Geçen hafta T24 yazarı Gökçer Tahincioğlu, Mehmet Altan’ın fazladan 5,5 ay cezaevinde kalmasına neden olan hakimler için yaptığı şikayetinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındığını yazdı.
Böylelikle, Türkiye yargı tarihinde ilk defa (Anayasayı yok sayan hâkimler hakkında soruşturma izni vermeyen) Hâkimler ve Savcılar Kurulu aleyhine AİHM’ye bireysel başvuru yapılmış ve yeni bir sayfa açılmıştı.
Olayı hatırlamak için, 2018 yılına dönmek gerekiyor.
Yargının ‘Aslan Kral’ı Anayasa Mahkemesi, o sırada cezaevinde bulunan Altan’ın tutuklu olmasını ‘hak ihlali’ olarak nitelemiş, derhal serbest bırakılmasına hükmetmişti.
Sonra, Anayasa Mahkemesi kükrediği ile kaldı, tahliye kararı vermesi gereken yerel mahkemenin umurunda bile olmadı.
Ama mahkeme heyetinde yer alan hakimler, bu tutumları nedeniyle Hakim ve Savcılar Kurulu’na (HSK) şikayet edildi.
HSK Anayasal suç işleyen ve hapis cezası alması gereken hakimleri korudu.
Yani, Türkçe’de ‘sözün bittiği yer’ tanımlamasına benzer bir kilitlenme, o dönem yargıda da yaşanmıştı.
Başka bir anlamda, yargının kontak kapatmasına benzeyen bu süreç, hukuksal hassasiyeti olan çevreler tarafından şaşkınlıkla izlenirken, gelişmelerde hiçbir tuhaflık görmeyen bir kesim tarafından, “N’olmuş yani, ne bu gürültü?” olağanlığı içinde karşılandı.
“N’olmuş yani, ne bu gürültü?” benzetmem, Keşanlı Ali Destanı oyununda geçen bir tirada dayanıyor.
KEŞANLI ALİ’NİN HUKUKU
Bu nedenle Zilha’yı kaybetmiş ama, mahalleli nezdinde hakkında sürekli efsaneler üretilen bir kahramana dönüşmüştür. Keşanlı, cezasını çeker ve mahalleye büyük karşılama töreniyle döner. Mahalli seçimler yakındır. Huzur, sükunet ve adalet vaatleri ile muhtar adayı olur ve bir dizi entrikalarla seçimi kazanır. Ancak çok geçmeden, kumar oynatma, haraç ve rüşvet alma işlerine bulaşır. Mahalleli homurdanmaya başlar ama Keşanlı ve arkadaşları açısından ortada anormal olan bir şey yoktur. Yakın avanesi, oyunun bir yerinde koro halinde suçlamaları kabul eden ama bir yandan da normalleştiren bir tiratta bulunurlar:
“İki bin kağıt sus parası koymuşuz
Vermezse, ana avrat düz gideriz
Olmazsa, belediyeye fitleriz
Daha olmazsa ibreti alem şişleriz
Arada bir kahvelerden mano toparlamışız pöh
Toplarız toplarız
Haraç alan bir biz miyiz dünyada
Şunun şurasında geçinip gideriz
N'olmuş yani ne bu gürültü
Her yerde bu değil mi işin kanunu”
HUKUKSUZLUK OLAĞAN KOROSU
Toplumdaki bu “ N’olmuş yani” tepkisi, sadece Mehmet Altan özelinde gözlemlenmiş bir sonuç değil. Türkiye’de yaşanan hukuksuzluklar üzerine sözünü esirgemeyen, yazan, çizen, konuşan, şarkı söyleyen kim varsa nasibini aldığı, o meşum refleksten söz ediyorum.
Bu homurdanma biçimi, sanıldığı gibi son 20 yılda peydah olan trol kışkırtmalarıyla açıklanamayacak kadar eskilere dayanıyor.
Türkiye’nin hemen her döneminde, hukuksuzluğu olağanlaştırma eğiliminde olağan bu yaklaşımın, toplumsal derinliğinde yatan nedenleri olmalı.
Ne yazık ki, toplumdaki bu hukuksuzluğu sahiplenme, hatta gerektiğinde önüne siper olma geleneği hakkında uzmanlar ve akademik çevrelerin söylediği fazla bir şey yok.
Öyle olunca da, fazladan hapis yatırmayla ilgili yargısal sürecin işlememesini kolaylaştıran bir ortam oluşuyor.
Mehmet Altan’ın yaşadıklarını Keşanlı Ali Destanı oyununa uyarlasak, aşağıdaki tarzda bir diyalog ortaya çıkabilirdi:
Mehmet Altan haksız yere 5,5 ay fazladan hapiste yatırılmış!
Ne olmuş yani, yatırılmışsa?
Ama Anayasada “ Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” yazıyor.
Yazıyorsa yazıyor, n’olmuş?
Anayasa Mahkemesi de kararında “ hukukilik şartını sağlamayan tutuklama gibi ağır bir tedbir, ifade ve basın özgürlükleri bakımından demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü bir müdahale olarak kabul edilemez” diyor.
İyi de, bu kadar gürültü koparacak ne var ortada?
Alt mahkemelerin tahliye kararı vermesi gerekmez miydi?
Bak, hala konuşuyor ya!
YÜRÜRLÜĞE GİREN UMUT
Haksız tutuklamalar konusunda toplumun gösterdiği umursamazlık, ‘Türk Milleti’ adına karar veren mahkemelerde de kendini gösteriyor.
Yargı, Anayasal güvence altına alınmış haklar hatırlatıldığında, bazen “ N’olmuş yani?” şeklinde omuz silkerek geçiştirebiliyor.
Hukuksal gelişmelere karşı hassas çevrelerin, bu olup bitenleri şaşkınlıkla izlemekten başka elinden bir şey gelmiyor.
Tam da burada, Mehmet Altan’ın avukatı Figen Çalıkuşu’nun, 2018 yılından bu yana sürdürdüğü hukuk mücadelesi ve ısrarlı takibi sonuç veriyor.
Ve hukukun yeryüzünde adil, tarafsız ve eşit olarak işleyeceği günlere dair umutlar yeniden yürürlüğe giriyor, Türkiye dahil.
Fotoğraf: En son TV uyarlamasında Keşanlı Ali rolünü Nejat İşler canlandırmıştı.