Geçtiğimiz senenin olağanüstü pandemi koşulları sebebiyle bir yıl ara verilmiş olsa da yaklaşık 20 yıldır İstanbul’da düzenlenen Perakende Günleri konferansına her yıl yaklaşık beş bin sektör uzmanı katılıyor.
2 gün süren konferansta dünyadan ve Türkiye’den uzmanlar, perakende sektörünün dünü, bugünü ve geleceği üzerine paylaşımlarda bulunuyorlar.
Türkiye’de yapılan ticari konferanslar içinde belki de en verimli tartışmaların yapıldığı konferanslardan biridir Perakende Günleri.
Katılımcı profilini perakendeciler, üreticiler, servis sağlayıcılar ve reklam verenler olarak özetleyebiliriz.
Konferans esnasında katılımcılara dağıtılan anket-oylama cihazlarıyla anlık anketler yapılarak sonuçlar birkaç dakika içinde ekrana yansıtılır. Örneğin; “Önümüzdeki yıl şu sektör % kaç büyüyecek?” gibi sorular sorulur. Ekrana yansıyan sonuçlar ağırlıklı olarak doğru şık etrafında toplanır çünkü konferansa katılanlar zaten sektörün nabzını tutan kişilerdir.
Geçtiğimiz günlerde cumhurbaşkanının Tarım Kredi Kooperatifi marketini ziyaret edip abur cubur almasıyla başlayan tartışmadan hareketle şunu düşündüm; Perakende Günleri konferansında şöyle bir soru sorulsa ve katılımcı isimleri gizli tutulsa nasıl bir sonuç çıkardı?
“Devletin fiyatları dengelemek amacıyla açtığı marketler başarılı olup, önümüzdeki 5 yıl büyüyerek devam edebilir mi?”
TV kanallarında elinde hiçbir araştırma verisi olmadan her konudaki temennilerini istatistiki sonuç gibi sunan araştırma şirketi patronları varken benim de eski bir araştırmacı olarak tahminimi söylemem çok yanlış olmasa gerek.
Yüzde 90 “hayır” yani bu uygulamanın başarılı olmayacağı sonucu çıkacaktır. Çünkü o beş bin kişi perakende ticaret denen gayya kuyusunun içinde her gün onlarca değişkeni düşünerek ticaret yapıyorlar. Meselenin önünü, arkasını, yanını, civarını hesap ediyorlar.
Hadi sayın cumhurbaşkanı oradaki beş bin kişiye inanmıyorsa halen kendi partisinde milletvekili olan eski süpermarket sahibilerine sorsun. Yapılan uygulama hangi yaraya merhem olacaktır veya hangi yarayı daha fazla inkarla kangren haline getirecektir.
Günümüz ekonomisinde karşılığı olmayan faiz-döviz-enflasyon inadının sonuçları ortada.
Leblebi gibi Merkez Bankası başkanı değiştiriliyor. En son bir geceyarısı kararnamesiyle Yılmaz Vural atanırsa şaşırmayacak hale geldik.
Burada uzun uzun satın alma süreçlerinin meşakkatinden, lojistik meselesinin öneminden, mağaza kiralarından veya mağaza içi alanın bilimsel alan yönetimi esaslarıyla yönetiminden bahsederek kimseyi sıkmak istemem.
Mesele şudur; siyasetçi için öncelik OY , perakendeci için KÂR’dır.
Oy almak için mantık dışı uygulamalar yapılır mı? Özellikle bizim gibi ülkelerde ziyadesiyle yapılır. Peki perakendeciler haksız kazançlarla kar elde ederler mi? Yine bizim gibi ülkelerde çokça elde ederler.
Fakat perakendecinin yaptığı manipülasyonlar tüketicinin doğal denetimi sebebiyle bu çok uzun soluklu olamazlar. Arz talep terazisinin şaştığı her durumda tüketici son kararı verir ve perakendeci uzun vadede kaybeder.
Siyasetçi üzerinde seçimler dışında böyle bir denetim var mıdır? Türkiye’de özellikle son 10 yılda devletin kendi kendini denetlemesi yeni yönetim biçimiyle iyice zorlaştırılmıştır. Bugünlerde hepimiz muhtemelen Sayıştay’ın açıkladığı son raporlardan sonra başlarına neler geleceğini düşünüyoruz.
Bildiğiniz gibi en üst yargı denetim mekanizması olan Anayasa Mahkemesi’nin, pandemi döneminde veri açıklayan Tabipler Birliği’nin ve nedense kebapçıların kapatılmasını isteyen bir iktidar ortağımız bile var.
Türkiye’de 1990’lardan itibaren yavaş yavaş 2000’lerden itibaren ise yüksek bir ivmeyle geleneksel perakende değişmeye başladı.
Migros’un şube sayısını arttırması, Metro gibi toptancı marketlerin Türkiye’ye gelmesi, lokal perakendeci olarak başlayıp sonradan ülke çapına yayılan Kiler gibi marketlerin büyümesi, Carrefour gibi devasa hipermarketlerin açılması ve BİM, DİA, A101, ŞOK gibi indirim marketlerinin adeta her köşe başında açılması önemli dönüm noktalarıydı.
Bazılarının açılışlarına bizzat katıldım. Kurdeleyi kesen siyasiler bugün Tarım Kredi kooparatifi marketi güzellemesi yapan kişilerdi.
2 bin 500 metrekareden büyük bir hipermarketin açılması çevredeki yaklaşık 300 esnafın işlerini ya etkiliyor ya da kapanmasına sebep oluyordu. Ancak bunu engelleyecek ne bir yasa ne bir denetim vardı.
Perakendeciler kar etmenin ve siyasiler bolca oy almanın “başarı süpürgesi” ile her şeyi halının altına süpürüyor, gelmekte olan krizi görmüyor ya da görmek istemiyorlardı.
Yaklaşık 25 yıldır konuşulan ve asıl amacı küçük esnafı korumak olan perakende yasa tasarısı her seçim öncesi raftan indiriliyor. Süpermarketler şehir dışına taşınacak manşetleri atılıyor ve küçük esnaf oyları için sonuçta uygulanamayacak şirinlikler yapılıyordu.
Belki bilmeyenimiz vardır. Bugün Türkiye’de devasa marketler bile nuh nebiden kalma bakkal kanununlarıyla açılıyor.
Bugün sayıları 25 bin kadar olan Bim, ŞOK, A101 gibi marketler özellikle binlerce bakkal, kuruyemişçi, büfe veya benzeri küçük esnafın kapanmasına yol açarken, siyasiler bu perakendecilerin genelde muhafazakar olan patronajıyla can ciğer kuzu sarmasıydı.
Hatta bir ara mesele öyle bir hal aldı ki Zapsu ailesine ait ForYou kişisel bakım zinciri ilaç satma hakkı alarak eczanelerin birer birer kapanması için yoğun bir lobi faaliyeti yürüttü. Eczacılar Odası’na üye yaklaşık 26 bin eczane yıllarca bu ihtimale karşı direndi.
Lafı hiç eğip bükmeden söyleyelim. Bugüne geldiğimizde ise elimizde siyasi ve ticari olarak şöyle bir fotoğraf var: Global zincirler hariç sahipleri ağırlıkla muhafazakar olan zincir marketler ve onları “hedefe koymuş” bir iktidar. Bunun yanında pandemi dönemindeki alkol satış yasağına dahi sesini pek çıkarmayan bir Esnaf ve Sanatkarlar Odası. (Türkiye’de bu gibi odaların da yönetimleri genelde Memlüklüler Dönemi’nden beri aynıdır.)
Peki bu mantıksız kavga neden çıktı? Çünkü AKP siyaseti özellikle son 7-8 yıldır ancak yeni düşmanlar üreterek ayakta durabiliyor. Şimdiki düşman da süpermarketler. Fiyat artışlarından 20 yıllık iktidarları değil onlar sorumlu olarak gösteriliyor. Hadi diyelim bakkaliye ürünlerine “hain süpermarketler” zam yapıyor. Peki tüm fiyatları tetikleyen petrole, doğal gaza, elektriğe de mi onlar zam yapıyor?
ÜFE’nin resmi rakamlarına göre yüzde 44, TÜFE’nin yüzde 20 olduğu bir eko sistemde devletin şeker fabrikalarını satıp bakkal açarak fiyatları dengelemek istemesi size de gerçekten çılgın bir proje olarak gelmiyor mu?
Kiraların enflasyonu ikiye üçe katladığı bir süreçte yeni açılacak bir marketin kirasının ciroya oranı kaçtır? Hadi kamu hizmeti olduğundan kar etmesin ama oluşacak devasa zararı yine vatandaş ödemeyecek mi?
Seçimlerden önce çadır kurup, seçimlerden sonra toplayıp Züğürt Ağa gibi kısık sesle “Patatis, Suğan” satmaya benzemez süpermarketçilik. En basit dezenfektan alımında bile şaibe yüzünden “görevden affı” istenen ticaret bakanının olduğu bir memlekette devlete bakkallık yaptırmak olsa olsa yeni bir rant teşebbüsü yaratmaktır.
Sıkı özel sektör denetimlerine rağmen süpermarketlerin bile yıllık cirosunun yüzde 1-2’lerine varan kayıp-kaçak, hırsızlık oranı varken bir devlet bakkalında bunun oranının daha fazla olacağını tahmin etmek güç olmasa gerek. Bu arada belirtmeden geçmeyelim; süpermarketlerin faaliyet dışı gelirlerini çıkarttığımızda karlılıkları da ancak yüzde 1-2 seviyesindedir.
Bunu söylerken süpermarket zincirlerinin bir çoğunun gayri insani şartlarda çalıştırdıkları personellerini, tazminatsız işine son verilenleri, sendikalaşmanın önüne örülen duvarları, 12 saatlik mesaileri de atlamayalım. Mesele zincirlerin masumiyeti veya günahları değil reel ekonominin dinamiklerini ortaya koymaktır.
Sonuç olarak...
Tüketici fiyat ucuzluğuyla ancak çok kısa bir süre marketlere çekilebilir. Arkasındaki tedarik zinciri yönetimi, satınalma, tanzim-teşhir iyi yapılmadığında ve ürünlerde devamlılık sağlanmadığında tüketici için en kolay şeydir market değiştirmek.
Perakende Günleri’nde bir perakende gurusunun söylediği cümle ile bitireyim:
“İnsanların ortalama 6 marketten alışveriş yaptıkları ve evliliklerin bile garantide olmadığı bir dünyada, hiçbir market müşterisini (hiçbir parti seçmenini) kendisine sadık sanmasın.
Sadakat ancak karşılıklı ve sürekli tatminle devam eder çünkü...”