‘Toplumsal Büyük Gözaltı’ örneği olarak Cem Garipoğlu olayı

Acılı babanın “ Rüyalarıma giriyor, uyuyamıyorum. Katilin cesedinin mezardan çıkarılmasını istiyorum” açıklamasının insani olarak yaşadığı kabusu anlamak mümkün, ama üzülerek söylemeliyiz ki, hukuksal dayanaktan yoksun.

Eyvah ki, ne eyvah! Cem Garipoğlu yine bir heyula olarak toplumsal dolaşıma girdi. Bir süre daha, adına efsaneler üreten mekanizmanın yeni senaryoları ile yaşayacağız anlamına geliyor bu…

Münevver Karabulut’un babası Süreyya Karabulut’un önceki gün Sabah Gazetesi’nde yer alan “Bu cellat gerçekten öldü mü, kaçtı mı şüphesi ile uyuyamıyorum.. Bayramdan sonra mezarının açılmasını talep edeceğim” şeklindeki sözleri, kamuoyunda “Yeni bir şey olsa da, üzerinden biraz konuşsak” diye sürekli beklenti içinde olan olanların kucağına, adeta gökten zembille düşmüş gibi oldu.

Süreyya Karabulut’un ‘mezar açtırma’ düşüncesinin hukuki açıdan çok fazla önemi yok, birazdan geleceğim o konuya, önemli olan bu sözlerin toplumda yarattığı yankı.

Baba Karabulut’un bu sözleri üzerinden, üç gündür istisnasız tüm medya organlarında ve her sosyal medya platformunda, içinde Cem Garipoğlu’nun adı geçtiği yeni bilgiler yer alıyor ve bu sarmal daha da devam edecek gibi görünüyor.

Katilden öte toplumsal fenomen

İşlediği cinayetin üzerinden (2009) onca sene geçmesine rağmen, Cem Garipoğlu’na karşı gösterilen bu toplumsal hassasiyetin ‘kadın katili’ olmaktan öte, özgün bir anlamı olmalı.

Türkiye’de o yıldan itibaren bugüne kadar 3 binin üzerinde kadın, namus, aldatılma korkusu veya kıskançlık gibi gerekçelerle evde, sokakta, yolda, parkta, iş yerinde, araçta öldürüldü. Her biri, diğerine göre daha çarpıcı hikayeler barındıran bu cinayetler, toplumsal protestolara neden oldu, davaları takip edildi, anma günleri düzenlendi, bir şekilde hatırlandı ve hatırlatıldı.

Ancak, bu cinayetlerin failleri olan erkekler hakkında neredeyse hiçbir şey hatırlanmazken, tek istisnasının Cem Garipoğlu olmasının altında, toplumsal derinliği olan bulgular yer aldığı düşünülmeli.

Hukukun şerbetli hali

Tam burada, biraz reel olan hukukun dışına çıkılıp, hukuk sosyolojisinin karasularına girmek gerekiyor, ki ucu taa Max Weber’e kadar uzanır.

Hukuk sosyolojisi, reel hukuku basit bir yürürlük problemi olarak ele almıyor. Bir hukuk normunun usulüne uygun çıkartılmış olması, onu kendiliğinden etkin hale getirmez, der. Hukuksal düzenlemeler tarihinden, usulüne uygun olarak çıkartılmakla birlikte fiilen uygulanmamış bir çok norm örneğini gösterir.

Yani bizim ülkemizde olduğu gibi, demokratik hukuk devletine uygun yasalar vardır, ama uygulama konusunda herhangi bir garanti vermez.

Bu nedenle, toplum bu konuda çoğunlukla farkındalık tedirginliği içinde olur. Devlet aygıtının bu ikircikli halini çok iyi bilir. Hangi yasaların kimlere, ne zaman ve nasıl uygulanacağı konusunda şerbetlidir, engin deneyim sahibidir.

Masal gibiydi ama gerçekti

Cem Garipoğlu olayını hatırlayacak olursak:

Yıllardan 2009, aylardan Mart’ın 4’üncü gününde insanlar sabah uyandıklarında, o dönemde lise öğrencisi olan Cem Garipoğlu’nun, sevgilisi Münevver Karabulut’u öldürmüş, cesedini testereyle parçalara ayırarak bavul ve gitar çantası içinde çöp konteynerine attıktan sonra ortadan kaybolduğunu öğrendiler.

Aylarca izine rastlanılamamış, akıbeti konusunda medyada her gün bir iddia ortaya atılmıştı. Büyük bir çoğunluk, yurt dışına kaçtığını düşünüyordu.

Kimse, Garipoğlu’nun normal insanlar gibi yargılanıp, hapishanelere düşeceğine inanmıyordu. Oldukça varlıklı olan ailesinin bu konuda mutlaka bir çözüm üreteceğine dair, yaygın bir kanı vardı.

‘Bakalım şimdi ne olacak’ bekleyişi

Ama öyle olmadı, Cem Garipoğlu 197 gün sonra Bahçelievler Polis Karakoluna teslim oldu. Bu sefer de, “ Neden Bahçelievler karakolu?” üzerinden bir şüphe dolaşıma geçti. Sonra mahkeme süreci başladı. Herkes, davanın sonucunu merak ediyor, beklenenin çok altında bir ceza alacağını bekliyordu. O tahmin de gerçekleşmedi, 24 yıl ağır hapis cezası aldı, hem de yaş küçüklüğü nedeniyle cezasında ciddi indirim yapılmasına rağmen.

Bu sefer şayialara cezaevi üzerinden yürütülmeye başlandı. Cezaevinde onun kimliği ile başkasının yatabileceği mesela, en kötü ihtimalle af çıkartılacağı… Onun da sıradan insanlar gibi cezaevinde hapis yatabileceği kimseye inandırıcı gelmiyordu.

Ve bir gün mucizevi bir şey oldu:

Garipoğlu, cezaevine girdikten 5 yıl sonra, infaz koruma memurları tarafından sabah 08.00'de, tek başına kaldığı 3'lü koğuşunda ölü bulundu.

Kamera görüntülerinde yapılan incelemede, koğuşa kimsenin girmediği, aynı yerdeki diğer boş koğuşa geçtiği, başına poşet geçirerek, çamaşır ipiyle kendisini boğduğu açıklandı.

Söylentiye malzeme olacak tek ihtimal kalmıştı: İntihar edenin aslında kendisi olmadığı.

Adli Tıp’ta neler oldu?

Adli Tıp’ta kimlik tespitti, ölüm şekline ilişkin işlemler, kamuoyunda oluşan böylesi kuşku, şüphe ve komplo teorileri atmosferi içinde yapıldı.

Yapılan açıklama kesindi: Ölen kişi kesinlikle Cem Garipoğlu’ydu ve ölüm şekli, daha önce yapılan resmi açıklamada olduğu gibiydi

Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi, ancak mezarı tahrip edileceği endişesi ile mezar taşına ismi yazılmadı.

Cinayet gününden, mezarlık safhasına kadar olan süreci insanlar neredeyse soluklarını tutup izlediler. Cem Garipoğlu’nun dahil olduğu tüm hukuksal süreci kuşkuyla takip ettiler. Karakoldan, adliyeye; adli tıp aşamasından cezaevine kadar olan hukuksal gelişmelerin bir safhasında mutlaka deformasyona uğrayacağı ihtimalini hep diri tutarak beklediler.

Ve hukuk tıkır tıkır işledi, uygulanması sırasında beklenen olası çarpıtmaların hiç biri gerçekleşmedi.

Toplumun büyük gözaltısı işe yaradı

Toplum bizatihi kendisinin oluşturduğu ‘büyük gözaltı’ sayesinde, beklenildiği gibi Garipoğlu’nun lehine hukuksal çarpıtmalar yapılmasına fırsat verilmedi.

Medya organları ve sosyal platformların yoğun ilgisi, çoğunlukla olumlu sonuçlar verebiliyor. Bazen magazin boyutlarına ulaşıp, olay ana ekseninin dışına çıksa da, sürekli gündemde olması ve yığınlar tarafından takip edilmesi ‘büyük gözaltı’ ortamını sağlayabiliyor.

Hukukun kendi denetleme mekanizmalarının çalışmadığı ya da aksadığı zaman, toplumsal dikkatin odaklanması ile kendiliğinden işlemeye başlayabiliyor.

Bugün Cem Garipoğlu ile ilgili haberlerin tüm medyada yer alması ve sosyal medyada viral olması yukarıda sözünü ettiğimiz, toplum tarafından oluşturulan büyük gözaltının halen sürdüğü anlamına geliyor.

Mezarı açılacak mı?

Yaşanan ve yıllar geçmesine rağmen toplumsal hafızaya kazınmış bu korkulu süreçten sonra, baba Süreyya Karabulut’un Sabah Gazetesi’ndeki talihsiz röportajına dönebiliriz artık.

Şöyle diyordu bir yerinde 8 yıldır kabusun içindeyim. O celladın cesedini görseydim belki ikna olurdum. Ama cesedini göstermediler. İntihar ettiğine inanmıyorum. Ya öldürüldü ya kaçırıldı. Bayramdan sonra mezarının açılmasını talep edeceğim"

Açıklaması şu nedenle talihsiz:

Cem Garipoğlu, cezaevinde intihar ettiğinde, olay mutlaka Cumhuriyet Savcılığı’na intikal etmiş, görgü tanıkların ifadesi alınıp, ‘Olay Yeri Tespit Tutanağı’ düzenlenip, cezaevi yetkilileri tarafından imzalanmış olmalı.

Öte taraftan Cem Garipoğlu’nun Adli Tıp Kurumu’nun mutad olarak ailesi veya yakınları tarafından tespit ettirilme, parmak izi alma ve DNA incelemesi yapılması gibi zorunlu hallerdendir.

Karabulut Ailesinin avukatı Rezan Epözdemir bu safhaların takip edildiğine ilişkin beyanında süreci yakından takip ettiklerini ve gerektiğinde itiraz ettiklerini hatta dava bile açtıklarını söylüyordu.

Sonuç olarak, acılı babanın “ Rüyalarıma giriyor, uyuyamıyorum. Katilin cesedinin mezardan çıkarılmasını istiyorum” açıklamasının insani olarak yaşadığı kabusu anlamak mümkün, ama üzülerek söylemeliyiz ki, hukuksal dayanaktan yoksun.

Köşe Yazıları Haberleri