Taksim’deki korkunç saldırıyı lanet edip hayatını kaybedenlerin yakınlarına metanet, yaralılara şifa dilemekten başka bir şey yapamamak, insanı kahrediyor. Seçim takviminin yaklaştığı, siyasi hesaplar kadar gerginliğin ve kutuplaşmanın da arttığı bir dönemdeyiz. O nedenle ilk akla gelen soru, doğal olarak şu:
Acaba 2015’in son altı ayında yaşanan karanlık sarmalın bir benzerine mi girdik?
Bu soruyu dillendirmek bile bazı meslektaşlarımızın hedef tahtasına oturtulmasına neden oldu.
Daha failler yakalanmamışken -yakalansalar dahi saldırıya dair kanıt yokken- Zafer Partili biri, ismiyle bir kadın avukatı saldırgan ilan etti.
Bazı kişiler de daha saldırıyı yapanlara dair hiçbir bilgi yokken komplo teorileriyle yüklü, yorumu aşan bilgiçlikler taslayabildi.
Pazar gecesi, iktidar kumandalı kanallarda “uzman” kişiler, bu işin arkasında ABD’nin olduğu, “İran’la aramıza fitne” sokulmak istendiği şeklindeki teorileri, kendilerinden pek emin dillendiriyordu.
Saldırının hemen ardından getirilen yayın yasağı ve sadece sosyal medyanın değil, internet hızının toptan yavaşlatılması, tam da dezenformasyonun yayılmasına hizmet etti.
Beş mikrofon, sıfır soru
Trajikomik olan, BTK’nın “interneti kısıtlama”sına rağmen BTK başkanının twitter üzerinden taziyelerini sunması, yetkililerin bu mecradan açıklamalar yapması.
Bir terör saldırısı sonrası yanlış ve yanıltıcı bilginin yayılmasını engellemek, suç ve suçluyu öveni tespit etmek başka… Halkın haber alma hakkını yok saymak başka.
Saatlerce yakınlarına ulaşamayanlar, bölgede mahsur kalanlar oldu. Pazar günü İstanbul’da sokakta olan belki de yüzbinler vardı.
İnternetin “vanasını” kapatınca halkı uyarmak, korku ve paniğin yayılmasını engellemek nasıl mümkün olabilir?
Fransız Konsolosluğu’nun ilk mesajı mesela, vatandaşlarını uyarıp “toplu taşıma araçlarına binmeyin” demek oldu.
Tünel tarafında da bir bombanın imha edildiği haberleri gelirken, yetkililer kendi vatandaşlarını uyarmak ve bilgilendirmekte pek mahir davranmadı.
İstiklal Caddesi kapatılırken olay yerine sadece TRT, Anadolu Ajansı ve İHA’nın alınması, başlı başına bir skandal.
Gazeteci Can Ertuna, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay açıklama yaparken sadece beş mikrofon olmasına ve kimsenin soru sormadığına dikkat çekti.
Madem “doğru” bilgiyi paylaşmak, “yanlış bilgi”nin yayılmasını engellemek istiyorsunuz, her basın kuruluşunu oraya almanız gerekmez miydi?
Böyle bir olayda keyfe keder gazeteci ve kurum seçmek, “bir şeyleri saklıyorlar mı” sorusunu doğal olarak gündeme getirmez mi?
Bir başka tuhaflık, Savcılığın böylesine bir saldırıdan sonra ilk iş “sosyal medya hesaplarından yapılan olumsuz haberlere” ilişkin soruşturma başlatmasıydı.
İstanbul’un kalbinde en az 6 kişi öldürülmüş, onlarca yaralı varken… “Olumsuz” sosyal medya paylaşımlarından kast edilen neydi?
Olay yeri temizliği: Bu hız neden?
Saldırının üzerinden altı saat geçmişti ki, “olay yeri”nin temizlendiği haberini aldık. Arka planda belediye araçları sokağı yıkıyordu.
Terör saldırılarından sonra hem ayrıntılı inceleme yapmak, hem güvenliği temin etmek için biraz kısa bir süre değil mi?
Bir yandan “hiçbir şey olmamış gibi” davranılsın, hayat aksın, turizm-ticaret kesintiye uğramasın...
Öte yandan ülkelere, etnik gruplara, gazetecilere, muhalefet liderlerine nefret kusulsun! Yeni Akit’in saldırıyla ilgili Kılıçdaroğlu’nu işaret edecek kadar çığırından çıkması gibi.
İstiklal Caddesi, hızla “temizlenip” yayaya açıldı. Fakat sokaktaki banklar yerlerinden kaldırılmış, sanki suçlu onlarmış gibi…
Böyle bir saldırı sonrasında istihbaratın, Taksim’in her köşesine konuşlanan güvenlik görevlilerinin sorumluluğu sorgulanmasın da sokaktaki çöp kutusu, bank, çiçeklikte kusur bulunsun…
Saldırı günü ağzını bıçak açmayan – Cumhurbaşkanı’nın da tuhaf bir şekilde adını anmadığı- İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, dün saldırganın PKK-PYD’li olduğunu ve onu besleyenin ABD olduğunu belirterek, saldırıyı Kobane’ye bağladı. Hatta sınıra yakın bazı ilçelerde “istihbarat örgütlerinin fink attığını” söyledi.
Mersin’deki polisevi saldırısını üstlenen PKK’nın ise saldırıyı düzenlemediğini açıkladı.
Aynı saatlerde Reuters, “üst düzey” bir yetkiliye dayanarak saldırının “PKK ile bağlantılı olduğuna inanıldığını ama IŞİD bağlarını dışlamadıklarını” haberini geçti.
Umarım gerçekler bir an evvel aydınlatılır, saldırıyı kim planlamış, yapmış, göz yummuş veya yol vermişse yargılanıp cezalandırılır.
Umarım siyasiler, toplumu birbirine düşürmeye, korkutmaya yarayan terör eyleminin üzerine soğukkanlılık ve kararlılıkla gider.
Kin ve düşmanlığı kışkırtmadan, alakalı alakasız insanları hedef göstermeden.
Herkesin ortak endişesi, yeni bir “kaos dönemi”nin başlaması.
Haziran 2015- Aralık 2016 arasında yüzlerce sivilin hayatını kaybettiği, çok sayıda bombalı saldırı yapıldı. IŞİD, PKK ve Tak, bu terör saldırıların sorumluluğunu üstlendi. O yaraların üzeri kapanmadı, kolay kapanacak gibi de değil.
Neden? Geçen zamanda adalet maalesef yerini bulmadı. Faillerin elini kolunu sallayarak gezdikleri anlaşıldı.
Terör olaylarının toplumda endişeyi, huzursuzluğu, korkuyu tetiklediğini herkes bilir.
Gerçek sorumluların hesap vermemesi, karanlıkta bırakılan sorular, bilgiye erişimin engellenmesi, bu korku ve endişe halini sürekli kılıyor.