Petrol piyasası ciddi bir kırılmadan geçiyor. Pandemi çerçevesinde gelen kapanma önlemleri, Rusya ile Suudi Arabistan restleşmesiyle birleştiğinde Nisan 2020’e petrol fiyatları 20 dolara kadar geriledi. OPEC içinde yeniden uzlaşmanın sağlanmasıyla piyasa 20 dolar seviyesinden uzaklaşsa belirsizlik üreticilerin vanaları kapatmalarına ve üretimlerini düşürmelerine neden oldu.
Nitekim 2021’de kapanma önlemleri devletlerce yavaş yavaş terk edilirken OPEC üretimi aylık bazda 400 bin varil artırma politikasına geçti. Ancak 2021’de fiyatların 70 doların üzerini mesken tutması, pandemi sonrası toparlamanın beklenenden hızlı gerçekleşmesiyle Riyad ve Moskova’ya üretimi artırmaları yönünde baskı yapılmaya başlandı. Ancak her iki üretici de OPEC politikasına bağlı kalacaklarını, piyasanın henüz güven vermediğini söyleyerek, aslında pandemideki gelir kayıplarını da telafi etme amacıyla, “üretime sürpriz bir artış yok” açıklaması yaptı.
Öte yandan uluslararası enerji ajansı, kısa süre içerisinde talebin pandemi öncesi düzeyi yakalayacağını ve üzerine çıkacağı uyarısında bulunuyor. Paris merkezli ajansa göre 2022 sonunda günlük küresel petrol tüketimi 99.8 milyon varile çıkabilir. Hali hazırdaysa piyasada arz edilen ile tüketim arasında zaten 1.5 milyon varil açık var. İşte buna bir de Rusya ile Ukrayna arasında olası bir savaş ihtimali eklendi. İki ülke arasındaki çatışmanın Rusya’nın üretimini olumsuz etkilemesi ihtimali dikkate alındığında belirli bir süre 80-90 bandında seyreden fiyatlar, 90 barajını geçti. Yılın ikinci ayına 89 dolarla başlayan Brent petrol, ilk bir haftada 90 direnç noktasını aştı ve 93 dolara kadar çıktı. Tam da bu noktada büyük banka ve finans kuruluşları, petrolün özellikle 2022’in ilk çeyreğine 100 doların üstüne çıkabileceği uyarısı yapıyor.
Doğalgazda Beklenen Toparlama Gelmiyor
Petrolde yaşanan durum gibi pandeminin hız kesmesinin ardından krizin baş gösterdiği bir diğer alan doğal gazal. Doğal gaz geçtiğimiz yaz itibariyle 1000 metreküpün 1000 dolara satıldığı, ardından bu eşiğin de geçildiği bir sürece girdi. Üstelik zamanla bu kriz yatışıyor gibi olsa da kasım ve aralık ayında 1000 doların geçilmesi şimdilik güneşli günlerin yakın olmadığını gösteriyor. Doğal gaza bir anda gözlerin dönmesine neden olan temel faktörleri şöyle özetlemek mümkün. İlk olarak tedarik ayağında arızalar, bakım, üretimde aksaklık gibi nedenlerle piyasaya beklenenin çok altında gaz gelmesi. İkincisi talep ayağında Brezilya, Türkiye gibi ülkelerin aşırı kuraklık nedeniyle doğalgaz taleplerinin artması. Talebe etki eden bir diğer faktör iklim krizi ve karbon hedefleri uyarınca kömüre göre daha az salıma neden olan gazın tercih edilmesi. Burada en dikkat çekici talep Çin’den geliyor. Son olarak AB doğal gaz ve nükleer enerjinin yeşil enerji politikası kapsamına alınacağına dönük bir karara imza attı. Buysa piyasada talebin artacağına dönük beklentiyi ivmelendirdi. Ukrayna ile Rusya arasında yaşanan gerilim, Avrupa gaz piyasasının yüze 33-35’ini elinde tutan Rusya’nın piyasaya fazla ekstra gaz vermek yerine alternatif pazarlarla görüşmesine neden oluyor. Buysa bir bütün olarak gelecek projeksiyonun da gaz fiyatlarındaki yukarı yönlü seyrin süreceğini gösteriyor.
Türkiye’nin Krizi Enerji Kriziyle Birleşti
Küresel enerji piyasasında petrol cephesinde yaşanan gelişmeler, dünyanın pek çok ülkesinde akaryakıt fiyatlarının artışına neden oldu, ancak Türkiye’deki durum daha vahim bir şekle büründü. Statista verilerinden petrol fiyatları incelendiğinde geçtiğimiz yıl ile bu yıl arasında fiyatların (Ocak 2021 54,7, Şubat 2021 62,8) ocakta bir önceki yıla göre yüzde 65-70, şubattaysa 50 civarında arttığı görülüyor. Fiyatlardaki genel değişimin bir önceki yıla göre yüzde 70 yönünde artışa uzandığı görülürken Türkiye’de ayar yakıt fiyatlarında durum bunun çok üzerinde seyrediyor. Örneğin Şubat 2021’de motorin 7,29; benzin 7,81 iken bu yıl bunlar 15,51 ve 14,53 düzeyinde. Yani benzin yüzde 90’dan fazla artarken motorin yüzde 112’lik bir artış yaşanmış.
Öte yandan elektrik cephesinde yaşanan durum daha karmaşık. Meskenlere dönük ilk olarak uygulamaya sokulan kademeli faturalandırma 150 kWh’lik tüketimi baz aldı. Oysa EMO başta olmak üzere pek çok kuruluşa göre 4 kişilik bir ailenin ortalama tüketimi 230 kWh. Cumhurbaşkanı kararıyla kademelendirmede en düşük tüketim 210’a çıkarıldı. Ancak bir tüketici bu limiti aşmasa dahi bir önceki aya göre elektriğe yüzde 50 daha fazla ödemek zorunda. 210 sınırını geçtiğindeyse tüketim bedeli yüzde 127 zamlanıyor. Böylesine yüksek zamların gerekçesi iki nedene dayandırılıyor. İlk olarak kuraklık nedeniyle hidrolikten elektrik üretiminin düşmesi nedeniyle ağırlığın doğalgaza kayması. Küresel olarak doğal gaz fiyatlarında yaşanan artışın da fiyatlara yansıdığı.
Kuraklık, iklim kriziyle beraber en sık görülen felaketlerden biri. Ancak burada dikkat çekici olan bir dönem her dereye HES kondurma gayretkeşliğinin olası bir kuraklığı dikkate almadan yapılması, en kötü koşullara hazırlık konusunda yeteri kadar alternatif geliştirilmemesi. İkincisi, Türkiye’nin elektrik üretiminde doğalgazın payı değişim göstermekle beraber yüzde 30-40 arasında değişiyor. Geriye kalan üretimin kömür ve içinde hidroliğin de olduğu yenilebilir kaynaklardan karşılanıyor. Dahası Türkiye’nin doğalgaz alımının önemli bir kısmı uzun vadeli kontratlarla gerçekleşiyor. Yani piyasadaki oynaklığın piyasaya etkisi birebir aynı oranda olmuyor. Peki tüm bu faktörlere karşın bu yüksek zam neden yapıldı?
İlk olarak ayar yakıtı da ilgilendirecek şekilde elektrik ve doğal gaz zammını da içine alan genel ekonomi politikasının sonuçları görülüyor. Türkiye petrolde yüzde 98, doğal gazda yüzde 99 oranında dışa bağımlı. Bu iki enerji kaynağı ithal ediliyor, yani dolarla alınıyor. Örneğin Şubat 2021’de 7,16 dolan kur, bu yıl 13,6 düzeyinde işlem görüyor. Üstelik 2021 Ekim’den başlayarak ivmesini artıran kur 18.30 seviyesine kadar da çıktı.
Kurun en sakin hali dahi bir önceki yıla göre yüzde 90’lık artış demek. Faizin enflasyonun sebebi olduğu, Çin modeline benzetilen ihracat odaklı strateji kurun tarihi rekorlar kırmasına neden oldu. Buysa elbette enerji gibi ithalatın baskın olduğu sektörlerde yükselen fiyatlara kur baskının etkilenmesini getirdi. Bu izahat doğalgaz zammı için bir noktada anlaşılır, akar yakıt için sınırı zorlayan bir yanıt. Ama elektrik zammını açıklamada eksik, burada bir başka etkene özelleştirmeye değinmek gerekiyor.
Şirketlerin kârını önceleyen yaklaşım ve sonuçları
Türkiye’de elektrik üretiminin yanı sıra dağıtımı da 2004-2013 yılları arasında özelleştirildi.. Üretim ayağında özelleştirme yüzde 80’leri aşsa da devletin hala yüzde 16,1’lik bir payı mevcut. Devlet ürettiği bu elektriği dağıtım şirketlerine dağıtım şirketleri de tüketiciye satıyor. İşte bu fahiş zamlar konuşulurken Elektrik Üretim AŞ (EÜAŞ)’ın ürettiği elektriğe yüzde 34 zam yaptı ve dağıtım şirketlerine kWh başına yaklaşık 32 kuruştan satmaya başladı. Öte yandan dağıtım şirketleri tüketiciye ortalama yüzde 115 zam yaptı. Burada dağıtım şirketlerinin bu zammı fahiş biçimde kendileri için kullandıkları iddiası ön plana çıkıyor. Burada sorgulanması gereken bir unsur daha var: Elektrik üretiminde kullanılan doğal gaza yapılan zamların, yeteri kadar sorgulanmaması. Örneğin Eylül ayından bu yana elektrik üretimi için kullanılan gaza neredeyse aylık periyotlarda yüzde 15’in üzerinde zam yapıldı. Son dönemdeyse İran gaz kriziyle beraber burada kesintiler ve kısıtlamalar gündeme geldi. İşte bu üretim zamlarının arkasında yatan yine küresel doğal gaz krizi ve Türkiye’nin yanlış uyguladığı ekonomik politikası. Burada yine de doğal gazın elektrik üretimi içindeki payının sınırlı olduğu ve üretime gelen zammın tüketiciye etkisinin birebir aynı oranda olamayacağını hatırlatmak gerekiyor. Yani doğal gaz aslında genel elektrik üretiminde en fazla yüzde 40 ağırlığa sahip. Oysa hidrolik, güneş ve rüzgar gibi kalemlerde benzer bir kriz kurumu yaşanmadı.
Bir bütün olarak dağıtım şirketlerinin kollandığına dönük izlenimin oluşmasının nedeni de bu.
Türkiye’nin adeta bir şirket gibi yönetildiğini ifade eden iktidar bunu bir övünç kaynağı olarak sunmuştu. Türkiye’nin geneli böyle mi yönetiliyor bu bir soru işareti. Ancak açık alan enerji alanının öyle olduğu ve burada enerjinin bir temel hak olarak değil, kâr aracı olarak görüldüğü.