Bu tatil turunda, “Komünist Başkan” Fatih Mehmet Maçoğlu ile de karşılaştım. “Arkadaşlarımdan bir yıl izin aldım” dedi, Köyceğiz’i eteklerinden sahile boşaltmış gibi duran tepelerden birindeki evindeydik. Bulduğu tohumlarla ektiği mısırları gösterdi. Koçanları bir bakıma onun yeni dönem siyaset bayrağı yerinde… Kooperatifçilik ve üretim üzerine çalışıyor. Bir de ulusal ölçekte kooperatifler birliği projesi var. Siyaset derseniz, “Konuşmanın zamanı değil. Bir de kazanmadan değil, mücadeleden bakıyorum. Kurumlarımız ne derse bir iki etmem” dedi.
****
Maçoğlu’nun ilginç, ayrık bir yaklaşımı var siyasete. Temiz, sağlıklı gıda bakış açısının ağırlıklı boyutlarından biri… Tam buradan, muhalif, güçlü anti kapitalist bir barikat kurulması gerektiğini düşünüyor. Ama bu iş, algısında anti kapitalist düştüğü için önemli değil sadece… Küresel bir soruna (gıda krizi!) kendi zaviyesinden çözüm de önermiş oluyor. Filozof Kant demez mi kim neylerse bir bakıma kanun koyar, doğrusu bu, herkes böyle yapmalı demek istemiş de olur.
Şuraya seçilmenin, buraya seçilmenin amacını nasıl tarif ederiz? Bunu ikbal veya mücadele imkânı olarak anlamak… Devrimci siyasetle burjuva siyaseti arasındaki farklılığı da tarif ediyor aslında. Evet iklim krizi, gıda krizi, kadın- çocuk sorunu, yoksulluk ve iktidar zorbalıklarından kaçışın yarattığı göç dalgaları, uluslararası barbarlık ve savaş tam tamlarına karşı barış savunuculuğu, insan hakları, ulus, azınlık hakları savunuculuğu… Siyasetçilerin bayraktarlık yapacağı çok alan var. Maçoğlu, gıda alanını yetenekleri açısından kapasite geliştirebileceği bir direniş alanı olarak algılıyor.
“Kamuoyu biliyor, bu yeni bir şey değil. Dersim’den gelişen bir tecrübe. Üç bölge; Akdeniz, Ege ve Karadeniz, ortalarda Sivas, Kayseri… Bağlantı, etki geliştirmek ve aynı zamanda üretim üzerinde çalışma yürütmek istiyorum. İlki Ege’de… Önceki 10 yılda yerel yönetim sürecinin değerlendirilmesi de bir iş. Ne yaptık, yapamadık? Köyceğiz’de 860 rakımlı bir dağ köyüne yerleştim. Kooperatifçilik ve üretim meseleleri üzerine çalışıyorum. Dersim’de mevsim kısıtlılığı yüzünden nohut ve bakliyat üzerine gittik ama burada yılda 1- 2 kez mahsul alınabiliyor. Üretim çeşitliliği daha fazla. Kadın kooperatifi kurduk. Ula – Ortaca ve Fethiye Nif’te kadın kooperatifleriyle görüşmeler yaptık. Bu tarafa geldiğimi görünce bizimle ilişki de kuruyorlar. Kooperatifler birliği çalışması eksik. Üç kooperatif çalışması yürütüyoruz. Birini başardık, biri bitmek üzere. Buğday, patates, mısır soya ve pirinç gibi genetiği değiştirilmiş ürünlerde sağlıklı, atalık tohumları bulmak, geliştirmek için çalışıyorum. Siyez buğdayı ve mısır var bölgede. Bu mesele ile uğraşan akademisyenlerle diyalogumuz var. Siyezle ilgili çalışmayı bitireceğiz. Çeyizlerdeki tohumlarla çalışma başlattık. Burada mısır tohumu ile çalışma yapıyorum. Bir kooperatifler birliği üzerine bir çalıştay yapmak istiyorum. Tüm kooperatiflerin bir araya gelmesi yoksulluğa karşı mücadeledir. İnsanların kendi evinin bahçesini ekip biçebileceği bir süreç geliştirmek istiyoruz” diye konuştu.
Üstünde durduğu konulardan biri de “geleceksizleştirme.” Gençlerimiz göçüyor. “İlkokul çocuklarda bile kaygı var. Daha lise çağında ülke dışına kaçmak istiyor çocuklar” dedi. Burada, bu topraklarda huzur, özgür bir gelecek kurma ufku kaybolduğunda durum şaşırtıcı değil. Bunun bir tarafı demokrasi bir tarafı ekonomi. Zarar eden, üretimden çekilen her çiftçi bir kapasite kaybıdır. Çocuklar eğer toprakta gelecek görselerdi kentlere, başka memleketlere kaçarlar, kaçmak isterler miydi? Kaçmasalardı geleceğin ekonomi tarafı da ayakta dururdu.
“Peki buradasınız ama belediye başkanlığı gibi bir pozisyonunuz yok. Bu konuları nasıl geliştireceksiniz” diye sordum:
“10 yıllık pratik var arkamızda. Bunun için başkan olmaya da gerek yok. Bu yoksulluğa karşı bir mücadele. Fırın, aşevi, kooperatifçilik, hepsi öyle. Siyasi tercih meselesi değil. Her alanda çalışabilirsiniz. Bizim bir ülkeyi besleme iddiamız yok ama benzer çabaların çoğalması iddiayı da büyütür. Şimdi özgür üretim biçimleri geliştirmek ve sağlık gıda temin etmek önemli. Eğer devrimciyseniz, halkı düşünüyorsanız mecburen bu alanlara girmeniz gerekir. Ben sağlık emekçisiyim, 25 yıl çalıştım. Genetik hastalıkların büyük bir kısmı ailelerin hayatını da zorlaştırıyor. Devletin bir politikası olmalı. Siyasetin Ankara kısmı beni hiç ilgilendirmedi. Halkla birlikte üretmek ve çalışmak istiyorum. Kamu üzerinde bunun baskısını yaratmak istiyorum. Bir karşılığı, sonucu olmaya başladı. Büyük tekellere kafa tutmanın yollarından biri de bu. Devrimci siyaset üretiyorsanız, hayatın büyün ihtiyaçlarına değen politikalar olmalı. Kimseyi dışarda bırakamazsınız, barınma haktır. Kim ne yerse yesin diyemezsiniz. Çocuklarımızı sağlıklı beslemenin mücadelesini vermeliyiz. Bir ülkenin tarımını geliştirmek, çok şeye dokunmak, dolayısıyla çok yanlışla kavga etmeyi gerektiriyor. Toplumun ihtiyaçlarının bir kısmını eleyemezsiniz.”
Peki… Şimdi bir de şu var. Solcu belediyecilik, devrimci belediyecilik nasıl bir pratiği toparlıyor. Ne demektir bu? “Efendim halkla beraber yöneteceğiz” lafı sağcı belediye başkanlarının ağzında eksik değil. Evet, sağcı belediyelerde de bu söylenir ama tamamen göstermeliktir. Arka odalarda kimin hangi rantı kapacağının bölüşüm rekabeti yaşanır. Maçoğlu, karar süreçlerinin halkla geliştirilmesinin hakikatli olması kadar bu kararların meclis gibi yasal kurumlardan geçirilmesi sürecinde de kamuoyu kararının bağlayıcı bir baskıya dönüşmesini sağlamak gerektiği üzerinde duruyor:
“Yerelde üretim örgütlemek büyük bir birleşme, dayanışma alanıdır. Bütün üretim ve bölüşüm ilişkilerini etkilediği gibi karar süreçlerini de giderek daha fazla domine edebilir. Belediye örgütleyicidir. Para için yapılmadı. Belediye aksine sürekli katkı koydu. Kazanımlar yine halka dönecek. Prensip bu. Öğrenciye burs olacak. Kadınlar, dezavantajlı gruplar desteklenecek… Bizim üretim, gelir, dağıtım ağımız makale konusu oldu. Bu bir politik anlayış. Üretim araçlarının halkla birlikte adil ve eşit şekilde kullanımı, artı değere çevirmeden bölüşüm… Bazı bölgelerde muhafazakâr fikirli yurttaşlarımız da farkında. ‘Komünistler de böyle şeyler yapar mıydı’ diye şaşıranlar oldu. Bize ‘yoldaş’ diyen muhafazakâr gördük. Ama hiçbir zaman buradan bir politik odağa kazanç temini peşinde olmadık. Çalışmalarımızın sosyalist fikirlerin etkisine katkı yaptığını düşünüyorum. Halkın katılımı için daha fazlasına ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Ovacık’ta meclisler 2 ayda bir toplanıyordu. Anons yapıyorduk, kim gelirse... Herkes tartışmaya katılabilir. Doğru kararlar da aldık. Halk kararlara sahip çıktı. Darbeden sonra fişlenme korkusu başladı ve katılım düşmeye başladı. 100 kişiden 10 – 15 kişiye düştü. Gündemi biz getiriyorduk ama halk da gündemde ilave yapabiliyordu. Çok heyecanlanıyordum. İlk halk meclisi toplantısı… Bu ne demek? Bu örgüt mü? Mistik bir gizemli bir hale getirdiler. Kulaklarım haliyle çok duyuyordu. İlk gün ulaşım ücretsizliği, sokak düzenlemeleri vardı. Başkan divana çağrılır, halk sorular sorar, kayda alınır, bir sonrakinde yapılan yapılamayan anlatılır. 102 kişi gelmişti. Dosyam elimde. Divana çıkacağım bekliyorum ama divana bir genç, bir kadın bir orta yaşlı hemşerimiz çağrıldı. Ben yokum. Tartışmalar yapıldı. 1 ay gönüllü ücret deneyelim, ikinci ay karar verelim. Peyzaj, yol meselesi… Çarşı içindeki yol çok çamur. Buradan başlayalım dedim. 24 yaşında bir genç kız çıktı ve görünür işleri değil ihtiyaçları çözelim dedi. İlk toplantıdan 2 sıfır çıktım. Küçük kızım Ovacık’taydı. Bende moral sıfır. ‘Baba ne oldu?’ Beni divana seçmediler, dediklerim olmalı. Kızım dedi ki ‘ne güzel işte sana ihtiyaç yok. Kendi kendilerini yönetiyorlar.’ 40 yıl siyasetçiyim ama yönetmeyi kafa göz yara öğreniyorum. Daha sonra onu izledim. Sizin öneriniz önemli deyip sözü onlara bıraktım.”
İki konu akla geliyor. Birincisi devlet devrimci belediyenin işleriyle hemfikir değil. İkincisi Maçoğlu’nun deneyimi Ovacık ve Tunceli gibi nispeten küçük yerlerde geçti. Peki Kadıköy’de aday olduğunda, devrimci belediyecilik için temel iş olarak tarif ettiği üretim işi ne olacaktı? Şöyle dedi:
“Sistem kırpıyor. İzin vermiyor. Arazi üzerinde çalışılmasına izin vermiyor. Baskılar olmazsa belediyeler de bir ilin temel ihtiyaçlarını karşılayacak çalışmalar yapabilir. Fasulye destekleri vardı bize Ovacık’ta vermediler. Dersim’de 400 bin küçük baş vardı. 150 – 200 bini her yıl birkaç kat fiyata kurbana gidiyor. Üreticinin cebine kalan yarısından az. Belediye bu işte olsa tefeciyi tüccarı aradan çıkarabilirdi. Biz dut pekmezi, nohut, peynir fiyatını belirler hale gelmiştik. Tüccar bize bakıyordu.”
Gelelim siyasete. Birincisi Köyceğiz’e yerleşmenin siyaset planıyla bir ilgisi var mı? İkincisi neden Kadıköy belediye başkan adaylığı? Neden mesela Emek Özgürlük İttifakı içinde vekil adaylığı değil… Önümüzdeki dönemde belediye başkanlığı mı, vekillik mi, tercihi ne olur? Şöyle cevapladı bu soruları:
“Önce şunu söylemeliyim, tek başına karar vermiyorum. Kadıköy’den başkan oldum ama vekillik de olabilirdi. Meclisimiz var. Ülkedeki demokratik siyaset üreten kesimlerle ittifaklarımız var. Bazı dost kurumlardan da resmi olmayan şekilde vekillik önerileri oldu ama hep anlattım. Vekillik derlerse hiç kazanamayacağım bölge olsa bile çalışırım. Önümüzdeki süreç neye evrilir onu bilmiyorum. Pozisyon tartışması yapmıyoruz. Zamanı değil. Kendime siyaset yolu belirlersem emeğimize saygısızlık olur. Dost kurumlarımızın tamamı benden bir şey isterse, ben hazırım. Bir iki etmem. Dayanışma önemli. Siyasetin içindeyim. Emekliliğin olmadığı tek yer sosyalist, komünist siyaset… Enerjim olduğu sürece mücadeleden başka seçenek de yok. Görev neyse onu yapacağım. Adının önemi yok. İki dönem belediyeden sonra ille de başkan olayım arzusunu aştım. Diğer çalışmalar da bana çok kıymetli geliyor. İnsan biriktiriyoruz. Yüzlerce kişi ile sağlıklı üretim mücadelesi geliştiriyoruz. Bu az şey mi? Pazar alanları yaratıyoruz. Köy pazarları geliştiriyoruz. Siyaset üretenlerin bu alana müdahale zorunluluğu var. Kadıköy’de de böyle yapmayı planlıyorduk. Orada mahallelerde sağlık birimleri ve ücretsiz kreşler açıp sosyalistlerin temel politikalarından birini, sistemi sahadan itip parasız sağlamayı amaçlıyorduk. Türkiye’de siyaset çok bürokratik. Yaşamı kolaylaştırmıyor, doğru ilkeli siyaset alanını da daraltıyor.”
Bu son yerel seçimde Tunceli Belediye Başkanlığı’nı belirleme sürecinde kamuoyunda pek de anlaşılamayan bir şeyler oldu. İlk ittifak açıklamasında DEM’in neden olmadığı anlaşılamadı. Sonra başka bir ittifak ortaya çıktı, DEM adayı adaylaştı. Süreç neden karışık gelişti? Bir de borç bırakma meselesi var. Nedir bu konu, diye sordum.
“26 kuruma çağrı yaptık. 25 Eylül’de tamamı geldi. DEM de geldi. Her yerde başkanlık çıkaralım. Kurumlarımız 1.5 – 2 ay çalışma yapsın, adaylarını havuza atsın. Denk düşen yerlerde ittifak yapalım. Nerde kim aday olacaksa, hepimiz onu destekleyelim. 2 kurum talip olduysa müzakere, olmadıysa sandık koyup belirleyelim. Ama buna ittifak üyeleri cevap vermedi. Başka çalışmalar gelişti. SMF ilkeli davrandı, masadan kalkan biz değildik. Ben aday olduğum için toplantılara katılmam etik olmazdı, katılmadım. Süreçler hakkında izlenimim bu. Eleştirilere gelince… Dostlarımızın eleştirilerine dostane cevaplar vermeye çalışıyoruz. Prensibimiz bu. Eleştirebilirler. Hiç gücenecek bir şey yok. Dostluk tayin edici. Birbirimize tutunacağız. Benden değilse verip veriştirebilirim diyemeyiz. Dersim kafa sallayıp geçen bir yer değildir. Tartışır. Cevdet Başkan’ın Allah yardımcısı olsun. Sosyalistlerin, demokratik kuvvetlerin ortak bir cephede durabilmesi için samimi, ama’sız, gizli ajandası olmayan, arkada heybesi olmayan bir ittifak geliştirilmeli. Yoksa başarılı olma şansımız yok. Halkın biriken öfkesini toparlamak için birleşmekten başka şansımız yok” dedi.