ERSAN ATAR
Hiç öyle olur muydu, Recep Tayyip Erdoğan jübileye öyle mi çıkardı? Şöyle şaşalı bir miting veya salon toplantısı yapılıp gür bir sesle salona, “Cumhur ittifakının adayı, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğaan!” diye anons gedilmez miydi?
Ama olmazdı şimdi, deprem olmuştu ve öyle renkli bir tören -her ne kadar imar affı yasalarını biz çıkarmış olsak da- depremde hayatını kaybedenlerin ruhlarını incitir, geride kalanların yüreklerini dağlardı.
İyi de Meclis’te AKP’nin Grup toplantısında Erdoğan’ın adaylığı ilan edilse, bu ilandan hemen sonra kürsüye çıkacak olan Erdoğan, tüm depremzedeler için bir dua okusa ve ardından AKP’nin 13. Cumhurbaşkanı adayı olarak altılı masaya veryansın etse kim ne derdi ki? Kim, “Sen depremin kırkı çıkmadan törenle cumhurbaşkanlığını açıkladın” diyebilirdi ki?
Ama olmadı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, cumhur ittifakının adaylığı resmen YSK’ya “maslahatgüzar seviyesinde” yapılan başvuruyla açıklandı. Açıklamada, “Adayımız Recep Tayyip Erdoğan’dır” sözü de MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay’ın ağzından çıkıyordu. Üstelik bu açıklama yapılırken YSK’nın önü de epeyce sakindi. Hiç olmazsa AKP ve MHP’liler “13. Cumhurbaşkanı adayımız açıklanıyor gidelim de Zafer Meydanı’nın etrafında toplanıp oradan alkışlayalım” deseler, oraya gelen AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz, biriken kalabalığa “13. Cumhurbaşkanımız hayırlı olsun” diye bir iki kelam söylese kim o Yavuz ve orada biriken kalabalığa, “Atatürk Bulvarı’nın trafiğini tıkadınız” diye diyebilirdi ki?
Erdoğan ve AKP’ye, “hiçbir şey olmasa bile bir şeyler olmuştu.” Böyle, bir sükunet, bir olgunluk çökmüştü üzerlerine. Gerçi ülkede, depremden sonra yas da ilan edilmemişti ama bir hüzün kaplamıştı Erdoğan ve AKP’nin üstüne. Erdoğan başka yerlerde de öyle yüksek tondan konuşmuyordu. “Bay Kemal”li cümleleri özlemişti tabanı. Ama olmazdı; deprem olmuştu. Hem depremden önce de söylenmiyor muydu “Erdoğan’ın yapıcı, kucaklayıcı bir seçim dönemi" geçireceği.
Sıkılınca aklımıza gelen ilk şey: O binadaki saldırı
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 13. Cumhurbaşkanlığı adaylığının resmen ilanı böyle sıkıcı olunca da insanın aklı başka başka yerlere kayıyordu.
Üstelik “mekan” da aklın kaymasına olanak veren bir yerdi: Ihlamur Sokak’taki YSK binası. Bilir misiniz o bina bir zamanlar Danıştay binasıydı. Hani hatırlar mısınız? 2007 seçimlerine bir yıl kadar vardı. Ordu ha şimdi darbe yaptı, ha şimdi yapacak diye konuşulur dururdu. İşte o günlerde bir avukat, Alparslan Arslan, İstanbul’dan gelecek, Necatibey Caddesi’nde arabasını park edecek, Ihlamur Sokak’taki o Danıştay binasına girecek, 2. Daire’nin katına çıkacak, heyetin karşısına geçecek, 11 el sıkıp Daire üyesi Yücel Özbilgin’i katledecek, Daire Başkanı Mustafa Birden ve diğer 3 üyeyi yaralayacaktı.
Ülkenin teröristi de pek akıllıydı hani, sanki, sonradan “kumpas” diyeceğimiz Ergenekon soruşturmalarının bu saldırısından sonra başlayacağını ve o günlerde “ha şimdi darbe yaptı ha şimdi darbe yapacak” denilen ordunun bu soruşturmalarla dizayn edileceğini biliyordu. Sanki biliyordu o günlerde bu soruşturmalara “sol”dan da “militarizmin sonu geliyor” diye destek verileceğini. Ve sanki biliyordu Kürt aydınının da Ergenekon soruşturmalarını, “faili meçhullerin aydınlatılması için bir fırsat” diye bakacaklarını. Oysa meçhul kalan o saldırganın cezaevinde ölümü olacaktı. Daha geçenlerde denilebilecek bir tarihte 16 Şubat’ta Maltepe Cezaevi’ndeki koğuşunda ölü bulunacaktı.
Ve Alparslan Arslan’ın Danıştaş katliamından bir yıl sonra seçimler yapılacak, “kardeşim Abdullah Gül”, Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanı olacak, AKP yeniden tek başına iktidar olacaktı.
Gar saldırısı nereden aklımıza düştüyse
Dedik ya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 13. Cumhurbaşkanlığı adaylığının resmen açıklanışı, törensiz, sıkıcı bir açıklamayla oldu. Uykusu kaçan insan misali aklımız, ilgili ilgisiz şeylerle meşgul oluyordu. Nereden geldiyse, Sıhhiye köprüsüne doğru baktığımızda, oradan Opera Kavşağı’ndan yarım yonca yapılarak dönülen 4 km ilerdeki Ankara Garı aklımıza geliverdi. Ve haliyle o Gar önündeki 10 Ekim katliamı.
Yine dedik ya ülkenin teröristleri pek akıllıydı hani. Ne zaman bir seçim havası koklasalar ellerini kollarını sallaya sallaya saldırı yapacakları yere geliyorlar, saldırıyı gerçekleştirip insanları katlediyorlardı.
Terörist yine uzaklardan gelmişti. Ta Gaziantep’ten, 700 km yol kat etmişti. Bilindik biriydi: Yunus Emre Alagöz. Yunus Emre "pek akıllı" biriydi(!). Sanki o saldırıdan sonra “güvenlikli – milliyetçi” oyların artacağını biliyordu. Sanki biliyordu, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Ankara saldırısından sonra oylarımız arttı” diyeceğini. Kendisi “canlı bomba” diye aranırdı ama gelmişti işte Ankara’ya kadar. Yunus’u Ankara’ya getiren de “bu olağandışı gübre alıyor, böyle gübre alınmaz” diye Emniyet’e ihbar edilmişti. Kardeşi de “biraz önce” Suruç’u patlatmıştı.
Sanki biliyordu, bu saldırıdan 20 gün sonra yapılacak 1 Kasım seçimlerinde AKP’nin tek başına iktidar olacağını; 7 Haziran’daki gibi koalisyon için kimselere muhtaç olmayacağını.
Akıllı teröristten akıllı çetelere
Dedik ya depremin etkisiyle seçim süreci heyecansız olunca akıl, yine uykusuz kalmış insan misali oradan oraya sıçrıyor.
Tam, kaç yıldır beklenen o “Türkiye Yüzyılı”na girilecekti, sayılı günler kalmıştı bu kez “akıllı terörist”lerin yerini “akıllı çete”ler almaya başladı. Oysa o olay olmasa “hedef”teki 2023’e seçim coşkusuyla girecektik. Ama çete bizden akıllıydı(!) ve seçimin kokusunu almış, yine İstanbul’dan, Gülsuyu’ndan gelmiş, Ankara’nın merkezinde o cinayeti işlemişti: Sinan Ateş’i öldürdü.
Sahnedeki bu kez “türban kararına tepem attı” diyen Danıştay saldırganı değildi, Dokumacılar’ın Yunus’u değildi. Uyuşturucu çetesi Dodo’nun adamıydı. Sonra isimler havada uçuştu: MHP milletvekili, MHP’nin özel kalem müdürü, MHP il yöneticisi. Ve soruşturması sürdükçe sürecekti. Hangi MHP yöneticisi şimdi çıkıp da “Seçimlerde şu şu illerdeki birinci sıra adaylıklarını biz istiyoruz” diyebilirdi ki. Hangi MHP yöneticisi çıkıp da “yeter biz de artık hükümetin resmen ortağı olalım” diyebilirdi ki?
Bu ülkenin teröristleri de “çete”ciler de pek akıllıydı(!) Tam Türkiye seçim yılına girecekti, seçim yılına girmeye 40 gün kadar kalmıştı, tutmuş İstiklal’i patlatmışlardı. Ankara Garı katliamında tutmayan “kokteyl mayası" İstiklal’de tutmuştu. IŞİD-PKK kokteyli bir saldırgan, “kaçakçı çetesi soslu” bir saldırı organizasyonu.
Tam düşünceleri dağıtırken akla gelenler
Gazeteci; tam YSK önündeki törensiz, adaylık ilanın sıkıcılığından kurtulup ilgili ilgisiz, “uyku kaçıklığı düşünceleri”ni başından kovarken yine gündemin içinde buluveriyor kendini:
En azından AKP ve Erdoğan cephesindeki derin sessizlikteki seçim hazırlıkları, HDP’nin Altılı Masa’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu işaret etmesi, ‘Masa’dan kalkıp giden, sonra yeniden Masa’ya dönen İYİ Parti’nin içinden çıkan “Çocuk katilini övenle kazanmaktansa kaybedelim” sözleri, Hizbullah HÜDA PAR ile ittifak denemeleri, Muharrem İnce’nin, “adama karşı bu kez ben kazanırım” diyerek sahalara dönüşü ve “ıslak imzalara sahip çıkarsak hiçbir şey olmaz” diyen seçim güvenlikçileri…
Ve bu sessizlikte gazetecinin aklına yine olur olmaz bir düşünce saplanıyor: Ya o, seçim öncelerini pek seven “çete” bir yerlerde bıçak biliyorsa. Ya hesabı, “ıslak imzalı tutanak”tan çok ötesiyse.