Dünya tarihinin büyük bölümü aslında dinler tarihidir. Belki de insanlık bir gün öleceği bilgisine sahip olunca dinin peşine düştü. Bu bilginin getirdiği çaresizliğin de bugün tüm insanlık üzerinde hükmü sürmektedir. Dinlerin insanlar üzerindeki gücü, kendisini sürekli olarak, ölüm ve ölümden sonraki yaşam ile ifade etmesinde olabilir. Bunlar doğal olarak ucu açık tartışmalar. Genel olarak bakıldığında dinlerin tamamı, muhtelif niyetler ve iktidarlar için kullanışlı hale getirilmeden önce, insanlara huzurlu ve mutlu bir yaşam kurgulamayı hedefler. Dinlerle ilgili anlatılan tüm öykülerin ortak noktası olan bu hedefe hiçbir zaman varılamamıştır. Dini insanlara ulaştırdıktan sonra ölen peygamberin hemen ardından, ya da bir süre sonra, dine özgü olmayan, tam da “insana” özgü iktidar mücadelesi başlamış, mezhepler ile tarikat ve cemaat denilen dünyevi yapılar ortaya çıkmıştır.
Hristiyan mezhepleri
Hristiyanlık dininin yaygın mezhepleri olan Katolik ve Ortodoks mezheplerinin ortaya çıkması da din üzerinden uygulanan katı yönetime başkaldırı sonucu ortaya çıkan Protestanlık da siyasi ayrışmanın ürünüdür. İktidar mücadelesinin sonuçlarıdır. Katoliklik ile Ortodoksluğun ortaya çıkması yaklaşık bin yıl almıştır. Roma İmparatorluğu’nun 2’ye bölünmesinin sonucudur Katoliklik ile Ortodoksluk. Protestanlık ise halk yoksullaşırken zenginleşen, kullandığı otorite ile ruhani kimlikten siyasi bir kimliğe geçen Vatikan’a muhalefetle başlayıp, Latince olması gereken İncil’i İngilizce basarak meydan okunarak ortaya çıkan bir mezheptir. Dünyanın en kanlı ve uzun süren savaşlarını Hristiyanlar kendi aralarında din için yaşamıştır.
Yahudiler
Üye sayısı itibariyle dünyadaki 10. din Yahudiliktir. Tek tanrılı dinlerin ilkidir. Etnik bir dindir. Kan bağıyla anneden geçmesi kuraldı. Ancak içinden çıkan pek çok mezhep nedeniyle bu kural da değişti. Bir otoritenin onayıyla Yahudi oluna biliniyor. Bulundukları ülkelere göre gösterdikleri değişiklikler de bir tür mezhepler halini almıştır Yahudilikte. Ama aralarında temel çelişkiler bulunan 4/5 ayrı mezhepten söz edilebilir.
İslam’ın mezhepleri
İslam’da mezheplerin ortaya çıkması Hazreti Muhammed’in hemen ölümünün ardından başlamıştır. Beklenti Hz. Muhammed’in ardından onun yerine Hz. Ali’nin geçeceğiydi. Bu olmadı, Hz. Muhammed’in cenazesi kaldırılmadan yerine halife olarak Ebubekir geldi. Durumun kabullenilmesi için baskı uygulanmaya başlandı. Bunun yarattığı kırılma bugün konuştuğumuz Alevilik ile Şia’yı da ortaya çıkardı. Ebubekir taraftarlarına yani Emeviler’e de Sünni dendi. İslam tarihinde Hz. Muhammed, Hz. Ali, Ehlibeyt, 12 İmamlar, Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli izini takip edenler Alevi ya da Bektaşi olarak tanımlanırlar. Allah’ın birliğine Hz. Muhammed’in peygamberliğine ve Hz. Ali’nin veliliğine inanan İslam’ın özgün bir yorumudur.
Bütün dinlerde ya da din temelli yapılarda olduğu gibi Alevilikte de pek çok farklı yorum vardır. Aleviliğin tarifinde bile bu yorumları görmek mümkündür. Dini niteliklerini öne çıkaranlar olduğu gibi, kültürel niteliklerini ön plana çıkaranlar da vardır.
İslam’da yok ama tarikatlar her yerde var
Türkiye’de İslam anlayışının kutuplaşması sadece mezhepler üzerinden değildir. Sünni ortak adını paylaşan muhtelif dini yapılar, organizasyonlar da mevcut. Bunlar tarikat ve cemaat yapılanmalarıdır. İslam’da tarikat yoktur. Bunların kendilerini “mezhep” kategorisine sokmamalarının nedeni de Sünni çatısı altında yakaladıkları konforlu alandır. Tarikat ve cemaatler Türkiye’nin en sıkıntılı örgütlenme modelleridir. Eski Türkiye’nin mutlak iktidarları nedeniyle ortalığa çıkıp konuşmaktan korkan hoca tayfasının bugün bir cemaat ya da tarikatın arkasına saklanarak din adına yaptıkları saçma açıklamalara tanıklık yapıyoruz. İslam’da bile yeri olmayan bu saçmalıklar yüzünden ayrışmayan, birbirine itiraz etmeyen cemaatler, liderleri ölünce ya da yapı büyüyünce ortaya çıkan paylaşım nedeniyle birbirlerine giriyorlar. Hatta fiziki kavgalar, cinayetler bile ortaya çıkıyor. Varlıklarının, bugün ortaya çıkan tabloya bakıldığında ne temsil ettiklerini söyledikleri dine ne de temsil ettiklerini söyledikleri dinin mensuplarına hiçbir katkısı yoktur. Katkıları hocalarınadır.
Aleviler’in politik duruşu
Türkiye’de Alevi nüfusu da bilinmemektedir. Alevi camiası, öğretisinden kaynaklanan nedenlerle hayli politiktir. 2 siyasi parti kurmuşlardır. Daha sonra önüne Türkiye adını alan Birlik Partisi (TBP) ile Barış Partisi. 1966 yılında kurulan TBP 12 Eylül askeri darbesi ile kapatılmıştır. Son genel başkanı Mustafa Timisi SHP’de de uzun yıllar yönetimde bulunmuştur. Şimdi kızı CHP milletvekilidir. Barış Partisi, 1995 yılında kurulan “parti programında Diyanet’in kamu kurumu olmaktan çıkarılması” talebinde bulunduğu için hakkında kapatılma davası açılan Demokratik Barış Hareketi’nin yerine 1996 yılında kuruldu, 1999 yılında kendini feshetti.
TBP, ilk kurulduğu yıllarda, politik iklimin soldan estiği 70’li yıllarının başında parlamentoda 8 milletvekili ile temsil edildi. Buradan ayrılanlar, Demirel’in, sağdaki Adalet Partisi’ne geçerken TİP’in efsane genel başkanı Mehmet Ali Aybar da TBP listelerinden milletvekili adayı olmuştur. Temsil ettiği politik kimlik hayli karışıktır yani.
Bugün Alevilerin çoğunluğu, farklı yapılar ve örgütler içinde yer alsalar da CHP’de siyaset yapıyorlar ya da CHP’ye oy veriyorlar. Çünkü muhtelif farklılıklarına karşın hepsinin dünya görüşüne en uygun parti CHP’dir. CHP içinde sürdürdükleri mücadele de mezhep kimliğine dayanmaz. Parti içi mücadelenin her tarafında vardırlar, çoğu kez de karşı karşıya gelirler.
Kerbela yası nedeniyle Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’yla birlikte parti yöneticilerini de hep Cem Evlerinde gördük. Aşure kaynayan kazan CHP içinde bu hafta boyunca hiç eksik olmadı. Buna rağmen Kemal Kılıçdaroğlu döneminde sıklıkla bir eleştiri olarak dillendirilen, “CHP Alevi partisi oldu” cümlesini hiç duymadık.
Kılıçdaroğlu’nun adaylığı
14 Mayıs seçimleri öncesinde ortak cumhurbaşkanı adayı için ilk koşul kazanacak aday olmasıydı. Kazanamayacak adayı göstermek de aslında mantıklı değildi. Bir aday gösterecektiniz ve onu kazandıracaktınız. Siyasetin görevi de budur. Seçmen sosyolojisine bağlayarak adaylıkta ismi öne çıkan Kılıçdaroğlu’na “mahcup” itirazın gelmesi gecikmedi. Bunu sıkça dile getiren ve masadan kalkarak da somut hale getiren Meral Akşener oldu. (Bu arada muhalifmiş gibi yapan, sarayın Truva atı palavracı bir yazar, ilk olarak hem de AKP’nin fikri gibi yazdı bunu. Bu o sürecin en adice olanıydı)
Genel kabule göre Kılıçdaroğlu’nun kazanamamasının en önemli nedeni “Alevi” olmasıydı. (Kendisi açısından da sadece kazanmak için saklanacak bir kimlik değildi bu ve bunun da gereğini yaptı, başı dik kameranın karşısına geçerek göğsünü gere gere “Aleviyim” dedi) O dönemde cümle de öyle kuruluyordu zaten; “seçilemez çünkü Alevi.” Güvenilir olması, işi yapabilecek olması, yetenekli, dürüst olması önemli değildi. Bu niteliklere sahip olsa bile Alevi ise kazanamaz, bu niteliklerin hiç birisine sahip olmasa bile Sünni ise kazanabilir gibi bir denklem kuruluyordu. Ve toptan siyaset bu kurulmuş denklemi sorgulamadan arkasına hizalanıyordu, itiraz edip değiştirmek yerine. Buna direnen yapılar da vardı. İsmi İyi Parti’nin kapısından zor giren Kılıçdaroğlu’nun kocaman posteri Saadet Partisi’nin genel merkezinin ön yüzünü kaplamıştı nitekim.
Kılıçdaroğlu aday olarak ve adaylıkta ısrar ederek bu ezbere, peşin hükme, kabule itiraz etti. Bu karanlık fikri parçaladı attı. Alevi kimliği ile yüzde 48 oy aldı. Bunun en az yüzde 30’u Sünnilerin oyuydu. Adaylıktan bu nedenle çekilseydi ya da aday olmasaydı Aleviler hakkındaki tüm bu iddiaları kabul etmiş, geçerli kılmış olacaktı. Aday olmasaydı Aleviler her zaman “seçilemeyecek, tercih edilemeyecek” vatandaşlar olarak anılacak, bu yöndeki tezler meşrulaşmış olacaktı. Bu bir seçim kaybetmekten daha ağırdır.
Aday olarak seçimi kaybetti ve sadece Aleviler adına değil Sünniler adına da aldığı oy oranı ile büyük bir zaferin altına imza attı. Ona oy verenler Alevi olup olmadığına bakmadı, umut ve güven verdiği için oy verdiler. Seçimi kaybetmesinin nedeni “kazanamayacak” aday olarak süreci enfekte edenlerdir. Ve sadece bunun için onların, bu ülkenin Alevilerine bir özür borçları vardır. CHP içinde karşısına çıkan Aleviler başta olmak üzere yaptığı bütün politik hatalara karşın, Alevilerin tamamının Kılıçdaroğlu’na şöyle bir gönülden teşekkür etmeleri, minnet duymaları gerekmez mi?
Çok küçük yaşta ölen oğlunun adını Ali koyan, o öldükten sonra kendi adının önüne eklenen Ali adı bugün mezar taşında yazan Türk, Sünni ve muhafazakâr Rizeli bir babanın oğlu olarak bu yazıyı, bu topraklarda “iyi ki varlar” dediğim Alevilere bir vicdani borç olarak kaleme aldım.