Sık sık tekrarladığım tespitimi hatırlatarak yazıma başlamak istiyorum; normalini kaybetmiş bir memleket oldu uzun zamandır Türkiye.
Bir saniye derin bir nefes alın ve memleketi karşınızda bir fotoğraf karesi gibi hayal edin. İçinde aynı anda pek çok olayın yer aldığı fotoğraf karesi ile karşılaşacaksınız. Önünüzde duranın fotoğraftan daha çok muhtelif fotoğraf kareleriyle oluşturulmuş bir kolaj olduğunu görüp şaşıracaksınız.
Fotoğraf karelerinin kesilip biçilmesi ile oluşturan sanat eseridir kolaj. Gördüğünüz kolaj ise, bir de bunun yapanı olmalıdır. Sanat eserleri sizde iyi duygular uyandırırdır. Estetiktir. Önünüzde duran kolaj sizde bu iyi duyguları uyandırmıyorsa bunun sanat değeri yoktur ve bunu yapanın da en azından sanatçı olmadığını anlamış olursunuz.
Memlekette sadece geçtiğimiz haftanın fotoğraf karelerine tek tek bakarak kolajı anlamaya çalışalım. İktidar tasarruf tedbir paketini açıkladı, fatura emekçilere çıktı. Devletin keyfi harcama kalemlerinde eksilme yok. Aslında iktisatçılar bu açıklananlara tasarruf kalemi bile diyemediler.
Suç örgütü lideri Ayhan Bora Kaplan’ın dosyasında yer alan onunla ilişkili emniyetçiler ve itirafçıların skandal açıklamaları ortalığa saçıldı. Sinan Ateş cinayetinin iddianamesindeki tüm eksiklikler, belge, görüntü ve tanık ifadeleriyle dava dosyası dışında tamamlandı. Bu iki dosya üzerinden devlet içinde kriz yaşandığı MHP Lideri Bahçeli ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları ile anlaşıldı.
Kobani davasında yargılamanın ana konusu dışındaki suçlamalardan siyasetçilere ceza yağdı. Kobani kararının hemen ardından gece yarısı 28 Şubat hükümlüsü 5 emekli general sağlık koşulları nedeniyle cumhurbaşkanı kararıyla tahliye edildi.
Enflasyon devletin rakamlarına göre yüzde 70’e yakın, asgari ücret 17 bin lira, emekli maaşı ise 10 bin lira.
Gencecik üniversite öğrencisi kurye bir ruh hastası genç tarafından canice 25 bıçak darbesi ile öldürüldü. Asabınızın bozulduğunu bildiğim için burada kestim. İşte kolajı oluşturan fotoğraf kareleri. Memleketin temel ve sahici sorunları.
Normal bir memlekette bu sorunlardan sadece bir tanesi yaşanır ve toptan siyaset, devlet buraya odaklanır. Mesele ele alınır, tartışılır ve bir sonuca bağlanır. Burada süre sınırı da yoktur.
Normal olmayan memleketlerde bütün bu sorunlar aynı anda yaşanır ve bunlardan hiçbiri dikkate alınmadan, tartışılmadan gündeme getirilen başka bir meselenin peşine düşülür. Mesela “yeni anayasa” gibi.
Referandumlu anayasa değişlikleri
Mevcut 12 Eylül Anayasası da onun ortadan kaldırdığı 1961 Anayasası da darbe anayasalarıydı. Hukuki kıymet açısından çok farklı olsalar da darbe döneminin ürünleridir. Her ikisi de seçilmiş parlamentolar tarafından büyük değişikliklere uğramıştır. Anayasalarda yapılan değişiklikler hep iktidarların faydacı bakış açısı ile gerçekleştirilmiştir.
2002 yılına kadar mevcut anayasada 5 değişiklik gerçekleştirilmişti. Anayasa'nın sadece 58 maddesi hiç değiştirilmedi. 51 madde değiştirtildi, 31 madde tamamen, 20 madde kısmen değişti, 23 madde metinden çıkarıldı.
AKP iktidara geldikten 1,5 ay sonra ilk anayasa değişikliği AB uyum süreci için yapıldı. AKP döneminde anayasanın 30’u aynı maddede olmak üzere 134 hükmünde değişiklik yapıldı. 2’si Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla AKP döneminde 12 anayasa değişikliği gerçekleşti. Bunlardan 3’ü referandum ile oldu. Referandum ile gerçekleşen anayasa değişikliklerinin ülkede ve sistemde yarattığı yıkıntıların sonuçları çok ağır oldu.
(2007 referandumuna gerekçe olan hukuki zorlamalı 367 tartışmasının yarattığı sorunun çözümünün de cumhurbaşkanını halkın seçmesinin olmadığı anlaşıldı)
Hedef yeni anayasadan çok bir araya gelebilmek
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş kolları sıvadı ve “anayasa değişikliği ya da yeni bir anayasa mümkün mü?” konusunda temaslara başladı. İlk olarak TBMM başkanı olarak AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüştü. Erdoğan, Kurtulmuş’a yeni bir anayasadan sadece sivil ve demokratik olmasını beklediğini özel bir beklentisinin veya talebinin olmadığını çok açık hem de soru bile gelmeden anlattı. Daha sonra Kurtulmuş CHP, Saadet, İYİ Parti genel başkanları ile TBMM Grup Başkanları ve DEM Parti eş başkanları ile bir araya geldi. Hepsinden olumlu yanıtlar aldı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise konu ile ilgili önce Erdoğan’la yapacağı bir görüşme sonrasında Kurtulmuş’a randevu vereceğini iletti. Bahçeli - Erdoğan görüşmesi oldu ve Kurtulmuş’a da randevu verildi. (Bahçeli- Erdoğan görüşmesinde neler konuşulduğunu doğal olarak bilmiyoruz. Ya öğrenmemiz uzun zaman alacak ya da pek çok meselede olduğu gibi hiç öğrenemeyeceğiz.) Devlet Bahçeli, Kurtulmuş’a anayasa konusunda yapacakları her türlü çalışmaya MHP olarak tam destek vereceklerini söyledi.
Kurtulmuş gazetecilere yaptığı açıklamada görüşmelerde zemin ve yöntem arayışında olduğunu hiçbir zaman içeriğe girilmediğini anlattı. Yani görüşmelerin amacı, ülkedeki kutuplaşma iklimini de ortadan kaldırmaya katkı sağlayabilecek olan bütün parti temsilcilerini bir masa etrafında hem de toplumsal mutabakat metni olan anayasayı konuşmak üzere bir araya getirmek. Bu görüşmelerden yeni anayasa da anayasa değişikliği de çıkmayabilir. Ama her yönüyle anayasanın konuşulacağı bir gerçek. Kurtulmuş’un verdiği bilgiye göre, anayasa konuşmaları TBMM ile sınırlı kalmıyor. Akademiler başta olmak üzere Barolar Birliği de dahil olmak üzere ilgili hemen hemen her kesimle temas kurulacak ve düşünceleri alınacak. Bu düşünceler mutlak anayasa değişikliği veya yeni anayasa ile ilgili olmak zorunda değil. CHP’nin en temel itirazı olan “anayasanın uygulanmaması, uygulanmamasının denetlenememesi” ve bunun önlenmesine ilişkin öneriler de olabilecek.
Kurtulmuş’un tezlerinden birisi de olası anayasa değişikliğinin TBMM’de kabul edilerek referanduma gitmemesi. TBMM Genel Kurulu’nda 400 veya üzeri milletvekilinin onayı alınırsa değişiklik referanduma gitmeyecek. Referandumun ülkedeki kutuplaşmayı arttıracağı kaygısı var Kurtulmuş’un. Bir de isim vermedi ama Saray’ın avukat danışmanı Mehmet Uçum’un açıklamalarını kastederek sürecin zehirlenmemesi gerektiği belirtti.
Erdoğan referandumu göze alabilir mi?
Kurtulmuş’un bu açıklamalarına Uçum’dan hemen meseleyi eğip bükerek ön alma ve önemsenme çabasıyla tepki geldi. Uçum’a göre anayasa değişiklikleri her koşul altında yani TBMM’de 400’ün üzerinde milletvekilinden onay alsa bile referanduma gitmeliydi. Halktan, siyasetten ve tarihsel pratikten kopukluğun ve popülizmin tam da göbeğiydi burası.
Her meseleyi referanduma götürmeyi bir demokratik aygıt sanan ilginç bir düşünce halidir bu. 1987 yılında 1982 Anayasası'nın geçici 4. maddesinde bulunan 5 ve 10 yıllık siyasi yasakların kalkması için referanduma gidildi. Düşünebiliyor musunuz, darbenin getirdiği siyasi yasakları kaldırmayan ve bunun için referanduma giden bir sivil siyasi iktidardı ANAP. Ve referandum ile kıl payı yüzde 50,16’ya karşı yüzde 49,84 ile yasaklar kaldırılabildi. Bu sonuç ANAP Genel Başkanı Turgut Özal’ın çok hoşuna gittiği için hemen seçim kararı aldı. Yani böylesine bir hak meselesi bile siyaset için araçsallaştırılmıştı. Uçum’un açıklamalarına bir itiraz da grup konuşmasında Erdoğan’dan geldi ve anayasa değişiklikleri konusunda herkesin TBMM Başkanı'na yardımcı olmasını istedi. Böylece anayasa meselesi TBMM’nin meselesi olarak ilan edildi.
AKP ilk referandumuna 367 krizi sonrasında gitti ve cumhurbaşkanını halkın seçeceği sistemi onaylattı. Kabul oranı yüzde 68’di.
İkinci referandumuna 2010 yılında yargı organlarının üye yapısının değiştirilmesi ana hedefiyle gitti. Ünlü yetmez ama evet ve Fetullah Gülen’in 'ölülerin bile oy kullanması gerektiğini' açıkladığı referandum. Buradaki kabul oranı yüzde 58’di.
Son referandum cumhurbaşkanlığı sistemi içindi ve kabul oyları, halen süren tartışmalar gölgesinde sadece yüzde 51’di.
Referandumda istikrarlı olarak oyu düşüyor iktidarın. Şimdi TBMM’de kabul edilen bir anayasa değişikliğini Uçum’un önerisine uyarak referanduma götürürse iktidar bileşenleri ortaya çıkacak tabloyu kestirmek hiç de zor değil. Bu ekonomik sıkıntıda ortaklarıyla birlikte cumhurbaşkanlığı seçiminde bile yüzde 50’yi bulamayan Erdoğan ve AKP’nin anayasa referandumunda yüzde 50’nin üzerine çıkması gerçekten hayalden başka hiçbir şey değildir. O nedenle bu öneri bir bürokrat tarafından dile getiriliyor zaten.
Kılıçdaroğlu ve dokunulmazlıklar
Can Atalay ve Kobani davaları üzerinden Kemal Kılıçdaroğlu’na da “dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet” dediği için çok ciddi bir eleştiri var. 6-8 Ekim 2014’de yaşanan Kobani olayları nedeniyle Erdoğan, çözüm sürecini de bitirdikten sonra Selahattin Demirtaş ve HDP siyasetini hedefine oturttu. Bir anayasa değişikliği ile dokunulmazlıkların kaldırılmasını gündeme getirdi ve CHP’yi sıkıştırdı. Kılıçdaroğlu burada bir risk aldı ve “içimize sinmese de destek vereceğiz” demek zorunda kaldı. Düzenleme 20 Mayıs 2016 yılında TBMM’de kabul edildi. CHP destek vermeseydi değişiklikler referanduma gidecekti ve 6 ay önce yapılan seçimlerde AKP ile MHP’nin oylarının toplamı yüzde 60’ı buluyordu. Erdoğan’ın kutuplaştırma siyasetini en iyi uygulayabileceği bir alandı bu dokunulmazlıkların kaldırılması meselesi. Yani tahminen yüzde 70’in üzerinde bir oran ile referandumda anayasa değişikliklerinin kabul edilme ihtimali vardı. Ve bu oran Erdoğan için çok cesaretlendirici de olabilirdi. Kılıçdaroğlu meseleyi referanduma götürmeme riskini göze aldı. Bugün eleştirilere hedef olması da yaptığı bu tercihtir. CHP’li pek çok milletvekili de bu düzenlemeye ret oyu verdi.
Yazının başında söz ettiğim kolaja sürekli muhatap olacağımız en az 3 yıl var önümüzde. Ve çoğu zaman baktığınız zaman o çok kareli kolaj içinde muhalefeti de ya göremeyeceksiniz ya da zor göreceksiniz. Çünkü kolajı yapanın kurgusu böyle…