MÜMKÜNSE, BİR SÜRE "KİŞİSEL GELİŞMEYELİM"

1970’lerde çekilen “Hababam Sınıfı Tatilde” filminde izci oymakbaşı Şener Şen çok üşüyen İnek Şaban’a “Yoğunlaş, içindeki soğuğu yenebilirsin” dediğinde tüm sınıf gülüyordu. Şimdi öyle cümleler kişisel gelişimcilerin amentüsü olmuş durumda.

İnsanlığın ilerlemesini şüphesiz ki tecrübe aktarımları sağladı. Bireysel tecrübelerin bilimsel öğretiler çerçevesinde bir araya gelmesi çeşitli akademik disiplinler oluşturdu. Bu disiplinler arası ilişki kısa bir makalenin konusu olacak kadar basit değil elbette. Burada daha çok “kişisel gelişimalanı için zorlama bir yırtma yapıştırmayla (eklektik) bir araya getirilen kavramlardan bahsedeceğim.

2000’li yılların başından itibaren istikrarlı bir ivmeyle yükselen “kişisel gelişim” özellikle pandemide eve ve içe kapanmayla birlikte iyice çığırından çıkmış durumda. Burada özellikle “çığırından çıkma” ifadesinin altını çizmeliyim.

Kişisel gelişim pazarını kitaplar, medya programları, motivasyona yönelik seminerler, kişisel koçluk hizmetleri, zayıflama ve stres yönetimi programları olarak bölebiliriz. Bunlara bazı dini sohbetlerin de eklenebileceğini düşünüyorum.

Kişisel gelişim her sektörde veya her inanç sisteminde olduğu gibi yıllar içinde kendi dilini ve kavramlarını oluşturdu. Bu artık öyle bir dil ki yakınını kaybetmiş birine “Kendine iyi davran, yükselmiş ruhu ışıklarda uyusun” demeye kadar varmış durumda… “Sabırlar dilerim, ruhu şad olsun” demek çok banal bulunuyor çünkü. Modern spiritüel bir dil günden güne kendi jargonunu yaratıyor.

Bu kişisel gelişim “aleminden” olmayan birinin pek anlayamayacağı yeni bir dil.

Benim daha çok “çağdaş insanın üşengeç inanç ihtiyacı” olarak tanımladığım bu ihtiyaç nasıl doğdu, nasıl gelişti ve şimdi ne durumda peki?

Klasik Türk edebiyatında “Nasihatname” batıda ise “Self-Help” olarak bilinen bu kavram bazı kaynaklara göre bugün yalnızca Amerika’da 13 milyar dolarlık bir pazar büyüklüğüne ulaşmış durumda.

İlk kişisel gelişim kitabı olarak bilinen Samuel Smiles'in (1812-1904) "Self-Help" kitabının açılış cümlesi : "Sema kendilerine yardım edenlere yardım eder." Benjamin Franklin'in Poor Richard's Almanac (1733-1758) adlı kitabındaki "Tanrı kendilerine yardım edenlere yardım eder" cümlesinin bir yorumudur.

Zaten dikkatli bir gözle incelendiğinde kişisel gelişim kitaplarının çok önemli bir bölümünün diğer kitaplardan “esinlenme” olduğu görülecektir. Bir arkadaşımın ifadesiyle “Kitap yazacağım, kitap önerir misiniz?” durumu. Kopyala-yapıştır ve bilimsel olsun olmasın yeni kavramlarla onları süsle.

Wikipedia’ya göre 20.yüzyılda Dale Carnegie'nin Türkçe’ye de "Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı" adıyla çevirilen How to Win Friends and Influence People (1936) adlı kişisel gelişim kitabının büyük başarısı, benzer türde yeni kitapların yazılmasını teşvik etmiştir.

1990’ların ortasına geldiğimizde bireyselleşme, globalizim ve beyaz yakalı çalışan nüfusunun artışı sürece yeni bir ivme kazandırdı. Hint asıllı Kanadalı Robin Sharma’nın Ferrari’sini uygun fiyata elden çıkartmasıyla adeta başka bir aşamaya geçildi. 2000’li yıllarda The SECRET artık kişisel gelişimcilerin kutsal kitabı olmuştu.

Pazar büyüyor, büyüdükçe adeta seri üretime geçiliyordu. Beynimizin ancak %10’nu kullandığımıza inanarak bir kitap okuyarak bunu önce iki katına sonra %100 kapasiteye ulaştırabileceğimize inanan insanlarla dolmuştu çevremiz.

Çalışmak, sabretmek, tekrar etmek eskimiş kavramlardı artık. Bugünün sorunlarına çare değildi.

Varsa yoksa “Çok istemek” en önemli şeydi. Bir şey olmuyorsa demek ki sen yeteri kadar istememişsin. Formül basitti. İSTE!

Kimden isteyeceğiz peki? Evrenden tabi ki.

Evren ne? Orası flu işte. Tam olarak din gibi bir “ilkelliği” çağrıştırmaması için Allah/Tanrı değil o kesin. Çünkü kişisel gelişimin hedef kitlesi çoğunlukla “inanç ihtiyacı olan ama dini ilkel bulan çağdaş insanlar”dı.

Sistemden talep etmek bazen riskli politik sonuçlara yol açacağından “evren” işveren veya devlet de değildi. Kişinin kendisini dünyanın merkezine koyarak yeterince istemesi tüm sorunları çözecek, hatta onu tüm hastalıklardan koruyacaktı.

Olay öyle bir raddeye geldi ki ciddi tıbbi hastalıklar bile kişinin kendi iradesine bağlandı.

Daha geçen sene ciddi tv kanallarından birinde nefes terapisti Nevşah Fidan şöyle diyordu “Gayler az nefes alıp verdiklerinden erkekliklerini farketmiyor.” Sayın terapist bununla da yetinmeyip “Ateistler göğüs kafesinde nefes olmadığından Allah’ı hissetmiyorlar” diyecek kadar da el yükseltiyordu.

Google’a girip “Hastalıkların psikolojik nedeni nedir?” diye bir arama yaptığınızda onlarca siteyle karşılaşıyorsunuz. Bu sitelerin sahibi olan kişiler ciddi ciddi “danışanlarına” tavsiyelerde bulunuyorlar. Hastalıklar ve nedenlerine birkaç örnekle bakalım.

Troid: Kendini yeterince ifade edememe

AIDS: Yetersizlik duygusu

Astım: Bastırılmışlık hissi ve boğucu sevgi

Basur: Görevini zamanında yetiştirememe kaygısı (Hayır bu konuda şaka yapmamalıyım)

Böbrek taşları: Çözülmemiş öfke yumruları

Hepatit: Değişime direnç

Böyle uzayıp gidiyor bu garip teşhisler. Bunlara gülüp geçebiliriz elbette. Sorun bunların sanal ortamda paylaşılması değil. Sorun bunu yazan insanlarla bunlardan medet umanların bir tür şeyh mürit ilişkisi oluşturmalarında. Bu kişilerin ofis açıp (şimdilik muayenehane demiyorlar) “danışanları” ile tedavi ilişkisi kurmalarında.

Eğitim hayatını psikiyatri veya psikoloji bilimine vermiş kişilerin bu saçmalıkları izlerken çektikleri acıyı tahmin etmek güç değil. 

Bugünün dünyasında “Yeterince inanan bulursanız peygamberliğinizi bile ilan edebilirsiniz ama size inanan yoksa şizofren ilan edilmekten kurtulamazsınız.” Bu çerçevede kişisel gelişim meselesinde de takipçi, okur ve danışan sayısı arasında böyle bir ilişki var.

Ünlendikçe inanılırlığın artması ve meşrulaşmak uydurulan teorik kavramların boyutunu da arttırıyor.

Kariyer değiştirmek isteyip ya da işsiz kalıp birkaç kurs-eğitim alarak kendini kişisel gelişim uzmanı olarak atayan kişiler bunu yapmakta elbette özgürler. Mesele çok ciddi tıbbi ve psikolojik sonuçları olacak bu işi yaparken etik sınırları net belirlemekte.

İş hayatındaki kariyer koçluğu veya mentörlük (yol göstericilik) tabii ki bu tartışmanın dışındadır.

Mesele hiçbir bilimsel karşılığı olmayan ve her disiplinden bir parça alarak eklektik şekilde ve hadsizce akıl vermekte.

Kuantum fiziğiyle, bilinçaltı sorunları arasında bir ilişki olabilir elbette ama bunu Mevlana’ya bağlayıp oradan iş yerindeki kariyer yolculuğuyla ilişkilendirmek olsa olsa “sakarinli aşure” olur.

Muhtemelen beyin kadar karmaşık bir şey konusunda sıfır bilgiye sahip bir kişisel gelişimcinin “Sol beyin lobunda ileriye, sağ beyin lobunda geçmişe gidilir” demesi sizi de şaşırtacaktır. Ancak bu işlerle iştigal eden kişiler bununla da yetinmeyip “Sağ beyinde en fazla yüzde 10 geriye gidilmeli” gibi tıbben hiçbir karşılığı olmayan cümleler bile kurabiliyorlar.

Ya da bir vücut dili uzmanı çıkıp “İstatistiklere göre iletişimin yüzde 60’ı beden dili, yüzde 30’u ses tonu geri kalansa cümleleriniz” diyebiliyor. Hangi istatistiklere göre olduğu belli değil. Üstelik ne konuştuğunuzun önemi yalnızca yüzde 10. Gerisi eda, duruş, tavır, ses… Düşünsenize bu eğitimlerin hepsini almışsınız. Karizmatik ve kendinden emin bir ses tonuyla yalan yanlış şeyler anlatıyorsunuz bir iş sunumunda. Kuvvetle muhtemel kariyeriniz o toplantıdan sonra bir bilinmeze yelken açar.

Çocukları nasıl korku filmlerinden koruyorsak özellikle gençleri ve beyaz yakalı çalışanları kişisel gelişim denen gayya kuyusundan korumak gerektiğine inanıyorum.

Pandemi süreci hayatımızda birçok şeyi değiştirdi. Online sosyalleşme bizi fazlasıyla içimize yönlendirdi. Bunun olumlu bir hesaplaşma yönü olduğu gibi her şeyi kendimizden ibaret sanmak gibi çok fena etkileri de oldu.

Yeterince istemediğinizden değil belki de sistem buna müsaade etmediğinden arzu ettiğiniz bazı şeyler olmuyordur. Sorun belki de sizde değil. Sizi sistemi değil kendinizi sorgulamanıza yönlendiren iş yerinizde, patronunuzda, ailenizde, devletinizde veya inancınızdadır.

Pandemi bittiğinde dostlarınızla buluşun. Kişisel gelişmeyin artık.

Evreni de kendinizi de biraz rahat bırakın.

Her şeyi siz toparlayamazsınız.

1970’lerde çekilen “Hababam Sınıfı Tatilde” filminde izci oymakbaşı Şener Şen çok üşüyen İnek Şaban’a “Yoğunlaş, içindeki soğuğu yenebilirsin” dediğinde tüm sınıf gülüyordu. Şimdi öyle cümleler kişisel gelişimcilerin amentüsü olmuş durumda.

Üşüyorsanız belki de yalnızca hava soğuktur.

Ayrıca kimse biraz üşümeyle donmaz.

Köşe Yazıları Haberleri