Tatil zenginlere eğlence, işçilere kölelik demek mi?

Turizm sektörünün en büyük firmalarından birinin sahibi Turizm Bakanı, başka söze gerek var mı? Bütün emekçilerin, çocukların, dilediği gibi dinlenebileceği, tatil yapabileceği günleri hak ediyoruz.

Kâbus gibi bir hafta. Ormanlarımız yine yandı. Yangını söndürmek için mücadele eden 10 insanımızı ne yazık ki kaybettik. Acılı ailelerinin, yakınlarının, ülkemizin başı sağ olsun. Ormanlarımızla birlikte binlerce canı da yitirdik.

Tek bir istifa yok, yeni bir önlem yok!

Oysa ‘haydi gelin, şu sıcak hafta sonu gününde, tatsız memleket ve dünya gündeminden beş dakikalığına uzaklaştırayım sizi. Tatilden konuşalım,” diye başlayıp, gezilecek görülecek yerlerden, konaklanacak güzel tesislerden bahsederek devam etmek isterdim yazıya. “Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat” pek hoş bir eski sözdür. Gördüğümüz yerleri anlatmak eski çağlarından beri süregelen geleneğimiz. İnsanlığın ilerleyişinde de çok önemli olmuş görülen yerleri görmeyenlere anlatmak. Gerçi işler son yıllarda yediğini içtiğini göstermek adet oldu ama neyse…

Velhasıl ben yine de tatilden bahsedeceğim ama hoş, ferah bir yazı yazamayacağım. Kusura bakmayın. Memleket hali izin vermiyor.

Gözünüze çarpmıştır belki, birkaç gün arayla konuyla ilgili iki haber düştü önümüze. Geçtiğimiz günlerde kabul edilen torba yasa kapsamında, daha önce 6 altı gün çalışıp 7’inci gün izin kullanan turizm işçileri artık 10 gün çalıştıktan sonra bir gün izin yapabilecek.

Bildiğin kölelik bu. Hani modern falan da değil, dümdüz kölelik. Örneklerden örnek beğenebilirsiniz. Roma’ya mı, Eski Mısır’a mı, vahşi kapitalizm dönemine mi benzetirsiniz, siz seçin.

İkincisi aslında bir haber değeri de taşımıyor ama bir zihniyeti anlayabilmek için dikkate değer. AKP’li bir yazarmış kendisi, şöyle demiş: “Gerizekalı bunlar… Sonra ağlıyorsunuz para yetmiyor diye. Kendi bütçenizi dengelemezseniz bankalar kapınızı çalar. Türk milletinde şöyle bir olay var. 5 tane kartın olursa çok zenginsin. Hayır, sen zengin değilsin. Ezik olmayın. Kart limitinin çok olması zengin olduğunuz anlamına gelmiyor. Sizin çok güzel yolunacak tavuk olduğunuz anlamına geliyor. Tatil yapmak zorunda değilsin. Bundan önceki nesil sizin gibi tatil beldelerinde büyümedi. Biz tatilde köye giderdik.”

Diyor ki, zengin değilsen tatil beldesini rüyanda bile görmemelisin.

Turizm işçileri ise kölelik koşullarında çalıştırılmak isteniyor buralarda.

Hanımefendi tıpkı türevleri gibi yıllardır yaşadığımız absürtlüğü, insanlık dışı hali, yoksulluğu, yani memleket gerçeğini böyle çarpıtıyor ve suçu bizim üzerimize bir güzel yıkıveriyor.

Yeri geldiğinde borç yükünün altına girmek zorunda kaldığımız her durum için aynı kalıbı kullanabilirler. “Geri zekâlı bunlar, ev almak için kredi çekiyorlar.” “Geri zekâlı bunlar, çocuğunu okutmak için kredi çekiyorlar.” “Geri zekâlı bunlar, araba almak için kredi çekiyorlar.”

“Canım aynı şey mi?” diyenler olabilir, rica ediyorum demesin. Koca bir sene çalışıp da şöyle bir hafta, 15 gün tatil yapmayı istemeyen de ne biliyim… Ya da kendisi tatil yapmamaya katlansa bile çocukları için böyle bir borç yükünün altına girebiliyor insanlar.

Tatilden anladığımız şey farklı olabilir. Kimisi her şey dâhil bir otele kapanmak ister; kimisi çadırını alıp boydan boya Ege’yi gezmek. Kimisi dağlara, yaylara çıkmak ister; kimisi eve kapanıp dinlenmek. Elbette pek çok insan da köyüne gitmek ister. Tatil söz konusuysa mühim olan mecbur olduğumuzu değil tercih ettiğimizi yapabilmektir.

Lakin köye gitmek de öyle zor ki şimdilerde. Bir ailenin otobüsle gidip gelmesi dahi fahiş fiyatlarla mümkün. İsteyen basit bir araştırmayla hesaplayabilir. Asgari ücretle çalışanlar nereye gidebilir?

Tatil sadece hali vakti yerindelerin değil herkesin hakkıdır. Tercih ettiğimiz bir mekânda ve istediğimiz şekilde dinlenmek, işten ve toplumsal sorumluluklardan uzaklaşmak, bedenimizi dinlendirmek, zihnimizi tazelemektir.

Tıpkı çalışma gibi tatil de mücadelelerle kazanılmış bir haktır. Dinlenme ve tatil hakkı mücadelesi 8 saatlik iş günü talebiyle doğrudan alakalıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme, Çocuk Hakları Sözleşmesi bu hakkı tanımlar. Anayasanın 50. maddesi “Dinlenmek çalışanların hakkıdır” demektedir.

Tatil yapılabilen zamanlar

Avrupa dâhil dünyada emekçi sınıfların tatil yapabilme imkânları günden güne azalıyor. Ülkemizde bugün çok küçük bir azınlık dilediği gibi tatil yapabiliyor. Evet, pek çok kişi tatil için borç yükünün altına giriyor. Bunu anlamamak için ise halk düşmanı olmak gerekiyor.

Tatil kültürünün ülkemizde yaygınlaşmaya başladığı 60’lar sonrası tatil yapanların sayısı yıllar boyu arttı. 70’ler ve 80’lerde “tatilcilik” yaygınlaştı, tatil yalnızca zenginlerin “lüksü” olmaktan çıktı. Kuşadası, Bodrum, Marmaris gibi daha eski kasabaların yanına yenileri eklendi. Kamu çalışanları, işçiler dişinden tırnağından artırdıklarıyla, kooperatifler kurarak “yazlık” evler alabiliyor, yaptırabiliyordu. Böylelikle uzun yılların tatilleri garanti altına alınıyordu. Sabit maaşla geçinen emekçilerin bugün böyle yerler alması mümkün değil.

Diğer yandan bu yıllarda Kamu İktisadi Teşebbüslerinin tatil beldelerinde yaptırdığı, öncelikle üyelerine uygun tatil imkânı sağlayan sosyal tesisler emekçilerin tatil yapabildikleri yerlerdi. Çeşitli sendikalar da benzer tesisler kurdular. Ancak ne yazık ki memleketin alın teriyle kurulmuş olan işletmeler ve tesisleri 1980 sonrasında tasfiye edilmeye başlandı, AKP döneminde hızlanan özelleştirme saldırısıyla birçoğu sermayeye peşkeş çekildi. Sayıları azalarak bugüne kadar gelebilen az sayıda tesis hala mevcut.

Bütün haklar gibi tatil hakkının da sosyalizmin kazandığı mevzilerle doğrudan bağı var. Mesela Sovyetler’de kapitalist ülkelerdeki örneklerle kıyaslanamayacak kadar fazla olanak halka, emekçilere sağlanıyordu. Çalışma saati anayasal olarak da pratik uygulamada da 8 saatti. Yıllık izin 28 gün, ağır koşullarda çalışanlar için daha uzundu.

Hak, anayasada şöyle tarif edilmişti: “SSCB yurttaşları dinlenme hakkına sahiptirler. Dinlenme hakkı, işçi ve ücretli memurlar için sekiz saatlik iş gününün saptanması, çalışma koşulları zor olan bir dizi meslek için iş günü süresinin 7 ve 6 saate indirilmesi ve çalışma koşulları daha da ağır olan bazı işletme bölümlerinde ise, bu sürenin 4 saate düşürülmesi, işçi ve görevliler için her yıl paralı izin verilmesi ve emekçilerin hizmetine sunulmuş sanatoryum, dinlenme yurtları ve kulüplerden oluşan kapsamlı bir ağla güvence altına alınmıştır.”

Yurttaşlar çalıştıkları kuruma, gitmek istedikleri yeri bildiriyor, isterlerse yarı sağlık merkezi niteliğindeki tesislerde, isterlerse de dinlenme evleri denilen yerlerde tatil yapabiliyorlardı.

Sanatoryum adı verilen sağlık-dinlenme tesislerinde işçilerin psikolojik ve fiziksel olarak kendilerini yenilemesi temel amaçtı. Özellikle ağır iş kollarında çalışanların buralardan yararlanma öncelikleri vardı.

Kamusal olarak sağlanan bu haklar ve yıllar içinde artan ve çeşitlenen tesisler Sovyetler Birliği’nin dört bir yanına, nehir ve göl çevrelerine inşa edildi. Aynı zamanda kamp kültürü zaman içinde çok yaygınlaşmış, devlet insanları doğayla iç içe bir tatil için teşvik etmiştir.

Çocukların tatillerini verimli ve eğlenceli geçirebilmesi için de ciddi şekilde kafa yorulmuştu. Eğlenmeleri, becerilerini geliştirmeleri, sosyalleşmeleri için pek çok ayrıntı düşünülmüştü.

Şimdilerde çocuklar için böyle ayrıntılara kafa yormuyor yönetenler. Emekçilerin dinlenmesi, tatil hakkı da umurlarında değil. Turizm sektörünün en büyük firmalarından birinin sahibi Turizm Bakanı, başka söze gerek var mı?

Bütün emekçilerin, çocukların, dilediği gibi dinlenebileceği, tatil yapabileceği günleri hak ediyoruz. Güneşli, güzel günleri…

Köşe Yazıları Haberleri