İBRAHİM EKİNCİ
Politika faizi 5 puan artırılıp %40’a getirilince, faiz toto %45’e çekildi. Bu oran, 2024 enflasyon beklentileriyle aşağı yukarı uyumlu. Peki şimdi, dezenflasyon için ağırlıkla faiz artırımı üzerinde duran ana akım iktisatçıların beklentileri gerçekleşecek mi? MB, 2024 yılını işaret ediyor ama iktisatçıların da buna güvenleri tam mı? Sorumun nedeni, bu aralar bazı önde gelen ana akım iktisatçıların Arjantin’i hatırlatmaları… Arjantin’de olan şu: Faiz artışı yetmedi. 2022 sonunda %75 olan politika faizini %133’e çıkardılar ama enflasyon da %95’ten %143’e geldi. (Tabloları sayfada) Arjantin’i hatırlatan iktisatçıların işaret ettiği de bu. Bu Arjantin hatırlatmalarında; “Eee işte ‘faiz artırılsa enflasyon düşer’ dediniz, artırıldı ama düşmedi” çıkışlarına karşı bir ön alma da seziliyor ama sorun o değil.
“Faiz yeterli değil” diyenlerin izleyen cümlesi yapısal reformlar… Faizler artırılıyor ama, kısa veya orta vadede etkili olabilecek reform görmüyoruz. Tabir uygunsa enflasyonu faiz dayağıyla düşürmeye çalışıyorlar.
Peki ama yapısal reform zorunlu mu? 2017 öncesinde 10’dan fazla yılda enflasyon tek haneydi. O zaman yapısal sorunlar yok muydu? Vardı elbette ama o dönemki düşük enflasyonu açıklayan ana faktör yüksek döviz girişinin sağladığı düşük kur seviyesi idi ve bizatihi kendisi yapısal bir sorundu. Bugünlerde yüksek kur ve enflasyon olarak geri ödüyoruz. Nas politikası üstüne tüy dikti.
Peki şimdi neler olabilir? Türkiye Arjantin olur mu?
Prof. Dr. Erinç Yeldan hocaya sordum. “Biz de bugüne bir anda gelmedik. Birikmiş bir yığın sorunun tezahürü olarak karşılaştık. Arjantin’de Peronist ve sağ muhafazakâr hükümet arasındaki kirli mücadelenin bedeli ekonomi oldu. Bu adımdan sonra bir şok tedavisi ile faizleri çok çok yüksek düzeye çıkardılar. Çözüm olmadı. Meslektaşlarımın ihtiyatlı, tedirgin yaklaşımını bu şekilde okuyorum. Çaresiz değiliz ama yapılacak adımlar iktisadın teknik enstrümanlarını çok çok aşıyor maalesef. Toplumsal mutabakat… 2001 krizinde bıçak kemiğe dayanmıştı, tarihsel olaylar reformları dayatmıştı. Dibe vurmayı beklememek gerekir. Bir hukuk krizinin zaten ortasındayız… Bunun için güven ve hukukun üstünlüğünü, kurumların bağımsızlığını ve güveni sağlayacak adımlara ihtiyaç var. İnsanlar TÜİK’in enflasyon rakamlarına, milli gelir, işsizlik rakamlarına güvenmiyorlar… O zaman dövize, konuta, araziye hücum oluyor ve rant ekonomisini besleyen bir görünüm ortaya çıkıyor” dedi.
Yeldan, şöyle devam etti:
“Enflasyon sorununu daha geniş bir açıdan tanımlıyorum. Keynesyen (heterodoks) iktisadın tanımı konuyu daha geniş açıdan alır. Bir ekonomideki dengesizlikleri, iş güç piyasasındaki tıkanıklıkları, yapısal sorunları (üretim, tedarik süreçleri, depolama, ulaştırma, aracılıklar), üründen pazara bütün yapısal sorunları gözetir. Çünkü enflasyon bütün bunların tezahürüdür. Ana akım böyle bakmaz. Friedman’ın tanımına göre, ‘enflasyon her zaman her yerde parasal bir meseledir.’ Böyle deyip içinden çıkıyorlar. “Parasal mesele” olarak değerlendirirseniz, çok basitleşiyor, iş faiz oranlarına kalıyor. ‘Faiz oranları yeterince yüksek değil, geç kalındı vs’ deniliyor. Faiz tek bir silah olarak görülüyor o zaman. Konuya geniş bakınca işin içine sosyal sınıflar arasındaki bölüşüm kavgası, lojistik sorunlar, her şeyden önce ekonominin hukuk ile ilişkisi giriyor. Kurumların güvenilirliği, hukukun üstünlüğü, TÜİK ve diğer denetleyici kurumlara güven… Bunların hepsi harmanlanıyor. Sorunu içinden çıkılmaz bir hadise olarak görüp, felaket tellallığına da gerek yok. Çözümü var. İktisadi programın güven yaratmadığı ortamda faiz artırımı üzerinden enflasyonla mücadele paketi kurgulamak eksik kalıyor. Hataların, günahların cezasını çekiyoruz. Peki geciktik ama faizleri yükseltelim zaman içinde enflasyonu çözelim… Ne yazık ki bu kadarı yeterli değil. Arjantin’e işaret edilmesinin nedeni bu. Faizleri artırdığı halde kurtulamadılar.
Faiz artışlarını dahi geçen hazirandan beri gıdım gıdım, mahcup şekilde yapıyorlar. Arkada Cumhurbaşkanı’nı ikna müzakeresi varmış gibi sürdürülüyor… Faiz artışları umulan, arzu edilen sonucu gerçekleştirmedi. Enflasyon ivmesini yitirmedi. Yitirmediği gibi rasyonaliteye dönüş imajı altında aslında gene yetersiz baştan savma, güvensizliği pekiştiren bir biçimde yapıldı bu adımlar.
Bu noktadan sonra bir toplumsal mutabakatın sağlanmasına yönelik adımlar atılmalı. Yani sendikalar, işveren örgütleri, tarım kesimi, kooperatifler ve tüketiciler arasında güven sağlayıcı bir mutabakata ihtiyaç var. Bunun kurgulanmasındaki fırsatımız demokratik yoldan önümüzdeki yerel seçimler… Ne yazık ki yakın tarihteki referandum ve anayasa değişikliğine kilitlenmiş ve güven yitirmiş demokrasi kurumları olumsuz görünüm sağlıyor. Bunlar birleşince enflasyonist beklentilerin güçlenmesi, yapışkan hale gelmesi ve atılan adımların yetersiz olacağına dair olumsuz hava oluşması engellenemiyor.
(“MB faizi güzel artırdı. Enflasyon da şu şu olduğuna göre negatiflik azaldı filan… İyi ama ya enflasyon rakamı doğru değilse? O zaman enflasyon – faiz arasındaki uyum kâğıt üzerinde kalıyor. Ekonominin içine doğru çalışması da beklenen gibi olmayacak demek olmaz mı bu?” sorusuna cevaben:)
Eğer enflasyon rakamlarına güvenilmiyorsa faiz artışı teknik olarak beklenen sonucu vermez. Hatırlayalım, enflasyonla mücadele ediyoruz denilen son birkaç yılda MB başkanı 4 defa, ekonomi bakanları 4 defa değişti. Bunları konuşuyoruz ama TÜİK fiyat istatistikleri daire başkanı da defalarca değişti. TÜİK’in içinde olup bitene seyirci kaldık. Başka bir durum da şu; enflasyon öngörüleri, tahminleri gerçekleşmiyor. Faizi ilan ediliyor ve ‘sayın CB bu kadarına izin verir, ikna edilir’ deniliyor. Cumhurbaşkanı’nın sözlerini hatırlıyoruz: “Bu kardeşiniz iktidarda olduğu sürece faiz yükselmeyecek.” Bu sözler herkesin kafasında… Gerçekten faiz artışı temposu da tutarlı olmalı. Ancak son aylarda cesaretli oldular. Temmuzda, ağustosta çok değerli vakit boşa harcandı.
(Enflasyonun kökü yapısal sorunlar ama mücadele oradan başlamıyor. Faiz artırıp ekonomiyi durdurmaya yöneliyor. Bu durumda faiz artışı ile bazı sonuçlar alınsa bile bunlar yine heba olmayacak mı?” sorusuna cevaben:) Kesinlikle öyle. Yapısal etkili durumlar devam ediyor. Enflasyon parasal bir mesele değil. Çiftlikten market zincirine gelene kadar aracılar, rantiyeler… Bütün üretim, tedarik süreçlerinin verimli şekilde düzenlenmesi lazım. Taşıma, ulaştırma koşulları covit sonrası zaten tahrip olmuştu. Enerji krizi ile tahribatın boyutları da çok yükseldi. Sistemi bir bütün olarak düşünmeli.
(Hocam bir de fiyatla ilgili klasik tanım üzerinden gidersek… Fiyatlar arz talep dengesi içinde oluşur denilir ya… O zaman tüketimi bastırmak yerine üretimi artırmak daha sağlıklı bir yol değil midir?” sorusuna cevaben:) Elbette. Tüketimi baskılamadan üretimi artırmak… Sabırla uygulanacak bir üretim programına ihtiyaç var. Kamuya çok büyük iş düşüyor. Doğu’da hayvancılığı EBK olmadan, TMO olmadan geliştirmek mümkün olmaz. Sanayiye dayalı tarıma, bunun için de kamu işletmeciliğine ihtiyaç var. Hatasıyla sevabıyla kamu işletmeciliğini Ankara’nın doğusuna aktarmamız gerekir. Devlet et de süt de üretebilir. Hep bunun altını çizmeye çalışıyorum.
Hoca’yla sohbetimiz böyleydi. Şimdi başlıktaki soruyu tekrar soralım. Türkiye Arjantinleşebilir mi? Bence bu ihtimal dışı değil, çünkü:
Güvenilir, işlek, karlı bir piyasa ortamı olmadan sıcak para gelebilir ama doğrudan yatırımcı gelmez, kuru müdahalesiz makul, gerçek bir değerde tutmaktaki zorluk kısmen sürer. Bu kanal enflasyonist çalışır.
Dış ticaret açığı veren üretim – yatırım yapısından fazla veren yapıya geçilmezse cari açık, döviz ihtiyacı devam eder. Bu kanal da enflasyonist çalışır.
Tarımda üretim, pazarlama, tüketim bütün zincirde reform yapmadan gıda enflasyonu ile mücadele edilemez.
Eğitim, üniversiteler çökmektedir. Türkiye hem insan kaynağı kaybı yaşamakta hem de mevcudu eğitememektedir. Sadece teknoloji satın alınmakla verimlilik yakalanamaz. Bu Türkiye’yi teknoloji sömürgesi yapar. Enflasyonist çalışır.
İktidar dinci saiklerle kadınları eve kapatma eğilimindedir. Çalışma, üretim gücünün yarısı eve kapatılmak istenmektedir. Türkiye, yüksek istihdam oranlarını yakalamadan yüksek üretim seviyeleri yakalayamaz. Bu kanal da enflasyonist çalışır.
Kamu istihdamı liyakatsiz – partizan istilasından kurtarılmadan verimli bir kamu hizmeti geliştirilemez. Kaynak kaybı olur. Enflasyonist çalışır.
Türkiye’nin kurumları liyakatli, hukuki çalışmadan 85 milyonun potansiyeli tam olarak devreye girmez, giremez. Enflasyonist çalışır.
Kamu işleri düzgün görülmediği sürece, kamu kaynakları gösteriş ve partizan savurganlığına açık olduğu sürece, ganimet ekonomisi görüntüsünden çıkılmadığı sürece, çetelerin yağma kanalları kapatılmadığı sürece kamuda kör kuruşun hesabı sorulmadığı sürece… Denetim ve muhalefet kanalları tıkandığı sürece Türkiye ekonomisinin iflah olması, enflasyonu kalıcı bir şekilde düşürmesi imkansızdır. Faiz dayağı ile alınabilecek sonuçlar kalıcı olamaz. Daha birçok yapısal sorun var. Vergi, gelir dağılımı en başta… Daha birçok alan var.
Önemli bir temel riske işaret ederek bitirelim: İktidar anlaşılıyor ki totaliter – faşist bir sistemi derinleştirme, İslamcı, sultanist bir rejim kurma amacını 12 – 13 yıldır kovalıyor. Bugün de yeni anayasa tartışmalarından elde etmek istediği sonuç bu. Dolayısıyla Türkiye’nin önünde huzur günleri görünmüyor. En temel şey, demokrasi içinde bir toplum, kazanan, geleceğini kuran yurttaşlar toplumu, üreten, yatırım yapan bir ekonomi elde etmek için gereken en temel şey yok.