Alıştık demeye dilim varmıyor, Türk Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı göz altına alınırken, polislerin o bildik uygulamaları toplumun gözü önünde yine tekrarlandı.
Nazım Hikmet’in ta1940’lı yıllarda yazdığı “ Çünkü teamüldendir/polis ev basmaz güpe gündüz” dizesinde sözünü ettiği ‘teamül’ yine kendini gösterdi.
Yasalarda istisna haller için düzenlenmiş ne varsa, uygulamada hep ‘esas’ olarak ele alınmaya devam ediyor.
Ne ki, gözaltı, yakalama ve konutta arama yapılması sırasında kendini gösteren teamül, sanıldığı gibi mevzuattaki boşluklardan kaynaklanmıyor.
Her biri, Türkiye’nin de altını imzaladığı uluslararası sözleşmelere genel olarak uygundur aslında... Ama ne olursa oluyor, sıra uygulamaya geldiğinde, evrensel ontolojisinden kopuk bir pratiğe dönüşebiliyor.
Kamuoyu algısı
Söylemeye dilimin varmadığı ‘alışma hali’ tam da burada kendini gösteriyor. Yakalama ve konutta arama işlemlerinin sabaha karşı yapılması, sanki zorunlulukmuş gibi görülmesine neden olabiliyor.
Aslında bu tür uygulamaların toplumsal hafızadaki yeri, kaçakçılar, uyuşturucu tacirleri, çetelere karşı, polisiye filmlerden kalma görüntülerle örtüşerek kendi çapında bir meşruiyeti yok değil, var.
Her ne kadar yasada ‘tedbir’ olarak tanımlansa da, uygulama aşamasında cezalandırma aracına dönüştüğü gözlerden kaçabiliyor.
Yakalama hangi koşullarda?
Yine de, bu neden/sonuç ilişkisinin kurulamadığı, açıkça abartılı bulunduğu haller de yaşanmıyor değil…
Geçen yıl polis, savcılığa götürmek üzere sabahın erken bir saatinde Metin Akpınar’ın evine gitmiş olması, kamuoyunda homurtulara neden olmuştu.
Herkes biliyordu ki, ne zaman davet edilse, ifade vermeye kendiliğinden giderdi.
Metin Akpınar kadar olmasa da, kamuoyu tarafından epeyce bilinirliği olan Şebnem Korur Fincancı da çağrılmış olsa, ifade vermeye gideceğini aynı şekilde herkes biliyor.
Hatta Fincancı’nın avukatı Hülya Yıldırım “ İfade vermek için Şebnem Hoca'yı hazır edeceğimizi, ifade vermek istediğini beyan etmiştik” diye kendilerinin teklifte bulunduğunu açıklamıştı.
Sabahın 6’sında doğrudan Fincancı’nın evine gidildiğine göre, ifade verme teklifinin neden havada kaldığı anlaşılıyor.
Oysa kanun (CMK 98) yakalamanın esas olarak “ Soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında…” uygulanacağını söylüyor.
O zaman, kendiliğinden ifade verme teklifini kabul edilmemesi, polisin “ Gelip burada ifade verirse, o zaman sabaha karşı eve baskın yapamayız. Prosedür eksik kalır, soruşturmaya uğrarız” bir düşünce, en azından ihtimal olarak akla gelebiliyor.
Neden sabahın erken saati?
Sonra sıra, evde arama yapmak için polisin neden sabahın erken saatlerini tercih ettiği sorusuna geliyor?
Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 118 maddesi “ Konutta, işyerinde veya diğer kapalı yerlerde gece vaktinde arama yapılamaz” diye başlıyor.
Bu düzenleme ne zaman hatırlatılsa, alınan cevap bellidir. Yetkili kişi “ Kanun sadece bu cümleden ibareden ibaret değil” diyerek, aynı maddenin devamında yer alan tanıma işaret eder.
Gerçekten de öyle, 118’inci maddenin devamında “ Suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi veya tutuklu veya hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalarda, birinci fıkra hükmü uygulanmaz” şeklinde istisna halleri sayılmıştır.
Ancak, ‘Gecikmesinde sakınca’ öylesine göreceli bir vurgudur ki, kim ucundan tutup çekse, istediği yere çekip götürebileceği bir muğlaklığı da barındırır.
Böyle olunca da istisna hallerde uygulanması gerekirken, uygulamada polis için genel kural haline gelebiliyor.
Arama sırasındaki hazirun!
Öte yandan konutta arama yapmanın kanunda belirtilmiş kuralları da var. Fincancı’nın evinde arama yapılırken, bu detaylara uyuldu mu bilmiyoruz.
Savcının aramaya bizzat katılmadığı konutta arama yapabilmek için, o yerin ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişinin de hazır bulunması gerekiyor.
Eğer bu koşul sağlanmazsa, evde suç delili olarak tutanak altına alınan hiçbir bulgunun, mahkemede delil olarak kullanılması mümkün olmuyor.
Nasıl oluyor da, böyle oluyor?
Tabipler Odası Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın yaşadığı yakalama, arama ve gözaltı süreci, aşağı yukarı böyle gelişti.
Neden bunları söylüyorum?
Çünkü altını çizmeye çalıştığım şey, Fincancı’nın yaşadıklarıyla sınırlı değil. Herkes için Anayasal güvence altında olan, konut dokunulmazlığı, özel yaşamın gizliliği, kişi hürriyeti ve vücut dokunulmazlığı haklarıyla ilgili genel bir durumdan söz etmeye çalışıyorum.
Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’nin arşivleri, kolluk güçlerinin daha önceki benzer uygulamalarla ilgili vermiş olduğu ihlal kararlıyla doludur.
Ne yapmalı, nasıl olmalı?
Yukarıda söylemeye çalıştığım, Şebnem Korur Fincancı hakkında suçlamada bulunulmasın, gözaltına alınmasın, evinde arama yapılmasın, şeklinde bir itiraz değil.
Her ne yapılacaksa, Anayasa’da vaat edilmiş hakların, yasada tanımlanmış olağan şekliyle, eğer koşulları varsa istisnai haller için tanımlanmış biçimiyle, ama gerekçeleri gösterilerek uygulanmalıdır.
Marquez’in ‘Kırmızı Pazartesi’ romanında cinayetin işleneceğini bütün kasaba halkının önceden bildiği gibi, Şebnem Korur Fincancı’nın başına neler geleceği de, kamuoyunun günler öncesinden tahmin edebildiği şekilde gerçekleşmesin.