"MANEVİYATINI BOZMA"

12 Eylül öncesinin atmosferi, Tamer’in tabiriyle, “Türkiye toplumunun kendi kaderine sahip çıkma yönünde gösterdiği en ciddi irade” idi. O da o yıllardaki iradesini çok seviyordu.

Süreyya Tamer  Kozaklı'ya...

Gevezeliğim, hayatımda yepyeni bir başlangıca vesile oluyordu. Şimdiden geriye bakınca hiçbir anlamı olmayan bir parti toplantısında geyik yapıyorduk. Belli ki birbirimizin dikkatini çekmiştik.

Toplantı arasında iyice kaynaşmaya başladık. Gündemimiz Fenerbahçe’ydi.

Adamın kim olduğunu, neler yaptığını bilmiyordum. Zaten parti toplantısındayız; durduk yere sosyalizm hakkında bir muhabbet açtım. Aslında ortamda Tamer varken böyle büyük büyük laflar etmek olmazdı. Milleti bozmayı çok severdi. Dan diye kestirip atardı. Bozmadı beni. Bana kıyamadı.

Ergenim daha. Öyle ki, Allah’ın Arjantinlisini, kuramcı Ernesto Laclau’yu tanıyıp tanımadığını falan sormuştum adama. “Ciğerini bilirim” demişti. O sırada planını da yapmıştı. “Sen İstanbul’a dönme” dedi, “Bu akşam bizde kalmak ister misin?” diye davet etti.

Tamer’e kanım çok kaynamıştı. Bir dost katıyordum hayatıma.

Arabaya binince müzikten anladığını fark ettim. O sıralar favorisi David Gilmour’un “On an Island”ıydı. Yolda neredeyse son ses açmıştık. Mutlu olduğumu fark edince, torpidodaki diğer albümlere yönlendirmişti beni. Çok severdi şarkı listeleri hazırlamayı.

Gittik. Sabaha kadar sohbet edip, biraz uyku molası verdikten sonra kahvaltıyla beraber kaldığımız yerden devam ettiğimiz günlerin ve gecelerin ilkini yaşıyorduk.

Aynı akşam Alev Özkazanç ile tanıştık. Tamer, Alev Özkazanç’la kurdukları kitaplıklarından Mürekkep’in sayılarını çıkartıp önüme koymuştu. Bazılarından iki tane vardı, bu sayede İstanbul’a dönüş yolunda da beni yalnız bırakmamıştı. Telefon açtım, Alev Özkazanç’la beraber kaleme aldıkları bir makalelerini (Hegemonya Siyaseti, Sol ve Devrimci Demokrasi) dijital ortama aktarmak istediğimi söyledim. Heyecan duydu, çok sevindi.

Mahir’in babasıyla yaptığımız sohbetlerde her laf dönüp dolaşıp Devrimci Yol’a gelirdi. Teşkilattandı. Gençliğiyle barışık bir adamdı Tamer. 12 Eylül öncesinin atmosferi, Tamer’in tabiriyle, “Türkiye toplumunun kendi kaderine sahip çıkma yönünde gösterdiği en ciddi irade” idi. O da o yıllardaki iradesini çok seviyordu.

Bu sabah Yakup (Özkazanç) Tamer’in son WhatsApp mesajlarını iletti. İngiltere İşçi Partisi’nin eski lideri Jeremy Corbyn’in gençlik yıllarında Devrimci Yolcu Fatsa Belediye Başkanı Fikri Sönmez için katıldığı eylemden bir fotoğrafını paylaşmış. Tamer yaşarken de giderken de aklında Devrimci Yol vardı.

Çok ofansif bir adamdı. Her şeye karşı ofansifti. Hayır, asla saldırgan değildi. O incelikli ruhu ile keskin zekâsı birleşince çevresindeki herkese neşe katan tertemiz bir adamdı.

Fenerbahçe de kendisi gibi hep ofans yapsın isterdi ama ben istemezdim. Çok tartışırdık. Tam da bu sezon bir maç sırasında Tamer’i ikna etmiştim. O da saha içi organizasyonları televizyonda işaret edip bana hak vermişti. Eski kadrolardan konuşurduk. Favorisi tabii ki 1988-1989 şampiyonluğumuzdu.

Oldukça başarılı da bir aşçıydı Tamer. Zaten bilmediği bir şeye şimdiye kadar hiç rastlamadık. Mordoğan tatilimizde beni de alıştırmıştı mutfağa. Geçen hafta yemeğe davet ettiğinde gidemediğim için çok üzgünüm. Şimdi bakınca “Keşke gidebilseydim” diyorum. Mehmet Deprem’in dediği gibi, tadı damağımızda kaldı adamın.

Oxford’a gitmeden evvel kedileri İsis’in yeni ev arkadaşı olmamı istediğinde, evlerini ve kedisini elleriyle büyüttüğü birisine emanet ettiğini söylemişti. Nasıl mutlu olmuştum. Gözü arkada kalmamıştı. Bu yolculukta da gözünün arkada kalmamasını, huzur içinde uyumasını ümit ediyorum.

Tamer olsa, “Maneviyatını bozma” derdi. Pek severdi böyle kelimeleri.

Yaşamayı çok seviyordu. Biz de Tamer’i çok seviyoruz.

Köşe Yazıları Haberleri