece boyunca işkence gören birine ait gibi sesler duymuş ve polise ihbar etmiş. Polis eve gelince de bu hasta ile karşılaşmışlar. Ve hemen bize haber verdiler. Her ne yapmış ise kendi kendine yapmış. Şu ana kadar ağzından çıkan tek anlamlı söz ‘Kirletildik, temizlenmemiz lazım’ oldu. Tüm derisi kazınmış, göz kapakları kesilmiş. Çok kan kaybetmiş”
Durumun özeti böyleydi, “Kirletildik temizlenmemiz lazım” diyen, acil servisi, uzaydan gelmiş bir canlı gibi bir hasta ile tanıştıran kişi Refik’ti. Emekli ilkokul öğretmeni Refik… Nesli tükenen idealist öğretmenlerden biriydi. İdealleri uğruna yaşamının tamamını taşrada tek başına geçiren, küçük çocuklara bir harf öğretmeye adanmış bir hayatın sahibiydi Refik öğretmen. Yaşamı boyunca ilkelerine ve mesleğine çok önem vermişti. Öğrencilerine yani çocuklarına da böyle olmayı öğretmişti. Bunun için harcadığı emeğin karşılığını bir gün alacağına inancı ise tamdı. “Kirlenmeden” bir hayat geçirdiğine inanıyordu. Artık yaşı iyice ilerlemişti ve kalan yılları da sayılıydı.
Peki nasıl bu hale gelmişti?
“Emekli olalı hayli zaman olmuştu. Artık tek kişilik hayatıma iyice alışmıştım. Sık sık çocuklarımı, bütün sınıfların bir arada bulunduğu ahırdan bozma köy okullarını da özlüyordum. Ama olsun, ara sıra öğretmenim diye elimi öpmek için yanıma gelen gençleri, koca koca adamları gördükçe bu özlemim yerini gurura bırakıyordu. Yani mutluydum.
O akşam da sıradan akşamlardandı. Televizyon karşısına geçmiş, öğretmenlik mesleğinin bana verdiği dürtü ile dünyada ve ülkemde neler olduğunu öğrenmeye çalışıyordum. Ve o haber ile karşılaştım. Annesi hayat kadını olan on yedi aylık bir kız çocuğu defalarca tecavüze uğramıştı. On yedi aylık, yani bebek…
Vücudumdaki bütün kanın boşaldığını hissettim. Bir anda bu yeryüzünden, dünyadan uzaklaştım, başka bir yaratık haline geldim. Hiçbir organım çalışmıyordu. Bu hal hayli uzun sürdü. Sonra kendime gelmeye başladım. Ancak içinde bulunduğum şok sürüyordu. Bunu yapan bir insandı ve erkekti. Ben de insandım ve erkektim. Tüm erkekler suçluyduk. Bir anda kendimi çok kirli hissettim, kirletilmiştik. On yedi aylık bebeğe defalarca tecavüz edilmişti ve bu dünyanın sakinleri olarak buna engel olamamıştık. On yedi aylık, iki karış boyundaki bir bebekten söz ediyorduk. Allah’ım bu nasıl bir felakettir…
İyi bir öğretmen değilmişim, hiçbir öğretmen hiçbir öğrencisine bunu öğretmiş olamazdı. Ama bu olmuştu. Olay gerçekti. Tüm hayatımın boşa geçtiğini düşünmeye başladım. O, özenerek tüketmeye çalıştığım hayatın kirli bir noktada tıkandığına şahit oluyordum. Kendimi zaman geçtikçe daha çok kirli hissetmeye başladım. Hemen banyoya kaçtım, midem alt üst olmuştu. Vücudumdan çıkartabileceğim ne varsa çıkartmıştım. Ama bulantım geçmiyordu. Temizlenmeliydim…
Banyoda cinsel organımla karşılaşınca yaşadığım şokun dozu arttı. Çünkü o bir suç aletiydi ve bende de vardı. Yaşadığım şok katlanıyordu. Kirlilik hissi bütün vücudumla birlikte ruhuma da yayılmaya başladı. Artık üzerimde gezinen kir dayanılmaz bir hal almıştı. Üzerime abandıkça abanıyordu ve ben nefes alamaz hale gelmiştim. Sabunlar, keseler fayda etmedi. Mutfakta bulunan alüminyum bulaşık teli elime geçti. Tüm vücudumu onunla kazımaya başladım. Önceleri dayanılmaz bir acı duyuyordum ancak on yedi aylık kız çocuğu aklıma gelince acıya yer kalmıyordu. Saatlerce teli vücudumda gezdirdim. Parmak aralarımda, saç diplerimde hiç deri kalmayana kadar kazıdım. Kazınan derime tutunan tırnaklarım yerinden söküldü, kanla birlikte vücudumdan ayrıldı. Acıdan çoğu zaman gözlerim kapanıyordu. Gözlerim kapanınca on yedi aylık kız çocuğunu ve onun başına gelenleri unutma sürecine giriyordum. Unutmamalıydım yani gözlerim kapanmamalıydı. Bir süre sonra beynimin komutlarına direnen bir göz kapaklarına sahip olduğumu anladım. Onlardan kurtulmalıydım. Elime makası aldım ve onlardan da kurtuldum. Artık gözlerim bir anlık bile olsa kapanmıyordu. Böylece bir an bile olsa unutmayacaktım. Çünkü unutmamalıydım.”
Doktorların müdahaleleri yetmedi. Refik öğretmen o sabah getirildiği sedyenin üzerinde yaşama veda etti. Temiz bir biçimde bu dünyada ayrıldı. Hastane kayıtlarına refik öğretmen “ex” olan sıradan bir hasta olarak geçti. Oysa o, o sıradanlığa bir itirazdı…
Bu öyküm 2007 yılının Ocak- Şubat sayısında kültür, sanat ve edebiyat Dergisi Koridor ’da yayınlandı. Yayın kurulunun yayınlamadan önce en çok tartıştığı öykü oldu. Çünkü gerçekten can acıtıcı, irrite edici, asap bozucu bir yazıydı. Çünkü öyle olmalıydı. Bu konuyu başka nasıl yazabilirdiniz ki?
Eliniz kalem tutuyorsa eğer bunları en ağır biçimiyle de yazmak zorundasınızdır. Bu sizin aynı zamanda insan olma, insan olma halini hatırlatma görevinizdir.
17 yıl sonra bu öyküyü tekrarlamama Tekirdağ Malkara’da yaşanan aynı iğrençlik neden oldu. 2 yaşındaydı bu sefer kız çocuğu, daha doğrusu bebek. Sağlık durumu iyi değildi, devamına bakamadığım için son durumunu bilmiyorum.
Diyarbakır Tavşantepe’de Narin’in ölümünün peşine takıldığımız için Malkara’daki facia dikkatlerden hayli kaçtı. Hangi biriyle ilgileneceğimizi bile şaşırdığımız bir dönem yaşıyoruz. Polisiye, adliye meseleleri ve katil kim sorularından daha büyük bir sorunumuz olduğunu atlıyoruz. Memleketin işini gücünü bırakıp buraya odaklanması lazım. Evlatlarını her anlamda gözden çıkarmış, doğada eşine benzerine tanıklık yapamayacağımız bir “zombi hatta vampir” olma hali olan annelik, babalık örnekleri duruyor karşımızda. Ve bu, muhafazakârların da hoşlanabileceği muhtelif kavramlarla kendi toplumlarına kabul ettirildiği gibi bize de kabul ettirilmeye çalışılıyor. Her şeyi bir kenara bırakarak buna itiraz etmek gerekir. Hem de geç kalmadan…
Refik öğretmen çok haklıydı, kirlendik, kirletildik. Hem de çok…