Kutlaması az, anması çok bir coğrafyanın insanlarıyız.
Politik duyarlılığı olan hemen herkes zaman zaman bazı yıl dönümlerinde anma veya kutlama paylaşımları yapar. Bunu yaparken kendi meşrebimize göre davranmamız da oldukça anlaşılır bir durum.
Her şeyin duyarlısı olmak bir süre sonra insanı anlamsız bir duygu çöplüğüne çevirebilir.
Bir gün Irkçı Nihal Atsız’ı övüp diğer gün Deniz Gezmiş’i övmek gibi “sakarinli aşure” tavırlara siyaset dünyamızda sık sık rastlayabiliyoruz.
O işlere “merkez politikacıları” bakıyor.
Şimdilik “Düğün evinin tefçisi, ölü evinin yasçısı” diyebileceğimiz bu tip siyasi erke dönergeçlerini bir tarafa bırakıp konumuza gelelim.
28 Ocak’ı 29 Ocak’a bağlayan gece Türkiye sol hareketi için tarihi anlamı olan bir geceydi.
Bundan tam 101 yıl önce TKP kurucusu Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı Trabzon açıklarında Karadeniz’de öldürüldüler.
Siyasi tarihimize “15’ler” olarak geçen bu katliamdan yalnızca 1 kişi “kurtarıldı”
Mustafa Suphi’nin eşi Maria Suphi. TKP’deki kod adıyla Meryem yoldaş.
Maria Rusya’nın en kuzey doğusundan Novorosiski’li genç bir komünistti. Rus devrimi için savaşmış, Mustafa Suphi ile tanıştıktan sonra TKP’ye katılmıştı.
Kurtuluş savaşının ilk yıllarında, Mustafa Kemal’e destek için Bakü’den Kars’a gelen TKP heyetinde yer almış enternasyonalist bir devrimciydi. Genç yaşına rağmen iyi bir entelektüeldi. Moskova’da iktisat eğitimi görmüştü.
Kars’ta özellikle inançları gereği ellerine silah almayan Malakan köylülerine yaptığı konuşmalar oldukça etkili olmuştu.
TKP’lilerin Türkiye’ye davet üzerine mi yoksa tuzağa düşürülmek üzere mi getirildikleri hala tartışılan bir meseledir.
Mustafa Kemal’in Mustafa Suphi ve arkadaşları gelmeden önce onlardan “serseriler” diye bahsetmesi, İngiltere ile yakınlaşması vb. detaylara girmenin bir anlamı yok şimdi.
Bugün bile nasıl bir tezgâha getirilip katledildikleriyle ilgili tevatür çoktur bildiğimiz gibi.
Önce Kars’a gelirler. Oradan “Halk sizi istemiyor gelip kendiniz görün” denerek hala sola ve solculara karşı derin bir nefret besleyen Erzurum’da “bir el tarafından” organize eden güruhun saldırısına uğratılırlar.
Ardından Trabzon’a geçerler. Trabzon’da Kaptan Yahya Kahya ve adamları tarafından Rusya’ya gönderilmek üzere Ocak ayının 28’inde Karadeniz’in azgın sularına bırakılırlar.
1941’de Nazi soykırımından kaçan Yahudi göçmenlerin Struma gemisinde ölüme terkedilmesine benzemez bu katliam. Hepsi tek tek vahşice öldürülürler.
Bugüne kadar hep Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının hikayesini dinledik.
Maria’nın hikayesi unutuldu gitti.
Alman felsefeci Adorno ‘kurbanı unutmak onu tekrar kurban etmektir’ diyor. Hepimiz unutarak tekrar tekrar tekrar kurban ettik Maria’yı!
Öyle ki kadın mücadelesi konusunda duyarlılığına tek laf edilemeyecek HDP Genel Merkezi bile resmi Twitter hesabından “Maria da Mustafa Suphi ve yoldaşlarıyla öldürülmüş” anlamına gelecek özensiz bir paylaşım yapmıştı.
Halbuki Maria o korkunç gecede katliamın baş tetikçisi Kaptan Yahya Kahya tarafından özellikle canlı bırakılmıştı.
Yahya Kahya Maria’ya önce kendisi tecavüz etmiş sonra da Trabzon’un önde gelen ailelerinden Nemlizade Ragıp Bey’e satmıştı. Oradan tekrar alınıp öldürüldüğü güne kadar Rizeli kayıkçıların kölesi yapılmıştı.
Yahya Kahya, Trabzon’dan Rize’ye kadar tüm kayıkçıların reisi konumundaydı.
Topal Osman’a bağlı çalışıyordu. Siyasi dalgalanmaya göre bazen Enverci bazen Mustafa Kemalci davransa da müesses nizamın adamıydı. Anlatanların ifadesiyle Ogün Samast gibi sürekli beyaz bere takması tarihi bir tesadüf müdür bilinmez…
Mustafa Suphi ile arkadaşları adına şiirler, yazılar yazılır, kitaplar basılır, törenler düzenlenir ama bir Maria’dan pek bahsedilmez. Bugün üzerine yazılmış sadece bir kitap var. (Maria Suphi: Bir Direniş Öyküsü-Kenan Karabağ)
Eşi ve yoldaşları gözlerinin önünde katledilen Maria zorla, sürüklenerek kıyıya çıkarılmış ve tahminen iki buçuk yıl boyunca her gün dövülüp, tecavüz edilmiştir. Hapsedildiği evler bellidir, çığlıklarını duyan eşraf günlük hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam eder.
Tipik Anadolu feraseti işte.
Komünistler malımıza, mülkümüze, ırzımıza el koyacak diye böğüre böğüre Erzurum’da ve Trabzon’da Mustafa Suphi ve arkadaşlarına linç etmek isteyenler herkesin bildiği ama kimsenin kılını kıpırdatmadığı bir haysiyet cinayetini kanlı bir örümcek ağı gibi örmüştür.
Trabzon Tümen Komutan Sami Sabit Paşa anılarında, Nisan 1921’de, Maria Suphi konusunda Kâhya Yahya ile aralarında şu konuşmayı aktarır.
"Rus uyruklu bir kadını alıkoymuşsunuz."
"Benim yaptığım her şeyden Ankara hükümetinin haberi vardır."
"O kadını derhal serbest bırakınız..."
"Bunu bana yaptırtmaya sizin gücünüz yetmez..."
Mustafa Suphilerle ilgili karar Ankara, Kars, Erzurum, Trabzon hattında alınıyor. Ankara’da Mustafa Kemal, Kars’ta Kazım Karabekir ve Erzurum’da Vali Hamit Bey…Ve Trabzon’da Yahya Kahya.
Konuyu meclis gündemine getiren Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey, bizzat Atatürk’ün koruma şefi Topal Osman tarafından öldürülüyor.
Yahya Kahya’nın şefi tanıdıktır. Hani geçen sene Ekrem İmamoğlu dahil tüm merkez siyasetin vefa ile andığı Topal Osman.
Koçgiri katliamı, Ermeni katliamı ve Karadeniz Rum katliamlarının baş tetikçisi Topal Osman.
Yahya Kahya yaptığı hırsızlık ve cinayetlerden sonra çıkartıldığı mahkemede “Beni yakarsanız hepinizi yakarım” anlamına gelecek bir tehdit savurur.
“Sanki bütün işlerde ben tek başıma mı idim? Daha üstüme varırlarsa her şeyi olduğu gibi ortaya dökerim” der.
Bu devlet-i âli için riskir. Yahya Kahya 3 Temmuz 1922 tarihinde otomobiliyle yazlık köşküne giderken İsmail Hakkı Tekçe tarafından öldürülür. Cinayeti organize eden Yahya Kahya’nın eski şefi Topal Osman’dır. Aynı İsmail Hakkı Tekçe, Mustafa Kemal’in yaveriyken bizzat kendisi Topal Osman’nın kafasını kesecektir.
Sistem safralarını tek tek atmaktadır.
Topal Osman şimdilerde başsız olarak Giresun kalesindeki mezarında övgüler almaya devam ediyor.
Sosyalist Yazar Temel Demirer’in ifadesiyle, yöntemleri farklı olsa da; Kâhya Yahya suda boğuyor, Topal Osman gemisini yüzdürmek için Rum tutsakları diri diri ateş kazanına atıyor, İsmail Hakkı kelle kesiyordur… Son ikisi Mustafa Kemal Paşa’nın özel muhafızıdır…
Yüzleşmemek Türkiye sağının ne kadar varlık nedeniyse, solunun da o kadar en hafif deyimiyle zaafı. Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını öldüren yalnızca Kahya Yahya mıydı?
Bugün siyasal İslam’ın yarattığı iklim yüzünden hepimiz tamamen tarihi yüzleşmeleri rafa kaldırmış durumdayız. Bir yere kadar anlaşılır bir durum ancak bu Maria’ya müesses nizam tarafından yaşatılanları unutturacak kadar kimseyi körleştirmemeli.
Hrant’ı öldüren de Mustafa Suphi ve arkadaşlarını katleden de Maria’yı köle yapan da “Bazı serserilerin” işi değil. Osmanlıdan bugüne 100 yıllık bir sözleşmenin sonuçları…
Ece Temelkuran’nın siyasi lügatımıza kattığı, aşırı naiflik kokan bir söz vardır ya:
“Biz ne ara bu kadar kötü olduk?”
O soruyu şöyle sorarak bitireyim: “Ne ara çok iyiydik?”
Hala 100 yıllık bir cinayetle bile adam akıllı yüzleşememişiz.
Unutursak kalbimiz kurumadığını onlarca olayla tecrübe ettik. Maria’yı unuttukça onu bir daha, bir daha öldürüyoruz.
Mustafa Suphi ve arkadaşları bir kez öldü. Maria, 101 yıldır yüzlerce kez öldü!
Yaşadığı tüm vahşeti kadın olduğu için yaşadı.
Novorosiskili genç kadını unutmayalım.