Hablemitoğlu cinayetinin 365 sayfalık iddianamesi, yazılanlardan çok daha fazlasını söylüyor. Mahkeme bu hukuk bombasını savcıya “Konu terör örgütü bu benim görev alanıma girmiyor” gerekçesiyle iade etti. Ama savcılık sadece Levent Göktaş örgütünde ısrarlı.
Nuri Gökhan Bozkır’ın kaygan ve gölgelerle dolu itiraflarıyla başlayan soruşturma belki de ilk kez “gayrinizami harp” bahanesini, devletin bu bahaneyle bir dizi cinayette payı olup olmadığını, kökleri 1950’lere kadar giden, yasa, hukuk ve demokrasi dışı bir ağı ortaya koyabilir.
Üsteğmen ordaydı
Bu açıdan soruşturmanın en önemli bulgusu üsteğmen rütbeli bir Özel Kuvvetler Komutanlığı mensubu Nuri Gökhan Bozkır’ın suç mahallinde olduğunun tespiti. Bu, sadece Bozkır’ın itiraflarına dayanmıyor. Savcı Zafer Ergün, nadir görülen bir titizlikle anlatılanları sorgulayarak, başka bilgilerle kontrol ederek, uydurulanları ayıklayarak önemli delilleri bir araya getirmiş. HTS kayıtları dışında, görgü tanıklarının cinayet öncesinde ve sonrasında plakasını verdiği araçlar ve eşkâl bilgileriyle, bu aracı kullananların Bozkır’a ulaşan ilişkisi kanıtlanıyor.
20 yıllık kayıtlar
İddianamenin ana dayanağı cinayetten önceki ve sonraki altı ayı kapsamak üzere mahkeme kararıyla Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan alınan tüm Türkiye’ye ait CDR (Call Detail Record-Arama Detay Kayıtları) kayıtları ve bu kayıtların Emniyet İstihbarat Dairesi tarafından analiz edilmesiyle elde edilen HTS (Historical Traffic Search) raporları.
Örnek vermek gerekirse, Savcı cinayet sırasında Kazakistan’da olduğunu ve görev yaptığı dönemde Türkiye’ye hiç gelmediğini söyleyen zanlı Tarkan Mumcuoğlu’nun bu ifadesini HTS kayıtlarında 5 Aralık 2002 ile 29 Aralık 2002 günleri arasında “rutinin aksine” bulduğu 24 günlük boşlukla şüpheli hale getiriyor. Bu boşluğu Mumcuoğlu’nun eşi, babası ve Fikret Emek ile KKTC’de sabit numaralar ve Sivil Savunma’ya bağlı bir telefon üzerinden yapılan görüşme ve mesajlaşma trafiğini gün gün, dakika dakika ortaya koyarak tamamlıyor.
İddianame kehanete benzer bir keskinlikle Tarkan Mumcuoğlu’nun Kazakistan’tan uçakla İstanbul aktarmalı olarak KKTC’ye, buradan da askeri nakliye uçaklarıyla Ankara’ya gelerek, “iz bırakmadan” cinayeti işleyip geri döndüğünü ileri sürüyor.
Kazakistan-Ankara Hattı
Tam bu noktada cinayet Savcının çerçevesini çizdiği “Levent Göktaş suç örgütünün” sınırlarını aşıyor. Kazakistan-Ankara arasında KKTC üzerinden, üstelik askeri uçaklar kullanılarak kurulan bu hat, MAK Alay Komutanı Göktaş’ın, dönemin Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Sadık Ercan’ın, hatta Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın bağlı olduğu Genelkurmay Harekât Başkanı Korgeneral Köksal Karabay’ın gücünün ötesini işaret ediyor. Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın bütün faaliyetlerinin “ceridelerle” kayıt altına alındığını ve bu ceridelerin devlet sırrı olarak korunduğunu hatırlatmakta yarar var.
Dört yıldızlı rekabet
Hablemitoğlu cinayetine, yirmi yıl öncesine dönersek, 2002 yılında, Başbakan Bülent Ecevit başkanlığındaki Yüksek Askeri Şura kararıyla Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı olurken, Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman Kara Kuvvetleri Komutanlığına, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Şener Eruygur da Jandarma Genel Komutanlığı’na getirilmişti. Orgeneralliğe terfi eden İlker Başbuğ ve Fevzi Türkeri ile birlikte Tuncer Kılınç, Tamer Akbaş, Hurşit Tolon, Çetin Doğan, Yaşar Büyükanıt gibi dört yıldızlı generaller Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geleceğini şekillendirecek isimlerdi. Nitekim bu isimlerden bir bölümü Fethullahçı yargının komplo davalarında tutuklanacak, Yalman, Şenuygur ve Tolon darbe girişimiyle suçlanacak ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök “darbeyi ben önledim” mealinde açıklamalar yapacaktı.
Çuval hadisesi
4 Temmuz 2003 günü Süleymaniye’de Özel Kuvvetler Komutanlığına mensup 11 askerin ABD askerleri tarafından başlarına çuval geçirilerek 60 saat boyunca sorgulanmasından sonra, Özel Kuvvetler Komutanı Ercan ve bağlı olduğu Harekât Başkanı Korgeneral Köksal Karabay emekli edilmiş, Özel Kuvvetler Komutanlığı Harekât Başkanlığından alınıp Genelkurmay İkinci Başkanı’na, Yaşar Büyükanıt’a bağlanmıştı. Bu atamalar Levent Göktaş’ın da askerlik yaşamını noktalamasına yol açtı.
Dönemin Kara Kuvvetleri Personel Başkanı emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, KRT’de Semra Topçu’ya yaptığı açıklamalarda İkinci Başkan Büyükanıt’ın Levent Göktaş’ı Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan bizzat uzaklaştırdığını, Göktaş’ın Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın isteğiyle tekrar Özel Kuvvetler Komutanlığı’na pasif bir görevle geldiğini anlattı. Büyükanıt bunu unutmamış, Kara Kuvvetleri Komutanı olur olmaz bir kez daha Göktaş’ı Özel Kuvvetlerden uzaklaştırmış, Göktaş da istifa etmişti. 2007 yılında korgeneralliğe yükselerek Genelkurmay İstihbarat Başkanı olan Pekin, evraklar arasında Göktaş’la ilgili bazı değerlendirmeler gördüğünü, Genelkurmay Başkanlığı’nın Milli İstihbarat Teşkilatı’na bir yazı yazarak “bu adamı takip edin, bu adamın yaptığın faaliyetleri vesaire bize bildirin” dediğini özellikle Kazakistan ve Türkmenistan’daki faaliyetlerin bildirildiğini aktardı.
Büyükanıt’ın Levent Göktaş’ı neden ısrarla uzaklaştırdığı hala meçhul.
Soruşturmada belki de asıl mesele zanlıların Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda emir komuta zinciriyle birbirine bağlı, albay-binbaşı- yüzbaşı ve üsteğmen olarak bir ülke aydını öldürmekle suçlanması. Bu suçu işlerken üsteğmenden başlayan zincirin çapraz kılıçlı, iki, üç ve dört yıldızlı apolet sahiplerine ulaşıp ulaşmadığı! Levent Göktaş’a atfedilen Twitter hesabı “tuğlayı çekersem” dediğinde bu apoletleri mi ima ediyordu?
Hablemitoğlu cinayeti, dokunulmazlık gücüyle zehirlenen özel harp unsurlarının yoldan çıkmış faaliyetleri, yolsuzlukları örtbas etme gayretleri, o günlerde hayli etkili olan “yolsuzluk.com” sitesinin kaynaklarından Hablemitoğlu’nu susturma operasyonu olabilir mi?
ÖKK’daki yolsuzluk
Cinayetten sonra, 2003 yılında yağan ihbarlar emir komuta zincirinde “akçeli işler” olabileceğini göstermişti. Hilmi Özkök’ün emriyle Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın başlattığı yolsuzluk soruşturması Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın Oğulbey’deki kışla inşaatında devletin (eski TL ile) 132 trilyon zarara uğratıldığı belirlemişti. 3 Aralık 2004’te tamamlanan iddianamede 39 sanık için dava açılırken, kusuru bulunan eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur için Genelkurmay’dan soruşturma emri istenmiş, eski MGK Genel Sekreteri emekli orgeneral Tuncer Kılınç’ın haksız ödemeleri Milli Savunma Bakanı’nın onayına sunarak işlediği görevi kötüye kullanma suçunun zaman aşımına uğradığı belirlenmişti. Müteahhit Ali Osman Özmen dava sırasında “Tuncer Kılınç’a ev alması için 150 bin dolar borç verdim” dedi, Kılınç da bunu doğruladı ve 6 Ağustos 2002 tarihli bir tutanakla bu borcu aldığını ve Genelkurmay’a verdiği mal bildiriminde bu tutanağı gösterdiğini söyledi. Kılınç bu tarihte MGK Genel Sekreteri’ydi. Müteahhit Özmen’in işlerini engelleyen askeri personeli de “MİT’in adını kullanarak” tehdit ettiği iddialar arasındaydı. Kılınç’ın avukatı, yine eski bir Özel Kuvvetler mensubu olan Hüseyin Buzoğlu, Hablemitoğlu’nun da avukatıydı.
İddianame, dürüst, yasalara bağlı, askerlik görevini yerine getirmeye çalışan bu yüzden de yakın geçmişte Fethullahçı komploların hedefi olan subaylarla, darbeci, komplocu, yolsuzluk peşinde askerliğe ve ülkeye ihanet eden üniformalıları ayıran ince bir çizgiyi takip ediyor.
Bu iki yanlı bir konu, bir yanıyla ülke güvenliğini, ülkenin işgal edilmesi ve ordunun dağılması durumunda yapılacak hazırlıkları, planları, örgütlenmeyi içeriyor. Fakat diğer yanıyla bir NATO parantezi altında, CIA’in örtülü operasyonlarının, demokrasiye karşı suikast, katliam ve cinayetleri içeren darbe hazırlıklarının ve “kontrgerilla” tartışmalarının odağını oluşturuyor.
Gladio Meselesi
Hatırlamak gerekirse, İtalya’da Peteano köyü yakınlarında 31 Mayıs 1972’de üç Carabinieri’nin ölümüne yol açan patlama başlangıçta Kızıl Tugaylar’ın üzerine yıkılmış, 12 yıl sonra genç bir savcı Felice Gasson bombayı koyan sağcı terörist Vincento Vinciguerra’nın ifadeleriyle başka patlamaların ve katliamların izini sürmüş ve Savcı, 1990’da İtalyan Askeri İstihbarat Servisi SID’in kapısına dayandığında, İtalyan Başbakanı Andreotti’nin senatörlere yaptığı itiraflar gelmişti. Ardından 1990-1991 yılları boyunca bütün Avrupa’yı saran Gladio ağı konuşuldu. Türkiye’de de Ecevit’in 1 Mayıs 1977 Taksim katliamından başlayan olaylarda Özel Harp Dairesi’nin sivil uzantılarının rol oynadığı yolundaki iddialarını, askerlerin yalanlamaları ve Milli Savunma Bakanı Sefa Giray’ın “biliyorsa da bilmiyorsa da sussun” açıklaması izledi.
Avrupa’da bu yapıların “tasfiye edildiği” söylenirken, Türkiye’de JİTEM ya da “Gizli Köy Koruculuğu” gibi resmen kabul edilmeyen oluşumlardan söz edildi. “Ergenekon” adı verilen operasyonlar tasfiye bahanesiyle Fethullahçıların iktidar yolculuğunda ortağı AKP ile birlikte önüne çıkan muhalifleri temizlemesini, TSK’yı biçimlendirmesini sağladı.
İddianame, 365 sayfa boyunca sıralanan bilgilerle 1970’lerin kanlı operasyonlarının siyah beyaz fotoğraflarını adeta yeniden renklendirdi. Örneğin “kahraman albay” Levent Göktaş’ı, gazi Fikret Emek’i, Tarkan Mumcuoğlu’nu Ankara Bahçelievler’de silahsız, savunmasız yedi genci katledenlerden Ercüment Gedikli ile yan yana görüyoruz.
Yine öyküsü 1960’lara Harbiye’ye kadar uzanan CIA’in Ankara’daki adamı Ruzi Nazar’ın gözdesi, Fuat Doğu’nun teşkilata kazandırdığı Sovyet uzmanı, Alman istihbaratçı Dr. Kannapin’in yakın dostu, MHP’nin parti müfettişi, Afganistan’ın en büyük savaş lordlarından Raşit Dostum’a örtülü ödenekten para yardımına aracı olan Enver Altaylı da fotoğraf karesinde yerini alıyor.
Kim bilir, belki de asıl “yoldan çıkan” Özel Harp unsurları, emir komuta içindeki yozlaşmış askerler değil, iddianameyle böyle bir fotoğraf çekmeye cüret eden, “ulusal çıkarlar” perdesinin arkasına uzanan Savcının ta kendisi…