Kazdağları’nda uranyum ve toryum sondajına başlanması üzerine bölge sakinlerinin suç duyurusunda bulunduğunu yazmıştık. Peki süreç nasıl işleyecek? Çevre ve halk sağlığını tehdit eden bir durum var mı? Eğer değerli bir rezerv bulunursa ne olacak?
Bu sorulara cevap aramak üzere Jeoloji Mühendisi Odası Başkanı Hüseyin Alan’ı aradım. Öncelikle bir tıbbi jeoloji risk haritası”nın çıkarılması gerektiğini belirten Alan, sondajdan ziyade işletme aşamasının riskli olduğunu vurguladı.
Türkiye’de Eskişehir, Nevşehir, Manisa, Yozgat illerinde “nadir elementler”in bulunduğu biliniyor. Örneğin Nevşehir’de, kanser hastalığının yüksek görüldüğü köyler var. Jeoloji Mühendisleri Odası (JMO), Türkiye’nin tıbbi jeoloji risk haritasının çıkarılması için uzun süredir mücadele ediyor.
Peki tıbbi jeoloji risk haritası nasıl çıkarılır, ne işe yarar? Toprak ve kaya numuneleri alınarak kurşun, cıva, radyoaktif madde gibi elementler aranıyor. Su analizleri yapılıyor ve haritalamayla o bölgedeki hastalıklarla kesişme noktası çıkarılıyor.
İsveç bunu 1950’lerde yapmış, Avrupa ülkeleri 1990’larda tamamlamış. Türkiye’de ise hâlâ hangi bölgelerin suyu, toprağı, havası kirli, insan sağlığını tehdit ediyor, hiçbir çalışma yok!
Çalışmayı geçtim, çevre ve insan sağlığına büyük tehdit oluşturduğu bilinen yerlerde hiçbir önlem alınmadı. Mesela Aliağa’da, gemi sökümü nedeniyle tehlikeli oranda zehirli maddenin hava, su ve toprağa karıştığı yıllar önce kanıtlandı. Peki ne oldu? Hiçbir önlem alınmadığı gibi tehlikeli gemi söküm ihalelerine girildi…
TÜRKİYE’NİN TIBBİ JEOLOJİ RİSK HARİTASI BİLE YOK
İki yıl önce JMO, pilot bölge olarak Eskişehir’in tıbbi jeoloji risk haritasını çıkarmak üzere Maden Tetkik Arama’yı (MTA) ikna etti. Toprak analizleri yapıldı, ancak yeraltı sularına bakılamadı. Araya ekonomik zorluklar girince çalışma askıya alındı…
Hüseyin Alan, Dünya’da tıbbi jeoloji risk haritasına göre “doğal afet bölgeleri”nin ilan edildiği ve buna göre yerleşim yerlerinin boşaltılması gerekeceğine dikkat çekti:
“Nadir toprak elementleri günümüzde önemli teknoloji, sanayi ürünleri haline dönüştü. Türkiye’de de bu elementlerin arayışı 2-3 yıl önce hızlandı. Mesela Eskişehir’de 17 nadir toprak elementi bulundu. Eti Maden’e zenginleştirme tesisi kurulacağı açıklandı. Ayrıca nükleer santral projeleriyle birlikte yerli kaynak arayışı başladı.”
Kazdağları-Küçükkuyu bölgesinde, uluslararası normlara göre radyoaktif mineraller açısından zengin bir rezerv yok. Arıklı köyü ve civarındaki sondaj, aslında bunu tespit etmek için yapılıyor.
Peki bölgede radyoaktif element kaynağı önemli düzeyde bulunursa ne olacak?
İşte asıl sorun burada, yani işletme aşamasında. Bölgede zenginleştirme tesislerinin hangi yöntemle kurulacağı, ne tür kimyasalların kullanılacağı bilinmiyor!
SÖMÜRGE MADENCİLİĞİNDEN NE FARKI VAR?
“Ülkenin yeraltı kaynaklarının bilinmesi önemli, bu bir süreç işi. Türkiye’de nadir toprak elementlerini işleyecek bir teknoloji sanayi altyapısı yok” diyen Alan, şöyle izah etti:
“Zengin bor yatakları var ama hammadde olarak ihraç ediliyor, daha yeni fabrika kuruluyor. Onu bırakın, laboratuvar altyapımız bile yok. En az 50-60 jeokimya laboratuvarının kurulması lazım. Yoksa nasıl teknoloji inşa edeceksin? Bu stratejik bir sorun aynı zamanda. 10 milyon maden numunesi gönderiliyor yurtdışına… Kimse o tahlilleri denetleyemiyor, ne bulunduğunu bilemiyor.“
Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Arıklı köyü ve çevresindeki sondaj, tam da bu nedenlerle bölge halkını derin bir tedirginliğe sürükledi. Sondajın durdurulup, Arıklı ve civar köylerdeki kanser gibi hastalıklar için sağlık taraması yapılmasını talep ediyorlar. Bir başka önemli talep, bina, toprak ve sularda ağır metal ölçümünün yapılması.
Anlayacağınız altın, kömür madenciliğinde olduğu gibi nadir elementler arayışında da devasa sağlık, çevresel ve stratejik sorunlarla karşı karşıyayız.
Nükleer yakıt olarak kullanılan toryum, uranyum gibi maddeleri yine yabancı şirketlere teslim etmenin neresi “Türkiye’yi zenginleştirmek” oluyor? Yetkililer önce buna cevap vermeli.