Muhalefet cephesindeki seçim yenilgisinin yarattığı artçı sarsıntılar devam ediyor. Henüz deprem yaşanmadı. Sarsıntılar işi oraya götürür mü? Mümkün. Çünkü daha önce benzerleri yaşandı.
Muhalefet blogu 2 şeyi başaramadı. İlki seçimi kazanamadı, ikincisi seçimleri kaybedince bunu yönetemedi, çöktü. Ve bu çöküntünün politik maliyeti çok ağır oldu. Toptan muhalefetin hala farkına varamadığı bir ruh hali var seçmende. Önceki seçimler gibi değil, hayal kırıklığı, umutsuzluk halini aşan bir öfke dolanıyor sokaklarda.
Muhalefet seçimi 14 Mayıs ya da 28 Mayıs’ta kaybetmedi 29 Mayıs sabahı kaybetti. Yüzde 48 oransal olarak oy almış 25 milyon seçmen oy vermişti. Bu çok önemli bir seçim sonucu idi. Ama oy istemek için defalarca ayağına gidilen seçmene, yağmurda, sıcakta hatta taş saldırısı altında bile desteğe gelen seçmene, sandıkların başından bir an bile ayrılmayan seçmene bir teşekkür bile çok görüldü. Muhalefetin bütün bileşenleri ülkeyi adım adım dolaşarak bu seçmene teşekkür etmeliydi, bu onlara karşı hem borcu hem de göreviydi. Ama yapılmadı. Seçmen de bu öfkeli ruh haline doğal olarak girdi.
Türkiye’de seçmen önüne konulan sandığı çok önemser. Çünkü, pek çoğunun, konuşmanın yanı sıra gerçekleştirdiği tek politik fa@aliyet 4/5 yılda bir gidip oyunu kullanmaktır. 80 sonrası seçmende bir tavır haline gelen bir de tutum var. Yerel seçimlerin kendine özgü dinamiklerinden bağımsız olarak seçmen bu seçimlerde yani belediye başkanlığı seçimlerinde sürekli olarak iktidarda hangi parti varsa onu uyarıyor. Bu uyarı bazen partileri de durumlarının üzerinde havalara sokmuyor değil. SHP ve 1999 seçimleri buna örnektir. 1994’deki seçimlerde RP başarı elde etti, havalara istese de giremezdi çünkü sistem tarafından çok sıkı kontrol altındaydı. Burada başarılı olmak zorundaydılar bu baskıdan kurtulmak için. Bunu yaptılar 1996’da iktidar ortağı oldular. Yerel yönetimlerin avantajlarını politik olarak kullandılar, seçmen de diğer partilere kızgınlığını hep RP’li adaylara oy vererek gösterdi. Sonunda bu kızgın oylar kapatılan RP’nin içinden gelen AKP’yi tek başına iktidara kadar taşıdı. (tabiki tek neden bu değil)
Türkiye’de her şey değişiyor. Bu da değişti. Sokaktaki muhalif seçmenin ruh haline baktığınız zaman belki de 40 yıl sonra ilk kez seçmenin yerel seçimlerde toptan muhalefeti cezalandıracağı bir döneme tanıklık yapabiliriz. Bunun somut verileri mevcut. Oyu yerel seçimlerde zaten düşük olan AKP son genel seçimlerde, yerel seçimlerdeki düşük oyunun bile altına geriledi. 2019 yerel seçimleri, sonuçları nedeniyle AKP için bir travma iken ilk kez umutlanıyor. Çünkü bu seçimlerde seçmen iktidarı değil muhalefeti uyarıp cezalandıracak gibi. AKP bunun farkında. Muhalefet farkında mı? Emin değilim. Seçimlere katılım yüzde 70 ile 80 arasında kalırsa oyunu hayli yükseltmiş bir AKP karşınızda yer alabilir. Geri alacağı belediyelerle birlikte.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan seçim odaklı bir lider. Elindeki olanakları da sınırsız kullanarak seçimleri kazanma yeteneği var ve buna göre de bir algoritma oluşturuyor. AKP’nin tek gündem maddesi var yerel seçimler. Politik hayatının en zor seçiminden galip çıkan Erdoğan belki de hayatının en kolay yerel seçimine hazırlanıyor. Bu nedenle umutlu olduğunu düşünüyorum.
Enflasyon, art arda gelen zamlar, alım gücünün düşmesi cumhur ittifakının seçmenini etkilemiyor ya da hepsini etkilemiyor. Son seçimde bunu gördük. Şimdi sokaktaki insan için her şey daha kötü. Elindeki medya gücü ile ürettiği seçmen bu pahalılığın hesabını da muhtemelen muhalefete kesecektir. Sokak röportajlarında bunun işaretlerini görüyoruz.
Bu yerel seçimin çok ağır sonuçları olabilir. Erdoğan ülke yönetim anlayışını seçmene onaylattı. Anayasanın detay olduğu, istendiği gibi yorumlandığı, duruma göre yok sayıldığı, uluslararası sözleşmelerinin uygulanmadığı, yargının tam anlamıyla bürokratik bir hiyerarşi içinde politik amaçlara uygun çalıştığı, TBMM’nin sadece fiziken var olduğu, dış politikada her türlü manevranın seçmeni etkileme amacı ile yapılabildiği, basın ve sivil demokratik örgütler üzerindeki baskının iyice arttığı bir yönetim anlayışı, siyasal sistem seçmen tarafından bir kez daha onaylanırsa, bu hem kalıcı olacaktır hem de uluslararası zeminlerde de daha meşru görülerek kabul edilecektir.
Oysa Erdoğan açık biçimde anayasaya aykırı olmasına karşın girdiği 3’üncü seçimde ilk turda kazanamadı. 9 yıldır ittifakını genişletmesine karşın oyu artmıyor. Genel başkanı olduğu partinin oyu yüzde 35. Seçmenin yüzde 65’i Erdoğan’ın genel başkanı olduğu partiye oy vermiyor. Hem durduruldu hem de geriletiliyor. Bunun AKP kadroları da farkında. O nedenle oylarını geri almaya çalışmıyorlar, seçmeni kızdırmamak için kararlar almıyorlar, cesurca zamlar yapıyorlar seçim arifesinde. Sadece karşı ittifakların çözülmesini izliyorlar. Buralara art arda müdahalelere da tanıklık yapacağız önümüzdeki süreçte. Bunun işaretleri iktidar kanadından daha çok muhalefet kanadından geliyor.
Yukarıda yazdıklarımın hepsi, hepimizim yapması gereken “somut durumun somut tahlili” içindir. Marksizmin yıllardır yolculuğunu devam ettirdiği bu kavram, bugün toptan muhalefetin ihtiyaç duyduğu belki de yola çıkmak için tek yöntemdir. 2019 yerel seçimleri üzerinden yürüyelim biraz da meseleyi somutlaştırmak için. Örneğin İstanbul seçimleri. O seçimleri bir denklem kazandı. İlçe belediye başkanı, İyi Parti, DP ve CHP tarafından oluşturulan millet ittifakı tarafından Kemal Kılıçdaroğlu’nun önerisiyle aday gösterildi. Denklemin bir unsuru bu. İmamoğlu iyi bir adaylık performansı ortaya koydu. Denklemin bir başka unsuru da bu. Genel seçimlerde millet ittifakında olan SP bu ittifaktan ayrılarak başka bir aday çıkardı ve bu aday 103 bin oy aldı. Denklemin bir başka unsuru da bu. (İptal edilen ilk seçimde İmamoğlu 13 bin oy farkla kazanmıştı. SP’nin adayı olmasaydı 103 bin oyun gideceği adres belliydi: AKP) HDP İstanbul’da aday çıkarmadı. Denklemin bir başka unsuru da bu. Şimdi kurulan bu denklem ile kollektif kazanılmış bir seçim var. Bu denklemin herhangi bir unsurunu devreden çıkardığınız zaman bu seçim kaybediliyor. Bu nedenle denklemde yer alanlardan hiçbiri “benim sayemde” kazanıldı ya da “ben olmasaydım kazanılmazdı” diyemez. Bu denklem kazanılan tüm belediyeler çalıştı.
Şimdi bu somut tahlili somut bir sonuçla bağlayalım. Bu denklemi tekrar kuramazsanız yerel seçimlerden büyük bir yenilgi ile ayrılırsınız. AKP’den aldığınız 10 büyükşehir ile birlikte teoride zor gözükse de İzmir’i bile kaybedersiniz. İyi Parti, Zafer, Memleket ve HDP/Yeşil Sol güçlü adaylarla CHP de mevcut başkan ile İzmir’deki yarışa girse, yorgun, kırgın ve öfkeli İzmir seçmenine bu parçalı yapıyı onayladığı ve bu bölünme nedeniyle AKP’nin adayı kazandığı için kim eleştiri getirebilir? İzmir’de cumhur ittifakının toplam oyu ile Erdoğan’ın oyu yüzde 32 civarında, hiç de az değil yani.
Kurulacak denklem basit ama burada anlatıldığı kadar kolay değil. Nedenlerini de ayrıca konuşuruz. Gelecek ile SP ittifak oluşturdu, buna Deva da katılacak ve buradaki “muhafazakâr” ittifak tamamlanacak. CHP ile İyi Parti ve DP de millet ittifakını yeniden canlandıracak. HDP/Yeşil Sol da ittifakını tekrar oluşturacak. Bu 3 ittifak senkronize çalışarak güçlü, kazanacak adayın, bulunduğu ittifaka bakmaksızın ya aday göstererek ya da aday göstermeyerek önünü açacaktır. Tek yöntem budur, denenmiştir ve sonuç almıştır. (Burada muhafazakâr ittifakın göstereceği adaylar hayli önemlidir. Çünkü bu adaylar hemen hemen her yerde AKP seçmeninden oy alma potansiyeline sahip olacaklar)
CHP’de gerçekten karikatür haline gelen bir “değişim” tartışması yürüyor. İstisnasız herkes Kılıçdaroğlu dahil değişimden söz ediyor ama hepsinin altı boş. Bu konudaki en iddialı isim Ekrem İmamoğlu, değişimi gerçekleştirmek için liderlik yapacağını bile ilan etti ama ardından neyi değiştireceğini öğrenmek için internet sitesi açtı. Millet ittifakı parlamenter sisteme geçmek için hazırladığı metni “Türkiye değişmeden hiçbir şey değişmez” diye sundu ve seçim boyunca İmamoğlu başta olmak üzere muhalefet hep bunu seçmene anlattı. Şimdi bunu ters çevirip “CHP değişmeden hiçbir şey değişmez” haline getirirseniz bu doğru olmaz.
İyi Parti’yi de uzun uzun konuşmak lazım. “Ortak politikalar mutabakat metni”nde özgürlükçü, çoğulcu ve katılımcı demokrasi vurgusu ile “düşünce kanaat açıklama hürriyetiyle birlikte basın özgürlüğünün güçlendirileceği” kesin ifadelerle yer alıyor. Bu metnin altında kurumsal olarak İyi Partinin Genel Başkanı Meral Akşener’in de imzası, yazılmasında da katkıları var. Ama partiyi temsil eden isimlerin, iktidara yardımcı olarak tutuklanmasını katkı verdikleri gazeteci Merdan Yaradağ’ı hedef alan acıkmalarına bakınca yazılı metinlerin anlamını yitirdiğine iktidardan sonra muhalefette de tanıklık yaptık. (İttifak bitince ortak fikirler de bitmiyordur herhalde) Seçim sırasında kaybettiklerini var saydıkları ve seçim başarısızlığını da buna bağladıkları bir politik kimlik olarak milliyetçiliği buradan tekrar üretmeye çalışmak hiç doğru olmamıştır. İyi Parti aradan geçen uzun zamana karşın kendisine politik bir kimlik arayışındadır. Ama halen MHP iskelesine bağlı olduğunu fark edememiştir. Yanındaki Hüda Par’a bakmadan 6 milyona yakın oy alan HDP ve Yeşil Sol partiyi durmadan kriminalize eden MHP’ye benzemek bir politik kimlik oluşturmaz. MHP yanındaki Hüda Par’a ses çıkarmazken sizin yanınızda bile olmayan HDP’ye sürekli ayar vermeye çalışmanız, onun üzerinden siyaset yapma çabalarınız politik bir tavır olabilir mi?
Not: 2 ya da 3 hafta kadar izin istiyorum her türlü medya mecrası için bu izin talebi, kent dışında olacağım.