Azeri ve Gürcüler rezidansları çevreleyen lüks alışveriş merkezlerinde birbirine giriyor.
Kırmızı bültenle aranan ve polisin bulamadığı adamları mafya buluyor, cadde ortasında vuruyor. Belgrad ve Karadağ’da üstlenmiş Sırp klanları hesaplarını İstanbul sokaklarında uçuşan kurşunlarla görüyor.
Ekvator bahçelerinden yüklenen muzlar arasında yakalanan tonlarca kokainin tescilli alıcıları, yemin billah malın kendilerinden habersiz denizde yüklendiğini anlatıyor. Mahkemeler Ekvator Tarım Bakanlığından yalanlanacak kadar zayıf ve acıklı bu savunma karşısında hiç olmadığı kadar müşfik.
Savcılık soruşturmaları torbacıdan hallice kaçakçıların, üzerine şirket kurulan asgari ücretli patronların bir adım ötesine geçemiyor. Milyonlarca dolarlık narkotik ticaretin banka hesaplarında, swift kayıtlarında ya da yeni nesil ödeme sistemlerinde olması gereken izi sürülemiyor.
Rusça konuşan, dövmelerinde işledikleri suçları, kaldıkları hapishaneleri gururla taşıyan Gürcü, Azeri, Slav mafyozolar İstanbul ve Antalya’nın lüks restoranlarında toplanıyor, kararlar alıyor, kendilerine bir tür dokunulmazlık ve kurallar getiren unvanlar alıp taç giyiyorlar.
Bütün bunlar nasıl oluyor? Balkanların, Güney Amerika’nın ya da Avrasya’nın suç patronları neden Türkiye’de?
Yönetişim ihracı
Gerçekten yargı ve polisteki yozlaşma, kara para konusundaki rahatlık ya da benzeri faktörlere dayanan bir iklim mi var? Yoksa mafya göçünün başka dinamikleri olabilir mi?
Oxford Üniversitesi’nden Federico Varese on yıldan bu yana “mafya neden göç eder” sorusunun cevabını arayan suç sosyolojisinde uzman bir akademisyen.
Varese, organize suçu üretim, ticaret ve yönetişim olarak her biri farklı bir alana yatırım yapan ve birbirinden ayrılan üç ayrı faaliyet olarak tanımlayan yeni bir yaklaşımı savunuyor. Organize suç yönetişim de dahil yasa dışı mal ve hizmet üreten bir faaliyet. Bu faaliyetlerden koruma, kokain gibi yeni yasadışı malların kaçakçılığı, adam kaçırma, fidye, cinayet gibi iş yapma biçimlerini başka bir ülkeye taşıyabiliyor.
Mafyanın göçü farklı biçimlere sahip. Örneğin “işlevsel çeşitlendirme” organize suç gruplarının başka bir pazarı ele geçirme girişimini değil, yasadışı malların ticareti nedeniyle başka bir ülkedeki varlığını gösteriyor. “Transplantasyon” ise mafyanın asıl ülkesinin dışında bir bölgede uzunca bir süre yasadışı yönetişimi sürdürmesi.
İşgücüne, silaha erişmek, saklanma yeri sağlamak, kamera ve böcek gibi teknoloji kullanımı, sahte pasaportlar ve başka isimlere ait güvenli banka hesaplarına erişmek, ana faaliyet gelirlerini yeni girişimlere yatırmak, para aklama ve onu izleyen legal yatırımlar, kâr potansiyeli yüksek pazarlar mafya göçünü belirleyen unsurlar.
Kaçtıkları için geliyorlar
Varese, bilinenin aksine mafyanın uzun vadeli rasyonel stratejilerle değil, sıkılaşan polis soruşturmaları, bunu izleyen mahkeme kararları ya da sert çatışmalar ve uzun süreli kan davaları yüzünden göç ettiğini söylüyor.
Bu göç yasal otoritelerin etkisiz olduğu, mülkiyet hakkını koruyamadığı, anlaşmazlıkların hukuk sistemi içinde çözülemediği, büyük yasadışı pazarların var olduğu bölgelere yöneliyor. Oradaki koruma talebiyle buluşuyor. Anonim ortamda gerçekleşen ticaret, finansal serbestliği yüksek piyasalar, krediye erişimi sınırlı küçük ve orta işletmelerin yaygınlığı borç vermeyi seven mafyaya daha fazla para aklama olanağı sağlıyor.
Kan Davasından Türkiye’ye
Sokaklarda mermiler uçuşsa da mafya asıl olarak gözü kara adamları ve silahlarıyla değil, illegal yönetim becerisiyle geliyor. “Avrasya mafyasının” faaliyetleri ve Balkan klanlarının Türkiye sevgisi Varese’nin şemalarıyla örtüşüyor.
Örneğin Skaljari ve Kavac klanları arasındaki kan davasının başlangıcı 2009 yılındaki “Balkan Warrior” operasyonuna ve Uruguay’da yakalanan iki ton kokaine yani bir polis zoruna dayanıyordu. Balkanların kokain kralı Dorko Sariç'e vurulan bu büyük darbeyi ortağı Dragan Dudiç’in öldürülmesi izledi. Sariç klanı zayıflarken Skaljariler kokain yolunu istiyordu. Sariç 2014 yılında teslim oldu ve silahlar bundan sonra patladı. Görünürdeki sebep Bolivya’da bir Bulgarın gönderdiği ve Valencia’da dört ayrı daireye dağıtılan 530 kilo kokainin bir bölümünün Goran Radoman tarafından çalınmasıydı. Radoman bu planı Kavaclarla paylaşmıştı ama asıl olarak çaldığı kokaini Skaljarilere verdi. 20 Şubat 2015 günü Belgrad’ta zırhlı BMW’sinden inip evine gireceği sırada öldürüldü. Dökülen kan Kotor’dan hapishanelere, Belgrad’a Kızılyıldız ve Partizan taraftar gruplarına kadar yayıldı. Klanlar yakın akrabalarıyla çalışmayı seçtiği için, ölümler şiddeti büyüttü. Avrupa’nın farklı şehirlerinde elliden fazla insan öldü.
21 milyon doları aklamakla suçlanan Sariç’in adamı Zelico Bojaniç böyle bir atmosferde İstanbul’a göç etti. Tıpkı Kavac ve Skaljari klanlarının farklı üyeleri ya da Avrasya klanlarının kanuni hırsızları gibi. Jovan Vukotiç de kan davasını ardında bırakıp Antalya’ya gitmiş, 2018’de iade edilmiş, bir dizi suikasttan kıl payı kurtulup İstanbul’a gelmişti. 2020 yılında hem Vukotiç’in sipariş ettiği suikastlar hem de Scaljari klanınının Sırp Ortodoks Kilisesiyle işbirliği içinde Karadağ’daki seçimlerden önce 100 kalaşnikov siparişi Sky isimli uygulamaya takılmıştı. Yedi yıldır ortada gözükmeyen kardeşinin de Türkiye’de olması sürpriz sayılmaz.
Cinayet bilgisi
Bu mafya göçü ne kadar “transplantasyona” dönüştü?
Balkan klanları ya da Avrasya mafyası göç ettikleri Türkiye’ye “illegal yönetim becerisini” de getirdiler mi?
Şimdilik belirsizliklerle dolu olsa da Vukotiç’in İzmir’de Ahmet Kurtuluş cinayetine karışan Camgöz çetesi tarafından aracına yerleştirilen uydu takip cihazıyla izlenmesi ve Barış Boyun’un adamları tarafından motosikletle takibin ardından öldürülmesi en azından bir koordinasyonu, çeteler arasında “know how” değişimini gösteriyor. Bu yerel organize suç grupları için bir yenilik olsa da Balkan klanları kendi mesajlaşma yazılımlarını üretecek, varlıklarını kripto paralarla hareket ettirecek beceriye sahip. Polisin 1700 saatlik kamera görüntüsü izleyerek çözdüğü bu cinayette, aralarında Kavac klanının iki isminin de bulunduğu zanlılardan bir bölümü Balkanlar yerine Avrasya suç ağının hükümranlığı altındaki Gürcistan’a kaçmayı planlarken Artvin’de yakalandı.
Henüz keskin nişancıların işlediği bir cinayet olmasa da Rusça konuşan mafyanın Türkiye’de ele geçirdiği lüks oteller, sahip olduğu şirketler, birlikte fotoğraf verdiği politikacılarla Balkan klanlarından bir adım ileride.
Bu manzaraya, Ekvator’daki muz bahçelerinden Mersin’e, oradan Suriye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’a kokain gönderen Kolombiya kartelini, Afganistan’daki metamfetamini vahşi bir pazarlamayla mahalle aralarına dağıtan İranlı organizatörleri, onların buradaki işbirlikçilerini, Suriye’de ele geçirdiği bölgelerde Captagon üretimi yapan ve bunu Avrupa’ya kadar ulaştırabilen DEAŞ organizasyonunu, Kıbrıs’ta üstlenen bahisçilerin Balkanlar’daki partnerlerini, Sineloa kartellerinin Suriye’deki ülkücülerle selamlaşmalarını da eklemek gerekir.
Hepsini alt alta topladığınızda beliren şey acaba organize suçun “işlevsel çeşitlendirmesiyle” sınırlı bir yoldan çıkma hali mi, yoksa Varese’nin tarif ettiği “mafya transplantasyonu” gerçekleşmek üzere mi?
Bu soruya yanıt vermek zor. Büyük uyuşturucu operasyonlarında yakalanan “alt unsurların” bir adım ötesine geçen torbacıdan hallice sanıklardan daha yukarıya çıkmak gerekiyor.
Peki organize suçla baş etmek mümkün mü?
Avrasya mafyasını tarihten bu güne kadar inceleyen The Vory’nin yazarı Mark Galeotti bunun için bir kombinasyondan söz ediyor: “Etkili yasalar, bu yasaları desteklemeye istekli yargı, polis yapılarının varlığı, bu yapıların çalışmasına izin vermeye istekli ya da zorlanmış siyasi seçkinler ve bunun yapılması için istekli, kararlı ve uyanık bir halk.”
-Federico Varese
How Mafias Migrate: Transplantation, Functional Diversification, and Separation
Crime and Justice Volume 49, 2020
-Walter Kemp, Making a Killing
What Assassinations Reveal About The Montenegrin Drug War
GLOBAL INITIATIVE AGAINST TRANSNATIONAL ORGANIZED CRIME 2020