Hemen cevabını vereyim: Kürtlerde seçim yarışı partiler arasında olmaz. Onlar vali, savcı, yargıç, polis, asker ve bilimum devlet görevlileri ile yarışırlar. Orda “partiler hukuku” olmaz. Orada “parlamento hukuku” olmaz. Olmamıştır. Orada her yarışın içerdiği “risk” yoktur. Ya da risk olmamalıdır. Yani seçim olmamalıdır… Yani her parti “devlet partisi” olmalıdır…
Bu açık ve net cevaptan sonra uyararak devam edeyim: Bu yazı seçimler ve parlamentoya dair teorik bir meselenin üzerine değil bir yargıcın seçimlere dair ilk yargıçlık tecrübesi üzerine kurulu. Belki yazının sonunda bu konuda da birkaç şey söylerim. Şu halde uzun uzadıya teorik açılımlar yapmayacağım. Kürtlerle seçimin nasıl yapıldığına dair kendi anımı aktaracağım…
Bir Seçim Anısı
Bir hakim olarak ilk seçim tecrübemi Siirt Baykan'da yaşamıştım. 1999 yılının Nisan ayıydı sanırım ve aynı yılın ocak ayında atanan birkaç aylık bir hakim olarak Siirt’in Baykan ilçesinde Sulh Ceza ve Sulh Hukuk yetkileriyle çalışıyordum. Sanırım seçimlere birkaç hafta kalmıştı ve ilçe emniyet müdürlüğünden savcılık üst yazısıyla bir düzine evde hem de seçimden bir gün öncesi için arama izni verilmesi isteniyordu.
Yani şöyle düşünün: Bazı kişiler hakkında suç şüpheniz var. Fakat bunun için hemen harekete geçmek yerine iki hafta sonrasına ve dahası seçimden hemen bir gün öncesine arama izni istiyorsunuz. Ceza hukuku mantığına tamamen aykırı bir plan bu. Hiçbir somut gerekçe içermediği ve eğer suç eşyası şüphesi var ise seçimden bir gün öncesini beklemenin ceza hukukunun siyasi kullanımı şüphesi doğurduğu gerekçesiyle reddettim. İki gün sonra yeniden bu kez farklı bir 10-15 kişilik listeyle arama izni isteniyordu. Onu da aynı gerekçeyle reddettim.
Tesadüf ya red kararından hemen bir gün sonra ilçe kaymakamı ziyaretime geldi. Hoş beşten sonra konuyu arama kararı meselesine getiriverdi. Polis ve jandarmanın terör örgütü karşısında çok zor koşullarda çalıştığını ve onları çok taktir ettiğini, ama hukuk kurallarının da maalesef ellerini kollarını bağladığından dert yanmaya başladı.
“Tabii ki” demişti; “Bütün devlet kurumları el ele verip çalışırsak bu terör belasından kurtulabileceğiz”. Sessiz kaldığımı görünce daha da ilerledi ve “ellerinde terör örgütüne yardım eden 300 kişilik bir liste olduğunu, çok araştırdıklarını ve titiz araştırmaları neticesinde bu kişilerin seçimden önce eylem yapacakları” bilgisine ulaştıklarını söyledi. Eylem yapacakları konusunda bana garanti verdi. “Hiç bir şüphe yoktu..” ona göre bu konuda.
Kaymakamın bu kadar ısrarı üzerine ellerinde somut bir bilgi ve belge varsa dosyaya ekleyip yeniden arama kararı isteyebileceklerini, fakat inandırıcı, makul ve somut bilgi ve belge olmadığı taktirde böyle bir karar veremeyeceğim cevabını verdim bir kez daha.
İşin aslı başka
Konuşmamız uzun değildi. Ama Kaymakam bey yorulmuştu böyle dolaylı konuşmalardan. Bir devlet memurunun “böyle hukuk mukuk işlerinden” nasıl çabucak yorulup hızlıca sadede gelebildiğini ilk orada gördüm. Kaymakam bey hiç uzatmadan o anda açıklayıverdi her şeyi ve “Hakim bey Olağanüstü hal valiliğinde bir toplantıya çağrıldık. Bütün üst düzey kamu yöneticileri, valiler, kaymakamlar ve emniyet üst düzey mensupları toplandı” dedi. Ve o zaman sanırım HADEP vardı. Toplantıda bu partiye oy çıkmaması için gereken her şeyi yapmalarının, bütün kurumları seferber etmelerinin söylendiğini” aktardı. Ve her şeyi itiraf edip rahatlayarak “size bahsettiğim bu 300 kişiyi seçimden bir gün önce arama yapıp suç iddiasıyla gözaltına alacak”larını ve seçimden sonra da bırakacaklarını, en azından bu kişilerin seçimde oy da kullanamayacaklarını” bunun da bir kazanç olduğunu deyiverdi…
Sadede gelelim
Karşımda çok açık sözlü bir devlet memuru vardı. Böyle bir toplantı düzenlenemeyeceğini, bunun hukuken mümkün olmayacağını aktardım. Fakat eğer böyle bir yazılı belge var ise üst yazıyla mahkememize göndermelerini rica ettim. Fakat tabii ki “bu işin belgesi” olmazdı. Bu kadar açıklık ve “dürüstlük” bile sonuç vermeyince kaymakam beyin aniden yetişmesi gereken işi çıktı…
Bir seçim nasıl olur sorusuna dair ilk tecrübemdi bu…
Derslere gelelim
Şimdi bizim çıkarabileceğimiz derslere gelelim. Önce bir bilgi daha: Kaymakamımız uzun yıllar sonra Gülencilikten tutuklandı. Devlet kadrolarının bu kez de Gülenciler için sayısız toplantı yaptığını, kararlar alındığını ve kendisinin de böylece mahpusa girdiğini düşünmüş müdür? Aklından ne geçmiştir? Nasıl bir sonuç çıkarmıştır? Evet. Onun aldığı dersi merak ediyorum.
Diğer kısma bakalım bir de: HADEP artık HDP olarak varlığını sürdürüyor. Fakat bir şey hiç değişmedi: Kürtler bir kez daha diğer partilere karşı değil valiye, savcıya, yargıca, polise ve askere karşı yarışıyor… Oyun aynı oyun… Oyuncular değişti diyeceğim ama birkaç istisna (yukarıdaki kaymakamımız gibi) dışında aynı oyuncular… Bir kez daha politik riski olmayan bir seçim yaptırılmaya çalışılıyor.. Bir kez daha Kürtler seçimleri gerçek bir yarış haline getirmek için çaba gösteriyorlar…
Bugünün dersini sona saklayalım: Artık Türkiye’nin gerçek seçimlere ve parlamentoya ihtiyacı var. Bu önümüzdeki seçimde bir kez daha gerçekten seçim yapıp yapmayacağımıza dair bir tercih önümüze konuluyor. Önümüzdeki seçimin gerçek seçimi, gerçek tercihi budur: Bir seçim istiyor muyuz? Bir parlamento istiyor muyuz? Bunun gerektirdiği eşit koşullar var mı? Hangi partiyi tercih edersek edelim bu sorular üzerinde de ciddiyetle durmak zorundayız. Çünkü artık sadece Kürtler değil Türkler ve Türkiye’nin büyük çoğunluğu da bir parlamentoya ve seçimlere ihtiyaç duyuyor. Bunu aklımızdan çıkarmayalım: Seçimler ve Parlamentoların tarihsel kökenlerine bakıldığında bu ülkeye gerçek bir seçim ve parlamentonun “Kürtlerle seçim nasıl yapılır?” sorusunun cevabının değiştirilmesinden geçtiğini artık fark etmemiz gerekiyor.