Her ağacın bir anlamı vardır, geldiği yerden, boy verdiği topraklara kadar. Ağaçlar yaşamın simgesi ve bereketin temsilidir. Sıcak günlerimizde serinlediğimiz, kirli havamızı temizleyen, meyvesiyle karnımızı doyuran, kökleriyle tutunduğu toprakla kurduğu sıkı bağlarla, toprak kaymasını selleri kadar önleyen ciğerlerimizin dostu, yaşamımızın canlı tanıklarıdır ağaçlar.
İnsanlığın toprakla hemhal olmasının kanıtlarından birisidir ağaç. Anadolu’nun her yerinde yerleşik hayatla birlikte yapılar ve ağaçlar bir bütünsellik ilişkisi kurmuşlardır. Ağaç doğanın, kentin, yapının ruhudur, geleceğe bırakılmış izidir.
Nerede bir ağaç kesilse derinden etkilenirim. Bu ağaç bir de Mimarlar Odası bahçesinde tüm yaşanmışlıkların tanıklığını yapan ağaçlar ise pek çok insana ağır üzüntü verir. İşte tam da öyle günlerden geçiyoruz. Toplumsal muhalefetin ana buluşma noktası, Gezi tutukluları için nöbet tuttuğumuz, Atatürk Orman Çiftliği mücadelesini ve kent mücadelesinin büyüttüğümüz Konur Sokak 4 Numara yani Mimarlar Odası, Ankara’nın bellek mekanıdır. Bu bellek mekandan ağaçlar eksildi.
Konur Sokak No:4, nam-ı diğer Mimarlar Odası
1954 yılında kurulan Mimarlar Odası kalıcı bir yer edinmek için, Mimarlar Derneği tarafından satın alınan 3 katlı yapının olduğu arazide artan bina ihtiyacını karşılamak için kat karşılığı inşaat işine girer. Cihat Fındıkoğlu tarafından mimari projeler çizilir ve 1967 yılında binanın temeli atılır. Binanın temeli atılırken Nejat Ersin, Cihat Fındıkoğlu, İsmet Barutçu , Vedat Dalokay gibi pek çok meslektaşımız hazır bulunur. Bina 1970 yılında tamamlanır. Mimarlar Odası’nın toplum hizmetinde mücadelesinin kadroları o dönemde yönetimlere gelir. 5 katlı yapının giriş katı ve 1. bodrum katı Mimarlar Derneği mülkiyetinde kalır. Diğer katlar Mimarlar Odası’nın mülkiyeti haline gelir. Uzunca bir süre giriş kat ve bodrum kat Mimarlar Derneği tarafından Dost Kitabevi’ne kiraya verilir. Dost Kitabevi Karanfil Sokak'a taşınınca, giriş kat ve toplantı salonunun olduğu bodrum kat Dernek tarafından kafeye kiraya verilir. Mimarlar Odası binanın bütünlüğünün ve kamusallığının bozulmasını kabul etmez ve yapılacak tadilatlara izin vermez. Böylece Derneğin kiracısı kiralamaktan vazgeçer. Mimarlar Odası, Derneğin mülkiyetinde olan giriş kat ve toplantı salonunun olduğu alanın mülkiyetini satın almak ister, ancak çok yüksek bir meblağ istendiğinden, satın alma isteği gerçekleşemez. Ancak giriş kat ve toplantı salonu Mimarlar Odası tarafından dernekten kiralanır ve 10 yıllık kontrat yapılır. Pandemi dönemi ve ekonomik kriz, iktidarın baskısı ile Oda’nın gelirlerinin azalması ile kiranın ödenmesinde dönem dönem sıkıntılar yaşanır. Karşılıklı ödeme planları yapılarak bu süreçler aşılır. Son ödeme planı yapıldığında Derneğin, Oda’yı icraya vermesi ile süreç başka bir boyuta girer ve Temmuz 2024'te, Mimarlar Odası’nın giriş ve bodrum katında bulunan derneğe ait mülkiyet boşaltılır.
Mimarlar Derneği’nin orada bir Mimarlık Kültür Merkezi yapmak istediği, hatta oraya taşınacağına dair söylemler mimarlık topluluğu ile birlikte hepimizi heyecanlandırır. Ama sonuç Derneğin içerisinde bulunduğu maddi zorluklar nedeniyle bu heyecanla şekillenen bir kullanım şekline bürünemez.
Mimarlar Odası binasının giriş katı ve bodrum katı Mimarlar Derneği tarafından, arka bahçesi de Mimarlar Odası tarafından, bir bütün olarak kafeye kiraya verilir. Buraya kadar pek çok kişi tarafından tartışmalı da olsa konunun can yakıcı başka bir boyutu daha yaşanır.
“Bir iğde bir dut ve çalılar”
Kiralama ile başlayan tadilat, ilgililerin ve yetkililerin gereken özeni gösterememesi nedeniyle Mimarlar Odası bahçesinde bulunan iki ağaç ve çalılar kesilir. Birisi ön bahçede bulunan iğde ağacı. İğde ağacı her bahar kokusuyla yaşam kaynağıydı. Onun kokusunu duyarak Oda’ya girmek baharın müjdecisi gibiydi. Mimarlar Odası’nın girişinde bir iğde ağacının dikilmesinin muhtemel, güzelliklere ve odadan kente hoş kokuların yayılmasına dair bir hikâyesi vardır. Ya da kim dikmiştir, kim severdi iğdeyi de girişe dikilmişti, diye aklımızda “deli” sorular.
İğde kesildi. “Hastalıklı” imiş öyle dediler. Tedavisi olmayan bir hastalık değildi elbette, iyileştirmek yerine neden kesildi diye sormak onca verdiğimiz mücadele adına kent hakkımız. Bir de ters dut vardı kurumuştu ama heykel gibiydi, o da sökülmüş. Bahçede çalılar küçük ağaçlar vardı onlarda artık yok.
Oda’nın ruhu
Arka bahçede ise pek çoğumuzun dutunu yediği dut ağacı vardı. Ben öğrenciyken Oda’ya geldiğimden beri ve bizden önce de oradaydı. Sinan Cemgil’den Teoman Öztürk’e, Şaban Ormanlar’dan Vedat Dalokay’a Süheyl Kırçak’tan, Sait Kozacıoğlu’na ve Yavuz Önen’e ve verdiğimiz mücadeleye, yani bize kadar Mimarlar Odası’nın toplumcu mücadele geleneğinin tüm mimarlarına kadar tanıklık eden dut ağacı Oda’nın bir parçasıydı.
Anadolu’da dut ağacı kutsal ağaçlar arasındadır. Evin ruhu, bereketi, bolluğu, dirliği anlamına gelir. Onun için bir temel atıldığında pek çok yerde bahçesine dut ağacı dikilir. Dut ağacı iklim seçici değildir her yerde yetişir. Çabuk büyür ve serpilir, fazla da bakım istemez. Dut ağacı kökü nedeniyle toprak kaymasına karşıda önemli bir alternatiftir.
Arka bahçede binanın boyuna ulaşan, her yaz toplantılarda başımıza dutlar düşüp her yeri yapış yapış yapsa da Oda'nın ruhu, bolluğu bereketi ve dirliğiydi dut ağacı. Binayla yaşıttı. Kuğulu Park’ta ağaçların vahşi budamasını hiç unutmadığımız günlerden birinde, aynı yöntemle dut ağacı da bundan 5 yıl önce vahşice budandı. Budama değildi bu dut ikiye yarıldı. O yarılma ile ODTÜ’de ağaçlar kesilmesin diye birlikte ağaca sarıldığımız ‘dostlarla’ yollarımızın ayrılığı böylece başladı.
Sonrasında dut ağacı kendisine gelsin fide versin diye gözümüz gibi baktık. Çok canı yanmış olmalı ki dut ağacı bir süre bize küstü sanırım ve fide vermedi. Geçtiğimiz bahar fide verdiğini görünce hepimiz sevinmiştik.
Dut ağacı bir hafta önce “çürümüştü” diye kesildi. Duyduğumda, Oda yetkililerini, Mimarlar Derneği yetkililerini, Çankaya Belediyesi yetkililerini, kiracı kafe sahibi de olmak üzere pek çok yerden durumu öğrenmeye çalıştım. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin malum çevreler tarafından görevlendirilmiş yönetimi ise dut ağacından bihaber.
Kafe kiracısı “Benim yetkimde değildi, ben bir başıma karar veremem” dedi. Oda ve Dernek ilgilileri tatmin edici açıklamalarda bulunamadı. İçten içe çürümüştü denildi. Belediye geldi baktı denildi. Tespit tutanağı var mı, sorusu cevapsız kaldı. Çankaya Belediyesi “Biz kesmedik, bizden budama istemişlerdi mevsimi değil, mevsimi gelince yardımcı olalım” dediklerini iletti.
Dut ağacının kesilen kısmı ise hemen atılmış, tıpkı daha önceki gibi. Oysa dut ağacının odunu da çok değerlidir. En güzel sazlar, dut ağacından yapılır. En son kesimden sonra konunun uzmanı Ahmet Demirtaş’ın değerlendirmesi ise üzüntümüzü çoğalttı.
Ahmet Demirtaş “Ağacın adı Akdut (Morus Alba), yaşı 50’den fazla, kökünden en az 2-3 metre yüksekliğe kadar bir çürüme belirtisi yok. Olsa aşağıya yani kesilen yere kadar inerdi. Ağaç kesildikten sonra bilerek dört kesik atılmış ağacın yaşı bilinmesin diye, bu kasıtlı bir durum olduğunu gösterir. Üzerine atılan inşaat artıkları ile ağaç kirletilmiş. Ağacın sağlıklı olduğu görünüyor kendi haline bırakılırsa kökünden fide verir” dedi.
Konur Sokak’ta giderek azalan ağaçların arasında, doğayı koruma, Gezi’de ODTÜ’de Atatürk Orman Çiftliği’nde verdiğimiz mücadelenin yanında pek çok meslektaşımla birlikte kendi ağacımızı korunamamasının derin üzüntüsü içerisindeyiz.
Konur Sokak’tan, Mimarlar Odası’ndan evin ruhu, bolluğu bereketi dirliği olan bir dut ağacı eksildi. Eksiltenler kendini biliyor. Dileğimiz, Ahmet Demirtaş’ın dediği üzere kökünü kendi haline bırakarak dutun yeniden filizlenmesi.