Kısa Dalga - İnsanların hayal gücünü zorlayan bir sanattır sinema. Pek çok “olamazı” hayal dünyamıza sokan ve olduğunu gördüğümüz zaman da “bunun olabileceğini hayal ettiğimiz” için bizi mutlu da eden bir sanattır. Tüm sanatlar gibi insan ve insanlık için de bir aynadır. Bazen o kadar sahicidir ki kendimizi filmin bir sahnesinde koşarken, üzülürken ya da gülerken bulabiliriz. Filmin bitme anı ile gerçek hayata dönmemize biz bile şaşırırız.
Ülkelerin sosyal ve ekonomik yapıları her şeyi olduğu gibi sinemalarını da etkiler. Amerika bu sektörde açık ara birincidir. Orijinal adı “Being there” olan, Türkçe’ye “Merhaba dünya” olarak çevrilen 1979 yapımı politik ama aynı zamanda da komedi olan bir filmden söz edeceğim. Jerzi Kosinski hem kitabın hem de senaryonun yazarıdır. Filmin başrolünde efsane aktör Peter Sellers vardır. Zengin bir malikânede bahçıvandır filmin kahramanı ve hayatı boyunca o malikânenin bahçesinden dışarı çıkmamıştır. Ev sahibi ölünce, dünya ile ilişkisi olmadığı için “saf” kalmayı başarmış olan bahçıvan bir anda kendisini sokakta bulur. Dünyaya ait bildikleri bahçıvanlık yaptığı alan ve televizyondan edindiği bilgilerle sınırlıdır. Bu bilgilerle kurduğu cümleler onu siyasetin önemli yerlerine taşır.
Benim için en ilginç olan bahçıvanın evin kapısından çıktıktan sonra dünya ile tanışma ve şaşırma halidir. Bugünün Türkiye’sinde iktidar mensuplarının, iktidarı kaybettikleri zaman yaşayacakları “hal”e çok benzetirim bunu.
AKP’li kadrolar tam 22 yıldır kesintisiz ve mutlak güçle Türkiye’yi yönetiyorlar. Bu süre içerisinde TBMM’de de çoğunluğa sahipler. Başkanlık sistemi dahil yapmak istedikleri her şeyi de gerçekleştirecek güce de ulaştılar. Bütün bunlara karşın olumsuzlukları üstlenmeyen, bu süre içinde ortaya çıkan sorunları çözmeyi vaat eden, kısmen çözülünce de bunun başarısını kendi hanesine yazan bir iktidar pratiğine tanıklık yapıyoruz. Bu garip durumun yanı sıra, 22 yıldır sürekli makam araçlarıyla, korumalarla gezen ve halktan tamamen kopmuş bir kadro yönetiyor Türkiye’yi.
Suriye sorununun nasıl ortaya çıkıp bu noktaya geldiği önemli değildir. Sığınmacı meselesi ve onun toplumda yarattığı riskler de. Enflasyonun yükselmesinin de sorumlusu yoktur. Ama indirilmesi için gerekeni yapan bir iktidar vardır. Kara para aklama, kayıt dışılık gibi nedenlerle Türkiye’nin birkaç yıl önce gri listeye alınmasının bu iktidarla ilgisi yoktur ama gri listeden çıkma başarısı onlara aittir. Özellikle bu başarının mimarı Bakan Şimşek’tir. Gri listeye girildiği zaman o bakan koltuğunda oturanın hatırlatılmasını Bakan Şimşek dahil kimse istemez. Oysa hala muhtelif meselelerde sorumlu olarak 80 yıl öncesinin tek parti iktidarını sürekli dillendiririz.
Son dönemin en tartışmalı konusu asgari ücret. Yönetmelik onu, “işçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve isçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret” olarak tanımlıyor. Asgari ücret net 17 bin 2 lira. Yönetmelikteki tanımla uzaktan yakından ilgisi yok. Ama bu da mesele değil. Bakan Şimşek’e göre asgari ücret hayli yüksek. Hem de Endonezya, Filipinler, Tayland’dan Latin Amerika ülkelerinden bile yüksek. Uzun yıllar batı ülkelerinde çalışmanın getirdiği bir örnekleme bunlar. Batılılar da Türkiye söz konusu olduğunda kategoriyi hep bu ülkelerle yapıyorlar. İlk kez bir bakanın yapmasına tanıklık yapıyoruz.
Aynı meseleyi Adalet Bakanı da yapıyor. Yargıya güven endeksinde Türkiye’nin 116. Sırada bulunmasına “Angola’nın altında olmamız mümkün mü?” diyerek itiraz ediyor. Bazı Güney Amerika ülkelerinin bile altında Türkiye. Maliye bakanının asgari ücretini çok bulduğu ülkeler yani.
Alım gücünü sadece asgari ücret üzerinden konuşuyoruz. Memur, kamu çalışanı ve emekliler üzerinden konuşmaya başlarsak durum daha dramatik bir hal alıyor. 2002’den bu yana asgari ücret 61 kat, memur maaşı 51 kat emekli maaşı ise sadece 20 kat artmış. Yani hiçbir derde derman olmayan asgari ücret karşısında bile azalmış memur ve emekli maaşları var.
Türkiye’nin toplam üç aylık hasılası 8 trilyon 888 milyar lira. Bunun yüzde 14,6’sını nüfusun yüzde 1’i alıyor. 1 trilyon 244 milyarını 800 bin kişi paylaşıyor. Kalanını da adil olmayan bir biçimde nüfusun yüzde 99’u alıyor. Yani sık sık iktidar taraftarlarının dile getirdiği dolu oteller, lokantalar ve kafelerde kimlerin olduğunu anlamanız için bu veriler. İtalya’da devletin bütçesinin yüzde 17’si, Yunanistan’da yüzde 16’sı emeklilere ayrılıyor. Türkiye’de bu oran yüzde 6. Kişi başı milli gelir 2013 yılında dünyada 10 bin, Türkiye’de 13 bin dolarken, 2023 yılında yani 10 yıl sonra dünyada 13 bin dolara yükselirken Türkiye’de 12 bin dolara geriledi. Yani dünya zenginleşirken Türkiye fakirleşti.
Bu da mesele değil iktidar açısından. Çünkü bunlara takılmadığı gibi dünyadaki ekonomik durumu en iyi olan ülke Türkiye onların söylemine göre. Gıda enflasyonunda Türkiye yüzde 70 ile dünya birincisi. OECD ülkelerinin tamamının enflasyon toplamı TÜİK rakamlarıyla ifade edilen Türkiye’ye yetişmiyor bile.
Ucube bir sistemle acayip bir dönemden geçiyor Türkiye. Ucube sistem kendini tahkim ettikçe acayiplikler de artıyor. Geçtiğimiz günlerde 2 bakan görevlerinden ayrıldı. (Ayrıldı diyorum, “af” meselesini meşrulaştırmamak lazım) Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın uzun zamandır görevden ayrılma niyetinin olduğu biliniyordu. Sağlık sektöründe yatırımları bulunan ve bakanlığı döneminde de bu yatırımları hayli artan bir iş insanı. Sorumluluğu altındaki bakanlıkta da sistemi bile rahatsız edecek kadar cemaat örgütlenmesi mevcut.
Özhaseki ise AKP’nin önemli ismi. Sadece bakanlıktan ayrılmadı, siyaseti bıraktığını açıkladı. Her iki bakan da görevden ayrılmayı Erdoğan ile görüşmeden açıkladıkları için sıkıntı yarattılar. Erdoğan hezimetle sonuçlanan yerel seçim sonrasında dile getirdiği değişimi hem partide hem de bakanlar arasında yapmak için büyük kongreyi bekliyordu. Beklentiyi taze tutmak için zamana yaymıştı.
Özhaseki’nin istifası net tavırdır. Özhaseki’nin yerine Murat Kurum’un atanması da bu tavra Erdoğan tarafından verilen bir cevaptır. Özhaseki’nin gitmesinin tek nedeni iktidarın yörüngesindeki müteahhitlerdir. Yani o bilinen adlarıyla muhtelif beşli çeteler. Mesele de onlarla mücadele etmesi değil, istediklerini yapmaması. (Bakana yaptıramadıkları zaman kimi aradıklarını tahmin etmişsinizdir) O nedenle dikkat edin bakanlıktan ayrılıp Kayseri’ye gittiği zaman yaptığı açıklamada hep üstüne basa basa “kamu kaynağını, kul hakkını” korumaktan söz etti, ima etme gereği bile duymadan.
Bugün ülkeyi yönetenler, iktidarı kaybettikleri zaman, Merhaba Dünya’nın bahçıvanı Chance gibi, dışarıyla bağı olmayan bahçenin içinde ve izledikleri televizyonlarda görmedikleri bir dünya ile karşılaşacaklar. Bu film de politik içerikli olacak ama kesinlikle komedi olmayacak…