14 Mayıs seçimlerinin üzerinden 2 ay geçti ve bu satırların yazarı, artık yazacak bir şey kalmadığını düşünerek haftalarını kafasını kuma gömerek geçirdi. T24’de seçim sonrası halkı yanlış tanımış olduğunu gerekçe göstererek yazılarına son veren Mehmet Y.Yılmaz sendromuna kapıldım zahir. Lakin cumartesi gecesi camilerdeki selalara eşlik eden akaryakıt ve doğalgaza gelen astronomik zamlarla birlikte, geleneksel olarak “kemer sıkma” olarak adlandırılan, özünde ise klasik yoksullaştırma operasyonuna karşı kitlesel hiçbir eylemin gündeme gelmemesi, “şahsımı” birkaç kelam söylemeye mecbur bıraktı ve sahalara geri döndüm
Bir zamanlar yaşadığımız her musibet 12 Eylül askeri darbesine bağlanırdı ki bu kesinlikle doğru bir saptamaydı. 12 Eylül; yaşı 18’e dahi gelmemiş gençlerin idam edilmesiyle, işkenceleriyle, hapishaneleriyle, bir kuşağın hayallerini yok etmesiyle, siyasal İslam’ın taşlarını kalın kalın örmesiyle, vahşi liberalizmin kurumsallaşarak halkları fakirleştirmesiyle tarihin önemli bir dönemecidir. Ancak bugün yaşadığımız süreci artık 12 Eylül ile ya da 100 yıllık cumhuriyet tarihinde eskilerde kalmış başka olaylarla açıklamak bugün ancak trollerin işi olabilir.
21 yıllık iktidar hemen her alanda kendi tarihini yazmış, yepyeni kurumlar, yepyeni bir rejim, yepyeni bir insan profili ortaya çıkartmıştır. Cumhuriyet tarihimizin %21’ini oluşturan, tarihimizin bu en uzun iktidarı, 21 yılın ilk gününden bugüne kadar yaptıkları her icraatın sorumlusudur. 21 yıl, 7600 koca gün, bu işin öncesi ve sonrası olamayacak kadar güçlü bir zaman dilimine tekabül eder. Bunun sorumluluğundan kaçmak hiç de kolay değil…”İyi şeyleri biz “yabdık”, kötüler 3 Kasım 2002 öncesine ait” tam bir kasaba siyasetçisinin sahiplenebileceği bir kurnazlığı ifade eder.
Nitekim troller de son 24 saattir, akaryakıt ve doğalgaz zamlarının vebali olarak; Covid’i, depremi ve elbette EYT’yi zorladığı için Kılıçdaroğlu’nu gösteriyor. İşin tuhafı, sokak röportajlarından ve seçim sonuçlarından da gayet net anlıyoruz ki bu tarz saçmalıklara ülkenin her iki kişisinden biri inanıyor ve mevcut krizin sorumluluğunu elinin tersiyle itme halinin geniş kitleler nezdinde ciddi bir karşılığı var. Bu elbette çok büyük bir zihinsel yıkım ve tahribatın da göstergesi. Yaşadıklarımız başlı başına 1980’den destek ve ilham alan ancak özünde bağımsız, 2002’de başlayan bir sürecin doğal sonucu.
Var olan krizin vebalini dolaylı vergiler üzerinden çalışanlara havale etmek, kök neden analizi yapmadan topu taca atmak anlamına geliyor. Kurtarıcı olarak gelen Mehmet Şimşek az zamanda çok işler yaptı ve adeta bir kayyum gibi üzerimize çöktü. Dış borcun “çevrilebilmesi” adına hayatımızı adeta karabasana “çevirdi”. Devlet kendi cebinden çıkmadığı için çok da umurunda olmadığı asgari ücretleri kısmen yükseltirken, dolaylı vergilerle anamız ağlatılırken, emeklilere adeta “ekmek ye, su iç, şükret” denirken, borsada şirketler kârlarına kâr katmaya devam ediyorlar. Şirketlerin bu dönemde saçma sapan kârlar elde etmesinin enflasyon üzerindeki etkisinin hiç tartışılmadığı, çok yıkıcı bir süreçten geçiyoruz.
Burada birinci sorumluluk, sistematik biçimde orta sınıfı fakirleştiren, yoksul kesimleri zam yaptığı ilk ay mutlu ettikten sonra mislisiyle geri alan, zengini daha fazla zengin iktidar ve işine geldiğinde iki twett atarak işin içinden sıyrılabileceğini sanan MHP-BBP gibi aparat partilerdir. Lakin; 21 yıldan beri kitlesel bir genel grevi örgütleyememiş muhalefet partileri ve 12 Eylül’ün yıkıp geçtiği ancak 43 yılda toparlanma konusunda ne yazık ki gelişim gösterememiş, adında devrimci ibaresi de bulunan sendikalar başta olmak üzere STK’lar, bizzat bu satırları okuyan sizler ve bu ukala metni yazan “şahsım” da sorumluluğun bir bölümünü üstlenmek zorunda. Yazı tam da bu aşamada nasıl bir anda “… ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, demeğe de dilim varmıyor…” şiirine bağlandı ben de tam anlayamadım ama ne yazık ki durum bu.
Bu ülkede iktidarın isteyip de yapamadığı tek icraat Gezi Parkı’na Topçu Kışlası dikememek oldu. Siyasal partilerin değil, tamamen kendi inisiyatifiyle gelişmiş, sivil direnişin bu tarihsel başarısı hafızalarımızda çok taze. Ancak şurası da bir gerçek ki gerek siyasal anlamda gerekse ekonomik anlamda bu derece tarihi bir çöküş yaşadığımız dönemde, genel grev çağrısı yapmayı akıllarına dahi getirmeyen parti ve sendikalar, mevcut iktidarın sürdürülebilir olmasının da dolaylı alametifarikasıdır.
Karanlık 90’lı yıllarda dahi efsane işçi eylemleri tarihin tozlu sayfalarına altın harflerle kazınmışken, bugün toplumsal eylem pratiğinin yerlerde sürünüyor olmasını, halkı örgütlemesi gereken güçlerin aymazlığında aramak gerekir. Yılgınlık, yorgunluk, umutsuzluk ve bu sönümlenme halinden; içi boşaltılmış, sadece isimlere indirgenmiş “değişim”i talep ederek, dalga geçer gibi aynı cümlelerle “yerel seçimler çok önemli, büyük şehir belediyelerini kesin alacağız” diyerek çıkılamaz. Tıpkı “her şey çok güzel olacak” deyince her şeyin bir anda güzel olamaması gibi…
Güzellik mücadele ile kazanılıyor. Mücadele olmayınca güzellik yerini yılgınlığa bırakıyor. Ve tabi böyle olunca da, şark kurnazlığına dayalı fırsatçılık hamleleri, hayatımızı yeniden şekillendiriyor ve bu durumdan da aşırı mutlu oluyoruz, küçük zaferler kazandık sanıyoruz. Misal vermek gerekirse; telefon harcına zam gelince hemen Batum’a koşuyoruz, belki kuyruklarda perişan oluyoruz ama varsın olsun “oh be abi masraflar çıkınca 7000 TL kâr ettim” diyoruz.
Benzine zam gelince akaryakıt istasyonları önlerinde kuyruklar oluşturuyor, “var ya yarın alsam 162 lira daha fazla verecektim” diye kendimizi rahatlatıyoruz. Emeklilere zam gelmeyince Reis’e sosyal medya üzerinden yalvarıp “yaparsa Reis yapar, gerisi yalan yapar” tarzında mesajlar atıyoruz.
Dost sohbetlerinde “ya domatesin kilosuna 40 lira verdim bugün pazarda ama lahmacunun tanesine 60 lira verince çok ucuz geldi, rahatladım, meğer normalmiş domates yani” diyerek bu olağandışı dönemi içselleştiriyoruz.
Yılgınlığımızı, umutsuzluğumuzu bu saf eylemlerimizle telafi etmeye çalışırken, sistemi yeniden dönüştürdüğümüzü, bilmeden yaşayıp gidiyoruz işte. ”Ya acaba buraya nasıl, ne zaman niye geldik biz” sorularını sormuyoruz, zira muhalefet de sokak eylemlerini tu kaka olarak tanımlıyor yıllardır.
Tıpkı muhalefetin tamamının 21 yıldır mecliste sadece ret oyu vererek sistemi meşrulaştırması gibi biz de karınca kararınca, bir kaşık suyumuzla bu devasa sistem havuzuna katkımızı sunuyoruz. Sorgulamadan, kasmadan, isyan etmeden, “bize harca harca bitmezi” vaat eden A101’de harcarken paramızın kuşa döndüğünü fark ederken, üç harfli perakende zincirlerinin ve büyük sermaye gruplarının tarihi satış rekorlarına ulaştığına hiç takılmadan…
Ne mutlu genel grev talep etmeyen bu ülkeyi yöneten iktidara…Ne mutlu kârlarına kâr katan TÜSİAD-MÜSİAD şirketlerine, kaçak işçi çalıştırarak şov yapan KOBİ’lere…