2016 yılının Ekim sonları. AB Ziyaretçi Programı kapsamında gittiğim Brüksel’de, Avrupa Parlamentosu’nun kulisinde Hıristiyan Demokratlar’dan hir Alman milletvekili ile konuşuyoruz.
Konu Türkiye elbette. Ve konu, genel değerlendirmelerin ardından otoriter - popülist liderlerle bağlanıyor. O dönem dünya gündeminde popüler olan bir üçlü var, Erdoğan, Orban ve Putin. Konu Orban’a dönüyor. Milletvekili, Orban hakkında konuşurken eteğini hafifçe düzeltip kelimeleri de dikkatle seçiyor: “Orban tahmin edilebilir ve kontrol edilebilir bir lider. Erdoğan değil. Özellikle son dönemde Putin ile birlikteliklerinden endişe duyuyorum.” Tüm otoriter ve popülist liderlerin aldıkları güç ve hukuki süreçleri yadsımaları nedeniyle “kontrol edilemez” oldukları savını öne sürüyorum. Konu Suriye üzerinde Rusya ve Türkiye ilişkisine evriliyor… Konuşmanın sonunda Orban için verdiği ‘kontrol edilebilirlik’ sözü aklımda yer ediyor. Orban ile Putin yakınlaşması gündeme her geldiğinde de bu saptama doğru mudur diye düşünüyorum; kendisi kontrol edilebilir bir lider midir?
3 Nisan’da hem Macaristan hem de Sırbistan’da iki seçim yapıldı. Macaristan’da 2010’dan bu yana iktidar olan Victor Orban’ın partisi Fidesz seçimi kazandı. Sırbistan’da Aleksander Vucic hem Cumhurbaşkanı oldu hem de partisi SNS iktidara yeniden geldi. Sırbistan’da seçim sonuçları bir sürpriz olmazken Macaristan seçimleri Türkiye’de gündemin ana maddelerinden biri oldu. Zira altılı koalisyon bir anketlerin aksine bir seçim hezimeti yaşamış, üzerinde de aşırı sağcı bir parti (Mi Hazank) %5 barajını geçerek parlamentoya girmişti.
Victor Orban’ın bu dördüncü seçim zaferi. 199 sandalyelik parlamentoda, 134 sandalye – yani çoğunluk Fidezs – KDNP Koalisyonu’nda. Seçimlerde yüzde 35 alan ve bir anlamda hezimete uğrayan - Orban’a karşı birleşen Macaristan için Birlik’in ise 35 milletvekili var. Macaristan’da 8,2 milyon seçmen bulunuyor. Ancak seçimde oy kullananların oranı yüzde 67,8.
Macaristan’da 6 muhalefet partisi, Demokratik Koalisyon (DK), Jobbik-Daha İyi Bir Macaristan Hareketi, Yeşiller Partisi (LMP), Momentum Hareketi, Macaristan Sosyalist Partisi (MSZP) ve Macaristan için Diyalog (PM) uzlaşı ve müzakereler içinde geçen bir dönemin ardından Peter Marki-Zay’ın adaylığında seçime girdi. Partilerin ortak özelliği Victor Orban rejimine karşı olmalarıydı. Son birkaç yıldır Orban karşıtı protestoların sivil örgütlenmenin sayesinde olduğu ve tüm protesto hareketlerinin parti tabanlarını harekete geçirmeye teşvik ettiği ifade ediliyor.
Orban, iktidarda olduğu 12 yıllık süreçte mevcut anayasayı değiştirmiş ve kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran bir dizi adımı atmıştı. Parlamento’yu işlevsizleştirme yolunda kararlar alınmış, takip eden süreçte devlet kurumlarının tarafsızlığını ortadan kaldırmıştır. Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Sayıştay, Başsavcılık ve Hakimler Yüksek Kurulu gibi önemli kurumların başına kendi taraftarlarını getirmiş bu şekilde, yargının siyasallaşmasına neden olmuştur.
Devlet ihaleleri, Orban’ın taraftarı yatırımcı ve girişimcilere dağıtılmış ve adrese teslim ihalelerin hazırlanması gibi yolsuzluk adımları atılmıştı. Bu yolsuzluk süreci, özellikle AB’nin Macaristan’a aktardığı büyük yatırım fonlarının yakın çevresine dağıldığı da AB Raporları’nda yer almıştı. Orban’ın tesisatçı çocukluk arkadaşının bu isimlerden biri olduğu da haberlerde yer alıyor.
Bu süreçte, bağımsız medya vergi yaptırımları, devlet ilanlarının kesilmesi gibi yollarla engellenmişti.
Orban’ın Putin ile yakınlığıyla da dünya gündeminden düşmemesine neden olmuştu. Orban temelde “Gelecek Doğu’dadır” sloganıyla Doğu ile olan ilişkilerini güçlendirmişti. Rusya ile kurduğu ilişkiler arasında, nükleer santral inşası için kredi anlaşması imzalanması, doğalgaz ve petrol anlaşmaları imzalanması ve Macaristan’da Rus Bankası’nın kurulması da yer alıyordu.
Ayrıca ilişki kurduğu tüm ülkelerin “otoriter” olması muhalefetin kendisini eleştirdiği alanlardan biri; dış politikasını çıkar amaçlı yönlendirmekle de eleştiriliyor.
Siyasi kutuplaşmanın arttığı Macaristan’da Orban’ı destekleyen kesim, kendisini Macaristan’a yeniden bir kimlik kazandıran ve ulusal kültürü yeniden inşa eden bir lider olarak görüyor. Diğer yarısı ise Orban’ın demokratik kültür, ilkeler ile hukuka önem vermediği, iktidarı kazanmak için her yolu deneyen ve yolsuzluklara adı karışan pragmatik bir siyasi lider olarak görüyor.
Fidesz’in otoriter – popüler bir perspektife sahip. Bu perspektife göre, Batı Uygarlığının 20. yüzyılda yarattığı kurumsal işleyişe ait modeller iflas etmiştir; çok kutuplu olan uluslararası siyasi düzlemde devletin yeniden inşası, ulusal değerler ile ulusal güvenliğin ön plana çıkarılmasıyla sağlanabilir. Bu bakış açısı, ulusal güvenlik nedeniyle demokratik temel haklardan vazgeçilmesini de yanında getirir.
Muhalefetin hezimetinin ardında Ukrayna – Rusya Savaşı’nın olduğu söylenebilir. Özellikle Marki – Zay’ın “NATO’ya Macar askerler katılabilir” söylemi son dönemeçte Orban’ın “Macar Çocuklar Ölmeyecek” söylemiyle karşılaşınca; savaş korkusunun ve güvenlik duygusunun ağır bastığı söylenebilir. Macaristan’da yüzde 7 – 10 arasında bir enflasyon oranı var. Aşağı yukarı tüm Avrupa ülkelerinde enflasyonun pandemi sonrası dönem (tedarik zincirlerinde yaşanan sıkıntılar) ve savaş nedenleriyle arttığı üzerine çalışmalar mevcut. Bunların üzerine siyasi bir ilkeler manzumesi yerine Orban karşıtlığı ile siyasetin inşasının, dünyada belirsizliğin yükseldiği bir dönemde vitesi düşürdüğü kesin.
Macaristan, otoriter ve popüler rejimler muhalif örgütlenmenin başarısı (evet 6 parti “ortak düşman”a karşı birleşti) ve de seçim başarısızlığındaki çevresel faktörlerin ile siyasal süreçte bir ortak siyaset üretememenin çevresinde bütünleşmemesinin başarısızlığını aynı anda yaşıyor.
Yani aşı bulundu ama hastalık devam ediyor.
AP’de milletvekilinin verdiği örneği halen düşünüyorum. Gerçekten Orban kontrol edilebilir bir lider miydi? Ya da Le Pen Fransa’da iktidar olursa AB’de ortak değerler nereye kadar esneyebilir?
İttifak ve Türkiye kısmına ayrı bir yazıda değineceğim.