Savaş tıklanıyor, empati tükeniyor

Seyirci olmak, gördüğünü geçip gitmek; tanık olmak ise kalmak, hissetmek ve sorumluluk almak anlamına geliyor. Bugün her birimiz, ekran karşısında bu tercihi yapıyoruz.

Bir ekranın karşısında oturuluyor ya da elde telefon, akışlar kaydırılıyor. Bir bebek. Üzerine çökmüş bir enkaz. Yanında ağlayan bir kadın. Hashtag: #StopWar. Bir diğer yanda reklam: "%30 indirimle yaz alışverişini şimdi yap!" Görsel akış bu kadar kesintisiz, bu kadar serinkanlı.

Savaş yaşanıyor bir yerlerde ve tüm dünyada izleniyor. Her görüntü bir travma, her travma bir içerik. Tıklanabilir, beğenilebilir, hikâyelere atılabilir. Her yeni bombardıman bir içerik patlamasına dönüşüyor. Platformlar, savaşın şiddetini filtrelerle estetikleştiriyor. Patlayan binalar arka planda dramatik bir müzikle sunuluyor. Kırılmış bedenler, hikâye aralarına yerleştirilen sponsorlu reklamlarla bölünüyor. Savaş artık medya kurgusunun bir uzantısı ve bu kurgunun merkezinde “tıklanabilirlik” var.

Savaş içerikleri ne kadar çok tıklanırsa, o kadar değerli sayılıyor. İçeriklerin "trend" olması, yaşananların ağırlığıyla değil, aldığı etkileşimle ölçülüyor. Sayısal veriler büyüyor, ancak içeriklerin taşıdığı anlam giderek yüzeyselleşiyor. Savaş gerçekliğini aktarmak için değil, dijital dolaşıma uygun hale getirilmek için paketleniyor.

Bu durum zamanla, farkına bile varmadan bir empati yorgunluğu yaratıyor Her yeni acı bir öncekini siliyor. Her yeni bomba, bir önceki fotoğrafı unutturuyor. Çünkü ekranlar aynı zamanda hafızayı da duyguyu da isyanı da siliyor. Ekrana bakan gözler, bir noktadan sonra göremez oluyor. Dijital platformlar bireyleri yalnızca izleyiciye değil, tüketiciye dönüştürüyor. Empati bile bir kaynak gibi kullanılıp tükeniyor. Duygusal kapasitenin sınırına varıldığında ya ekran kapatılıyor ya da hissizlik durumu oluşuyor. Günümüzde görüp hiçbir şey hissetmemek, belki de savaşın en sinsi zaferi olarak gerçekleşiyor.

Bu içerikler neden izleniyor?

Merak mı? Empati mi? Yoksa yeni bir travma tüketimi biçimi mi?

Bu içerikler izleniyor çünkü çaresizlikle bağlantı kurmanın başka bir yolu bulunamıyor belki de. Bir felaketin karşısında ekran başında kalmak, "en azından görüyorum" diyebilmenin bir biçimi oluyor. İzleme eylemi çoğunlukla yalnızca meraktan değil, duygusal bir yükle gerçekleşiyor. Kimi zaman içte beliren suçluluk yatıştırılıyor, kimi zaman acının büyüklüğü karşısında bir konumlanma çabası oluyor. Belki de olan bitene tanık olunduğuna, bu tanıklığın pasifliği aşacağına inanılıyor.

Ama tüm bu nedenlerin içinde, görünmeyen bir çizgi var: İzlemekle tüketmek arasındaki ince çizgi. Eğer bu çizgi fark edilmezse, izlenenler bir süre sonra ekran alışkanlığına dönüşüyor ve işte o zaman, acıya tanıklık etmek yerine, acıyı görsel bir rutin hâline getiren kullanıcılara dönüşülüyor.

Savaşın, artık sadece bir siyasi çatışma değil; izlenebilirlik rekabeti içinde biçimlenen bir medya performansı olduğunu da görmek gerekiyor. Bilinçsizce yapılan her paylaşım, her yorum; savaşın dijital cephesine katkı sunuyor, farkında olmadan onun ortağı yapıyor. Çünkü dijital dünyada nötr bir tanık olma lüksü yok. Her kullanıcı aynı zamanda bir yaygınlaştırıcı görevi görüyor. Her paylaşım, savaşın medya versiyonunu meşrulaştırıyor.

Seyirci kalmakla tanık olmak arasında

Her gün ekrana düşen görüntüler, mutlaka bir duruş olmasa da bir yön, bir yöneliş talep ediyor. Bu çağrıya bağırarak değil, anlamaya çalışarak; sadece yorum yaparak değil, ne hissettiğini fark ederek; paylaşmış olmak için değil, neden paylaştığını sorgulayarak yanıt vermek gerekiyor.

Her içerik, her görsel, her “duyarlılık gösterisi” bir tercihe dönüşüyor. Görsel şiddeti çoğaltmadan bilgi aktarabilmek, acıyı sergilemeden dayanışma kurabilmek, anlık tepkiler yerine uzun süren sorgulamalara yer açabilmek… Tüm bunlar bir seçimle mümkün oluyor. Ve bu seçimler ya şiddeti yeniden üretiyor ya da onun karşısında bir bilinç geliştiriyor.

İşte bu yüzden her izleyiş, bir eşik hâline geliyor. Seyirci olmak, gördüğünü geçip gitmek; tanık olmak ise kalmak, hissetmek ve sorumluluk almak anlamına geliyor. Bugün her birimiz, ekran karşısında bu tercihi yapıyoruz. Ya unutarak çoğaltıyoruz olanı ya da hatırlayarak dönüştürüyoruz. Çünkü ancak tanıklığı seçtiğimizde, içerikleri değil bilinci çoğaltıyoruz ve ancak o zaman ekranlar karşısında insanlığımızı yitirmeden insan kalmanın yollarını bulabiliyoruz.

Köşe Yazıları Haberleri